Sevgili Peygamberimizin amcazâdesi ve mübârek dâmâdı Allah’ın arslanı Hazret-i Ali Efendimiz (radıyallahü anh) buyurmuştur ki:
“Îmân ağaç gibi olup; kökü yakîn, dalı takvâ, nûru hayâ, meyvesi cömertliktir.”
Evliyânın büyüklerinden Hâtim-i Esam (kuddise sirruh) buyuruyor ki: “... Baktım ki, insanlardan her biri mâl, haseb, şeref ve neseb aramaktadır. Anladım ki bunlar bir şey değil. “Allah katında en üstününüz, en çok takvâ sahibi olanınız (Allah’tan en çok korkanınızdır).” (Hucurât sûresi, 13) meâlindeki âyet-i kerîme’ye baktım. Ben, Allah katında üstün olmak için mâlı, hasebi, makâmı değil; takvâyı (Allahü teâlâdan korkarak harâmlardan sakınmayı) seçtim.”
İki sûre-i celîlede şöyle buyurulmuştur:
“Şüphesiz ki takvâ sahipleri cennetler (ve) nimetler içindedirler... Rableri, onları Cehennem azâbından korumuştur... Îmân edip de zürriyetleri de îmân ile kendilerine tâbi olanlar yok mu? Biz onların nesillerini de kendilerine kattık (Birlikte Cennet’e koyduk)...” (Tûr Sûresi, 17-22)
“Şüphesiz ki muttakîler (takvâ sâhipleri), cennetlerde pınar başlarındadırlar. Rablerinin kendilerine verdiğinden râzı oldukları hâlde. Doğrusu onlar bundan önce güzel amel işleyenlerdi.” (Zâriyât Sûresi, 15-16)
“Mefâtîhu’l-Gayb” isimli 32 cildlik “Büyük Tefsîr” sâhibi, büyük müfessirlerimizden Fahrüddîn-i Râzî (rahmetullahi aleyh) buyurmuştur ki:
“Şuayb aleyhisselâm, Eyke halkını; ölçüyü ve mîzânı tâm yapmaya, insanların hukûkuna riâyet etmeye, yeryüzünde fesâd çıkarmamaya, Allahü teâlâdan korkmaya ve takvâ üzere olmaya dâvet etti.”
Büyük âlimlerden Abdülğanî Nablüsî (rahmetullahi aleyh) buyurmuştur ki:
“Mânevî bilgiler, keşif ve ilhâm ile hâsıl olur. Hocadan öğrenilmez. İbâdetlerin yapılması ve bütün İslâm bilgileri ise, üstâddan öğrenmekle elde edilir. İslâm bilgileri, ilhâm ile hâsıl olsaydı, Allahü teâlânın Peygamberler ve kitaplar göndermesine lüzûm olmazdı... İslâmiyet’in hükümleri ilhâm ile anlaşılmaz. Evliyânın ilhâmı, başkalarına hüccet, sened olamaz. Evet, Ehlullahın (velîlerin) ilhâmları doğruluğu, İslâmiyet bilgilerine uygun olmalarından anlaşılır. Fakat, Ehlullah, yâni velî olmak için, İslâmiyet bilgilerini öğrenmek ve bunlara uymak şarttır. ‘Takvâ sâhiblerine (harâmdan kaçınanlara) Allahü teâlâ ilim ihsân eder’ meâlindeki âyet-i kerîme bu husûsu bildirmektedir. Sünnete yâni İslâmiyet’e sarılmayan, bidatten sakınmayan kimsenin kalbine ilhâm gelmez. Böyle kimselerin söyledikleri nefsten ve şeytândan gelen bozuk şeylerdir.”
“Takvâ”ya dair bazı açıklamalar
Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde (meâlen) buyurdu ki:
“... Siz, ne hayır yaparsanız, Allah onu bilir. Bir de (hac yâhut âhiret için) azık edinin, muhakkak ki azığın hayırlısı takvâdır ve ey aklı tâm olanlar, benden korkun!” (Bakara sûresi, 197)
“(O takvâya erenler); “Ey Rabbimiz, biz îmân ettik. Artık bizim günâhlarımızı bağışla ve bizi o ateşin azâbından koru” diyenler, sabredenler, (îmânlarında) gerçek olanlar, Allahü teâlâya itâatle boyun eğenler, infâk edenler, seherlerde istiğfâr edenlerdir.” (Al-i İmrân sûresi, 16-17)
“(O takvâ sâhipleri ki); bollukta ve darlıkta harcayıp yedirenler, öfkelerini yenenler, insanların kusûrlarını bağışlayanlardır.
Allah ihsân sâhiplerini sever.” (Al-i İmrân sûresi, 134)
“(Ey Resûlüm!) de ki: Acabâ bu Cehennem mi hayırlı, yoksa takvâ sâhiplerine (Allahü teâlâdan korkup harâmlardan kaçan kimselere) vaad olunan Huld Cenneti mi?
Ki bu, onlar için bir mükâfât, bir dönüş yeridir. Orada devâmlı kaldıkları hâlde, o takvâ sâhiblerinin her diledikleri vardır.” (Furkân sûresi, 15-16)
“Takvâ” ile aynı manada kullanılan diğer bir kelime daha vardır; o da “İttikâ”dır.
“İttikâ da;
Allahü teâlâdan korkmak, harâmlardan, günâhlardan sakınmak” demektir.
Allahü teâlâ, bir âyet-i kerîmede (meâlen) buyurdu ki:
“Ey âdemoğulları! Size, aranızdan, âyetlerimi anlatacak Peygamberler gelir de, kim ittikâ edip hâlini ıslâh ederse, onlara hiçbir korku yoktur. Onlar mahzûn da olmayacaklardır.” (A’râf sûresi, 35)
“Küçük hatâlar müstesnâ, günâhların büyüklerinden ve fuhşiyâttan kaçınanlara gelince; muhakkak Rabbin, mağfireti bol olandır.
O, sizi daha topraktan yarattığı zaman ve annelerinizin karnında cenînler iken, sizi (bütün hâllerinizi) en iyi bilendir. O hâlde kendinizi temize çıkarmayın. O, ittikâ edenleri en iyi bilendir.” (Necm sûresi, 32)
Lokman Hakîm’in hikmetli nasîhatlerinden bir kısmı şöyledir:
“Ey oğulcuğum! Namazını dosdoğru kıl. İyiliği emret. Kötülükten nehyet.
Sana (bu yüzden) isâbet eden şeylere sabret. Çünkü bunlar kati (kesin) sûrette farz edilen işlerdendir. (Lokmân sûresi, 17)
Ey oğlum! Dünyâ derin bir deniz gibidir. Çok insanlar onda boğulmuştur.
Takvâ (Allahü teâlâdan korkup harâmlardan sakınmak) gemin; îmân, yükün; tevekkül (Allahü teâlâya güvenmek) hâlin; sâlih (iyi) amel, azığın olsun. Kurtulursan, Allahü teâlânın rahmetiyle kurtulmuş sayılırsın; boğulursan, günâhların sebebiyledir.”