Bazı insanlar ilham alır, bazıları da direkt ‘Ctrl + C, Ctrl + V’ yapar. Hani emek, hani fikir? Yok! Siz haftalarca, aylarca düşünürsünüz, çalışırsınız, üretirsiniz… Sonra bir bakmışsınız, biri çıkmış, fikrinizi almış kendi fikri gibi pazarlamış. Sizse “Aa ben bunu bir yerden hatırlıyorum ama…” hissiyle kalakalmışsınız. Nasıl, konu size de tanıdık geldi mi?
     Öncelikle bu davranışın normal olmadığını ve hatta hastalıklı bir durum olduğunu vurgulayalım. Bu hastalık, sanattan akademiye, iş dünyasından sosyal medyaya kadar her köşeye sızmakta çünkü bir fikri ya da projeyi sıfırdan üretmek yerine, başkalarının emeklerinden faydalanarak ortaya koymak çok daha kolay. Günümüzde her alanda kopyacılık baş göstermekte… Akademik dünyada, "intihal" diye bilinen ve entelektüel bir hırsızlık çeşidi olan bu davranış, aslında emek hırsızlığının en büyük örneklerinden biridir. Başkasının araştırmasını alıp kendi fikri gibi sunan akademik kişinin, “Hocam valla kendi çalışmam!” diyerek Google’dan ödev hazırlayan ortaokul çocuğundan farkı var mıdır?
     Sanat ve yayın dünyasında da işler farklı değil. Korsan kitaplar, çalıntı filmler, sahte dijital içerikler…  Hatta iş dünyasında “Fikir hırsızlığı” diye bir kategori var. Biri gece gündüz kafa patlatır, inovatif bir proje geliştirir, sonra bir bakar, yan masadaki Melih Bey aynı projeyi sunmuş! Tüm şirket “Vayy Melih Bey, bu nasıl parlak bir zeka!” diye övgüler yağdırırken bizimkinin kendini kenarda bir dekor gibi hissetmesi işten bile değil.  Gerçekten özgün insanlar, fikirlerinin çalındığını gördükçe “Madem çalınacak, niye uğraşıyorum ki?” diye düşünmeye başlarlar. Alın size emek hırsızlığının en büyük etkisi; inovasyonun mezar taşının dikilmesi ve kapanış. Ayrıca kopyacılık, güveni de zedeler. Fikirler çalındıkça, insanlar başkalarına düşüncelerini açmaktan çekinir. Emeğinin karşılığını alamayacağı endişesi ile fikirlerini kendine saklama yoluna gider. Sonuç olarak, özgünlük kaybolur ve toplumun gelişim potansiyeli yok olur. 
Ama neden yapıyor? derseniz … Kopyacılığın arkasında yatan en büyük psikolojik sebeplerden biri özgüven eksikliğidir. Özgün bir fikir ortaya koymanın cesaret gerektirdiği bir dünyada, birçok insan kendine güvenmediği için başkalarının fikirlerine tutunur. Yeni bir şey üretirken “Ya beğenilmezse?”, “Ya komik duruma düşersem?” gibi düşünceler kişiyi frenler. Bu nedenle, risk almak yerine, garantici bir yol seçip başkalarının başarılarını sahiplenmeyi tercih ederler.
     Bir diğer önemli sebep ise takdir edilme ve onaylanma arzusudur. İnsanlar doğası gereği beğenilmek, kabul görmek ve alkışlanmak ister. Ancak bunu gerçekten hak etmek yerine kısa yoldan elde etmek isteyenler, başkalarının fikirlerinin üzerine konmayı seçerler.
     Ayrıca, toplumdaki rekabet baskısı da kopyacılığı körükler. Fikir üretmek, yeni bir şey ortaya koymak zaman ve emek ister. Oysa rekabetin içinde kaybolan insan, başkalarının çabalarını merdiven yaparak kendilerini öne çıkarmanın daha hızlı ve etkili bir yol olduğunu düşünür.
Tüm bunların sonunda emeğin değeri ve özgünlüğün önemi hakkında güzel bir paragraf daha eklemek gerekir ama biz Anadolu insanı bunlara doğuştan hâkimiz. Değil mi? O zaman arife tarif gerekmez deyip konuyu burada sonlandıralım…