Bu haftaki makalemde de ALİYAR hakkında sizlere bilgi vermeye çalışacağım.

ALİ bir ağanın yanında azap olarak çalışıyormuş. Ağa hacca gitmiş. Bir gün ağanın hanımı helva pişirmiş. ALİ ye;

“ALİ ağan olsaydı da, helva yeseydi, ne iyi olurdu “ demiş ALİ ;

“Abla, bir tepsiye koy da ağama verip geleyim “ demiş. Ablası her halde kendisi yiyecek, istemiye utandı .vereyimde yesin diyerek bir tabak daha helva verir. ALİ , ağa nın teşbihi ile ağızlığını da alarak ortadan kaybolmuş. İkindi namazına yakın bir saatte ağa sını bulmuş, helvayı vermiş. Teşbih ile ağızlığını da ağa sına bırakarak, akşam namazına köyüne geri dönmüş. Hanım ;

“Neredesin ALİ, teşbihle ağızlığı ne yaptın ? “ demiş.

ALİ de teşbih ile ağızlığı ağa sına verdiğini, gelirken getireceğini “ söylemiş.

Hacıların dönme zamanı gelir ve herkes ağa yı karşılamaya gider. Ağa ;

“Bana gelmeyin. ALİ yi karşılayın. Asil Hacı ALİ dir. ALİ dosttur. ALİ yardır “ demiş. Sırrı ortaya çıkan ALİ orada ölmüş. Adı da ALİ YAR kalmış.

ALİYAR ın Türbesi tamir edilirken SATILMIŞ’ın HASAN ile DEDE FAKILILI HASAN MEHMET in MUSA; “Bu adam hakkında böyle böyle diyorlar. Şu mezarı açıp da bir bakalım “ diyerek mezarı açarlar.. ALİ nin ayağının serçe parmağı hiç çürümemiş olarak ellerine gelir. Bunlardan birinin evi yanar. Diğeride yüz felci geçirir. Mustafa Karabulut un eserinden faydalanılark yazımı sizlere anlattım.

MEHMET HOCA EFSANESİ

MEHMET HOCA diye alim bilgili bir hoca varmış bu hoca çok öğrenci yetiştirmiş. Yetiştirdiği öğrencilerin çoğu din bilgini hafız olmuş.

Bu mübaret zat bir kış günü hastalanmış. Ziyaretine gelen öğrencilerine ; “ Oğlum gidin bana ILIMAN dan salatalık getirin demiş. Talebeler hocalarının bu isteğine şaşırmışlar. Bir birlerinin gözlerine bakmışlar. Herhalde hocamız hastalığının ateşinden ne söylediğini bilmiyor. Mevsimi yaz mevsimi sanıyor diye kendi aralarında konuşmuşlar. Hocaları tekrar çocuklara haydi durman bana ILIMAN dan salatalık getirin diye ısrar etmiş, talabelerde nasıl olsa bulamayız. Hocamızı üzmeyelim gidip bir bakıp gelelim diye ILIMAN a kadar gitmişler. Birde bakmışlar ki bahçe yemyeşil hocalarına yetecek kadar salatalık alıp gelirler. Hocalarına verirler. Sonra oradan ayrılınca gidip ILIMAN daki salatalıkları toplayıp evimize götürelim biz yiyelim diye tekrar ILIMAN a giderler. Bir de bakarlar ki her taraf karlarla kaplı, hayret içinde dona kalırlar.

Sabit Uzel in eserinden faydalanılmıştır.

Bugünkü anlatacaklarım bundan ibaret olup, haftaya başka bir makalede buluşmak üzere yazımı BAYRAK adlı bir şiirimle bitiriyorum. Hepinize selamlar, saygılar, sevgiler.

BAYRAK

EY göklerin kızıl ve beyaz süsü

Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü

Işık ışık, dalga dalga bayrağım.

Senin destanını okudum senin destanını yazacağım.

Sana benim gözümle bakmayanın mezarını kazacağım.

Seni selamlamadan uçan kuşun yuvasını bozacağım.

Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder

Gölgende bana da bana da yer ver !

Sabah olmasın, genler doğmasın ne çıkar ;

Yurda ay – yıldızın ışığı yeter.

Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün

Kızıllığında ısındık,

Dağlardan çöllere düşürdüğü gün

Gölgene sığındık.

Ey şimdi süzgün, rüzgarla dalgalı ;

Barışın güvercini savaşın kartalı …

Yüksek yerlerde açan çiçeğim

Senin altında doğdum.

Senin dibinde öleceğim.

Tarihim şerefim, şiirim, her şeyim ;

Yer yüzünde yer beğen

Nereye dikilmek istersen

Seni oraya dikeyim.