Eski bir İstanbul hanımefendisi anlatıyor: Yıl 1919 . İstanbul baştan aşağı İngilizlerin işgali altında. Liseyi yeni bitirmiştim. Güzel bir kızdım; dünürcülerim gelmeye başlamıştı. Biri avukatmış, gösterdiler uzaktan, boylu poslu yakışıklı bir delikanlıydı beğendim. Nişanlandık, nişanlımı seviyordum. Mutlu bir yuva kurmak hevesi ile lamba ışığının altında sabahlara kadar oyalar örüyor, çeyizler hazırlıyordum.
Ama çok geçmedi ki; mahallede bir dedikodu yayıldı: Ayşe’nin nişanlısı avukat değilmiş, ipsizin biriymiş, üstelik cami önlerinden tabut taşıyarak karnını doyuruyormuş! Duyunca perişan oldum. Babamla gittik, uzaktan izledik; gerçekten de tabut taşıyordu nişanlım…Yıkıldım, nışanı attık, ayrıldım.
Aradan 5 yıl geçti; evlenmiştim. Bir de çocuğum olmuştu. 1924 yılıydı. Artık ülkemiz özgürdü. Bir gün Beyoğlu’nda rastladım ona. Oğlum yanımdaydı. Beni görünce titredi, çeketini düğmeledi. Saygı göstererek durdu önümde.
Vaktiniz varsa size bir çay ikram etmek isterim, dedi. Olur, dedim. Bir büroya girdik. Burası bir avukatlık bürosuydu ve kapıda adı yazıyordu.
İçerde yardımcıları çalışıyordu.
Siz gerçekten avukat mısınız, dedim. Evet, dedi. Peki, avukatsınız da neden cami önlerinden tabut taşıyordunuz, diye sordum.
Durdu, başı öne eğildi. Beni affedin, dedi. İstanbul işgal altındaydı, Her taraf İngiliz askeri kaynıyordu.Her şeyi didik didik arıyorlardı.Biz de Anadoluya ,Milli kuvvetlere ancak, cenaze süsü vererek tabutlarla silah taşıyorduk. Bu ülke için hayati bir işti. Bunu size bile söyleyemezdim !.. Sustum nutkum durmuştu?..
Bu vatan için:canlarını ve aşklarını feda edebilenlere borçluyuz ..!...
**
Kimsenin Kalbi Dışardan Bakıldığında Görünmez!
Yaşlı adam buz gibi havada sattığı mendillerden birini uzattı genç çifte: “Almaz mısınız evladım? Siftahım yok, hadi alın !”
-"İhtiyacımız yok bey amca!-" deyince genç adam, tekrar etmişti yaşlı adam tatlı ses tonuyla.
-"Mendile hep ihtiyaç vardır be evladım. Al bitane hadi al-" dediğinde ise genç adamın yanındaki nişanlısı hapşurmuştu o anda.
Ceplerini arar gibi yaptı ama bulamamıştı aradığını. Aslında ihtiyacı vardı mendile.
Genç adam ise ne kadar arasada bozuk para bulamadı ceplerinden. On lira bulabilmişti.
-"Neyse kalsın bey amca -" deyip göndermişti yaşlı adamı.
Sevdiği neden böyle yaptığını sorduğunda ise: “Bunlar böyledir sen bilmezsin, siftahım yok derler para üstü vermemek için. Bir mendile fazla fazla alırlar parayı. Gözüne baktım mı anlarım ben bunların ciğerlerini bilirim. Fırsatçının teki işte-" deyince elindeki çantasının içine bırakılmış bir mendil paketinin olduğunu görmüştü. Adamın iyi niyetli olduğunu anlamış pişman olmuştu ama adam çoktan gözden kaybolmuştu. Arasada bulamazdı nerden bulacaktı ki?
Ertesi gün tekrar buluştular nişanlısıyla. Balık ekmek yedikleri dükkandaki haber kanalındaki bir habere takıldı biranda ikisininde gözü: Uzun zamandır boğazından tek lokma geçmemiş olan, sokaklarda yaşayıp, ekmek parasını mendil satarak kazanan yaşlı adam dün gece bir bankta açlıktan ölmüş... - diyen spiker'in sesiyle yediklerini ellerinden bıraktılar.
Genç adamın nişanlısı cebinde hala duran kağıt mendili çıkardı. İkisinininde gözlerinden birkaç damla yaş süzüldü o anda...Yaşlı adam bir gün önce mendile ihtiyacı olduğunu anlamıştı genç çiftin. Ama onlar ihtiyaç sahibi olduğunu, aç olduğunu anlayamamıştı yaşlı adamın... Kimsenin gözüne bakıpta karakterini anlayacağımızı düşünmeyelim. Kimsenin kalbi dışarıdan bakıdığında anlaşılmaz!...
(Not: Alıntıdır)