Bugünkü yazacağım hatıralarımda kedilerle olan maceralarımdan bahsedeceğim.

1958’li yıllarda anneannem ağır hasta bir şekilde Çorum’daki evinde yatıyordu. Annem de bizi aldı Çorum’a götürdü. Anneannem biz geldikten 3-4 gün sonra vefat etti. Bunun bir kedisi vardı. Mestan isminde. Kulaklarında çaputtan küpeleri vardı. Rahmetlik anneannem takmıştı. Dişi bir kediydi. Rahmetlik annem ebemin hatırası olarak bu kediyi aldı Yozgat’a getirdi. Kedi bize de eve de alıştı. Yavruları oldu. Bu kediyi kendini bilmez bir komşu yakalıyor. İpe bağlıyor. Bahçede aç susuz bırakıyor. Hayvan çabalıyor kurtulmaya çalışıyor. Evde yavruları var. Onlara kavuşmaya çalışıyor. En sonunda tırnakları kopuyor. Ayakları yara bere içinde kurtulup eve geliyor. Annem annesinden hatıra olan bu kediyi görünce çok seviniyor. Karnını doyuruyor, yaralarını tedavi ediyor. Hayvan da yavrularına kavuştuğu için çok seviniyor.

Aradan epey bir zaman geçiyor. Kediyi yakalayıp ipe bağlayan adam geliyor. Kediyi istiyor. Annem de bu adama ağzına gelen en kötü sözleri söyleyip azarlayıp kovuyor. Adam geldiğine bin pişman olup çekip gidiyor.

Bu kedimiz çok akıllıydı. Babam evde bıçağı bilemeye başlarsa hemen yanına koşar gelirdi. Et kesileceğini bilirdi. Gelip beklerdi. Babam da bu hayvanı çok severdi. Nasıl et kesileceğini anladın derdi ve kestiği etlerden bir parça verirdi.

Bir gün babam eve nalbant getirdi. İneğimizin ayağının nalları dökülmüş. İneğini nallarını tazelemek için. Nalbant Bekir Ağa hayvanı yatırdı. Ayaklarını bağladı. Nallarını değiştirmeye başladı. Annemin Çorum’dan getirdiği Mestan isimli bu kedi ineğin yakınında bir yere gelip bekliyor. İneğin kesileceğini sanmış. Kesilirse et yerim diye beklemeye başladı. Baktı ki kesilme ne yok. Usandı oradan çekildi gitti.

Bir de babamın bekârken Marangoz isimli bir kedisi vardı. Babam marangoz dükkânına giderken peşine düşer o da gidermiş. Devamlı babamla marangoz dükkânına gittiğinden bu kedinin adına Marangoz demişler. Rahmetlik babam bu kedisinin de çok iyi sevimli bir hayvan olduğunu bize anlatırdı.

Aynı yıllarda ilkokul 2. Sınıfta okuyordum. Köseoğlu Mahallesi Kayyumzade Sokak’ta Şaban Amca’nın evinde kiracıydık. O zamanlar mahallede azgın siyah bir kedi vardı. Komşuların tavuklarının civcivlerini alıp kaçırıyordu. Komşular buna bir çare bulamıyorlardı. Bir ara bana bu kediyi tutar yakalarsan sana bir ziyafet var diye şakadan söylediler. Biz de çocukluk ruhu bunu ciddiye aldık. Ziyafetin ne olduğunu da bilmiyorum. Bu kediyi yakalamaya karar verdim.

Bir de baktım ki kedi bahçe duvarının üstünde. Ayva ağacının yapraklarının gölgesinde uyuyor. Usul usul yanına yaklaştım. Kediyi kuyruğundan tutup duvardan aşağı doğru çektim. Çekmemle birlikte olanlar oldu. Azgın kedi birden elime öyle bir dolandı ki anlatmama imkân yok. Kedi tostopalak futbol topu gibi oldu. Elim kedinin vücudunda kayboldu. Sağ baş parmağımı öyle bir ısırıp parçaladı ki anlatamam. Uzun bir mücadele sonrası elimi bıraktı kaçtı. Elimden öyle bir kan aktı ki anlatamam. Rahmetlik annem de evin merdivenine oturmuş bana bakıp gülüyordu. Anneme kızdım. Niye gülüyorsun? Şu baltayı alıp da kediye niçin vurmadın dedim. Annem de kediye vurayım derken sana vursam iyi mi olurdu dedi. Elime kolonya döktüler sardılar. O anı hiç unutmam. Ne zaman bir kedi görsem birden saldıracak sanırım korkarım.

Bir gün evde yalnız kaldım. Evimiz Başçavuş Camii’nin üstünde bahçeli dışarı pencereleri yok. Bahçeye bakan pencereleri var. Babam kamyon şoförü olduğu için uzun yola gidiyor evde kalamıyordu. Annem de Fakıbeyli Köyü’nde öğretmenlik yapan ablamın yanına gitmişti. Ben evde yalnız kalıyordum. Gece olunca karanlıktan çok korkardım. Bir tıkırtı olsa aklım çıkardı. Rahmetlik babam da bizlere cinli perili hikâyeler anlattığından bu korkum büsbütün artardı. Neyse akşam oldu. Dersimi yaptım. Karnımı doyurdum. Yatıp uyuyacağım. Korka korka yatağıma gittim yattım. Yorganı da başıma çektim. Korka korka uyumaya çalışıyordum.

Bir ara gece yarısı olmuştu. Ayağımın üstüne bir ağırlık hissettim. Acaba minder ne miydi diye düşündüm ya da ona benzer başka bir şey mi diye. Bir ara hafif bir oynama hissettim. Korkum artmaya başladı. Biraz sonra hafif hafif dizime doğru hareket etmeye başladı. Temelli korkmuştum. Biraz durduktan sonra tekrar yukarı doğru çıkmaya başladı. Bu sefer büsbütün korkmaya başladım. Zombur zombur titriyordum. Ne yapacağımı bilmiyordum. Birden kalkayım elektriği yakayım dedim. Bismillah Ya Allah dedim. Yataktan fırlayıp elektrik düğmesine basıp ışığı yaktım. O anda ışık yanmamış olsa çıldırırdım. Bir de baktım ki yatağımın üstünde büyük bir sarı kedi. Hemen kapıyı açtım kediyi dışarı çıkardım. Bu kedi eve nerden girdi diye düşünmek bile aklıma gelmedi. Işığı yanık bırakıp yattım. Sabah olup uyanınca bir de baktım ki odanın yan taraf duvarındaki küçük pencere açık kalmış. Perde rüzgârdan dalgalanıyor. Belli ki kedi buradan girmişti. Sokak kedileri kapıyı pencereyi itip eve giriyorlardı. Bu korkulu anımı hiç unutmam. Çocukları evde yalnız bırakmayın onlara cinli perili korku verici hikâyeler anlatmayın derim.

Aradan epey bir zaman geçti. Ticaret Lisesi’nde okuyorum. Osman Turan diye iyi bir arkadaşım vardı. Çok çalışkandı. Babası Almancıydı. Annesi rahmetli olmuştu. Bu önceleri yurtta kalıyordu. Sonraları iki arkadaş ev tuttular. Evde kalıyorlardı. Bazen bize geliyor. Beraber ders çalışıyorduk. Ben buna İngilizce dersinde yardım ediyordum. O da bana matematik derslerinde yardım ediyordu. Yazılılarda birbirimize devamlı yardımda bulunuyorduk. Bize gelir anneme: “Cemile Teyze canım şu yemeği istiyor.” derdi. Annem de kendi evladı gibi sevdiğinden ona istediği yemeği yapardı.

Bir gün Osman’ın evine gittim. Osman’ın midesinde ülser olduğu için devamlı süt içerdi. Osman bana dedi ki: “İsmail biz kapıyı çekip gidiyoruz. Kilidi yoktur. Öyle bırakıp gidiyoruz.” Mahallede bir kedi var. Kapıyı itip açıyor. Mutfağa giriyor. Benim süt bardağını dökmeden içip gidiyor. Ne yapacağımı bilmiyorum dedi. Tesadüf bu kedi de o anda kapıyı itip içeri girdi. Mutfağa doğru gitti. Hah işte bu kedi dedi. Hemen kapıya koşup kapıyı örttü. Eline de bir odun aldı. Kediyi nerde gördüyse odunla dövdü. Kedi camlara tırmanıyor, duvarlara tırmanıyor, kaçmaya çalışıyor bir türlü kaçamıyor. Sonunda öldü orta yere upuzun yattı. Osman kediyi öldürdün katil oldun dedim. Osman da çok üzüldü pişman oldu. Gidip bahçeden bir kürek getireyim de kediyi çöpe atayım dedi. Kapıya doğru gitti. Kapıyı açmasıyla birlikte kedi kurşun gibi havadan uçtu gitti. Kedinin bu hızla uçarak gittiğini ilk defa burda gördüm. Neyse ki ölmemiş çok şükür. Ölseydi ikimiz de çok üzülmüş olacaktık.

Bir de İzmir’e gittim. Ablam İzmir Konak’ta emekli öğretmendir. Bunun kedileri var. Kedilerine çok iyi bakar. Bir gün ablamın evinde namaz kılacaktım. Seccademi serdim namaza durdum. Sonra secde yapmak için eğildim. Önümdeki koltuğun altında büyük bir sarı kedisi varmış. Benim secdeye gitmemden korkmuş herhalde. Aniden yüksek sesle miyavladı. Bana pençe atmaya çalıştı. O anda birden çok korktum. Farz namazı bozdum. Evdekiler bu hali gördüler kahkaha atarak güldüler. İsmail de amma korktu dediler.

Bankada çalışırken 1998 yılında açık kalp ameliyatı oldum. Ablam da beni ziyarete İzmir’den geldi. Kedisini de özel sepette yanında getirdi. Sofra kurulduğunda ablam evde olursa kedi bizden hiç korkmazdı. Sofraya ön ayaklarını uzatır yiyecek çekmeye çalışır. Biz kediye kızıp çek ayağını dersek kedi bize kafa tutardı. Ablam olmadığı zaman sofraya gelmezdi. Bir gün ablam kediyi bize bıraktı bir iki günlüğüne Çorum’a gitti. Kedime iyi bakın dedi. Benim hanım da sen gidince kedini kapıya atarım diye şaka yaptı. Ablam Çorum’a gitti. Telefon açtı. İsmail nasıl oldun diye hal hatır sordu. Sonra da kedi napıyor dedi. Abla hiç sorma kedin kayboldu dedim. Ablam şaka etme İsmail dedi. Vallahi kedin kayboldu. Arayıp bulmaya çalışıyoruz dedim. Ablam gerisin gerisi otobüse bindi. Yozgat’a hareket etti. Sonra kedini bulduk diye telefon ettim. Ablam Yozgat’a doğru hareket etmişti.

Bugünkü anlatacaklarım bundan ibaret olup haftaya buluşmak üzere yazımı Hüzni Baba’nın bir mısrasıyla bitiriyorum. Hepinize selamlar saygılar…

Coşkun sular gibi durmaz akardım

Bülbül idim gülistanı yıkardım

Lale idim reyhan gibi kokardım

Karaçalı gibi kokamaz oldum