Bir dönem dilde sadeleşme adına birtakım devrimler yapılmış ve dilimizin sadeleşmesi yerine dilimizin yozlaşması yoluna gidilmişti. Atılan bazı kelimelerin yerine konulan kelimeler bazen toplum tarafından kabullenilmemiş, bazen de önceki kelimenin yerini tutmamıştı. Dolayısı ile dilde bir karmaşa meydana gelmiş, dili yapısında uymayan bir takım “sel”li, “sal”lı kelimeler alay konusu olmuştu.
Birkaç Marksist-sosyalist ve kendini bu milletten saymayan sözüm ona aydınlar tarafından ısrarla kullanılmış, topluma da yaygınlaştırılmaya çalışılmıştı. Buna karşılık, ülkede bulunan diğer dil hocaları bu konuya sıcak bakmamışlar. Birtakım uyduruk kelimeler almakla dilde sadeleşme sağlanamayacağını belirtmişlerdir.
Bu konuda ünlü dil ve edebiyat uzmanı Necmettin Hacıeminoğlu’nun kısa tespitlerini aktaralım.
“Dilde sadeleşme hareketinin başladığı ilk Tanzimat yıllarından itibaren, günümüze kadar, bu konuda çeşitli görüşler ortaya çıkmıştır. O günden beri hep birbiri ile tartışma halinde olan başlıca görüşleri şöyle sıralayabiliriz:
“1-Öteden beri, sayıları oldukça az, tesir sahaları da o nisbette dar bir aydın zümresi Arapça, Farsça ve Türkçeden meydana gelmiş bulunan Osmanlıcanın değiştirilemeyeceğini, üç büyük dilin bir çeşit birleşmesi demek olan bu “Karma dil” düzeni bozulduğu takdirde, Türkçenin kendi kendine yeter bir kültür dili olamayacağını iddia etmiştir. Onlara göre Arapça ve Farsçanın geniş manada desteği olmazsa, Türkçe zayıf, fakir ve yetersiz bir dil durumuna düşer. Bahis konusu “Desteklenme” keyfiyeti ise, sadece ihtiyaç duyulan kelimeleri almaktan ibaret olmayıp, geniş ölçüde gramer kuralları söz yapımı usulleri ve çekim şekillerine de şamil olmaktadır.”
“Tamamiyle sakat bir görüşün mahsulü olup, Tanzimat ve Servet-i Fünûn devrinin ikinci derecedeki bazı yazıları tarafından ileri sürülen bu iddia, hiçbir zaman müsbet karşılanmamıştır. Çünkü en az iki bin yıldan beri gramer kuralları teşekkül etmiş edebi ve medeni bir yazı dili olarak tarih sahnesinde görülen Türkçenin, bunca kültür merhalesini aştıktan sonra Arapça veya Farsçanın himayesine muhtaç olacağı düşünülemez. Yüzyıllar boyunca sayısız imparatorluklar kurmuş bir milletin dili, hiç, himayesine aldığı kavimlerin diline esir olabilir mi? Bütün dünya dilleri için söz konusu olan karşılıklı kelime alış-verişi dışında, bir başka dilin desteğine Türkçe niçin muhtaç olsun?”
“Gerçi üç büyük dilin imkânlarını birleştirmek suretiyle teşkil edilen Osmanlıca, ifade gücü bakımından, zengin ve mükemmeldi. Fakat çok dar bir zümrenin benimsemiş olduğu bu “Sentetik” dil millilik vasfından mahrumdu. Çünkü cümle kuruluşu, beyan tarzı ve edebi dile hâkim gramer kuralları Türkçe değildi. Osmanlıca dediğimiz yazı dili içinde Türkçe daima üçüncü derecede kalmıştı. Dilimizin bünyesinde sert bir cisim gibi duran Arapça, Farsça unsurları işte bu sebeple, millet çoğunluğu tarafından asla benimsenmedi. Nitekim esas itibariyle sakat bir görüşe dayanan ve Türk milliyetçiliğine aykırı olan bu düşüncenin zamanımızda artık hiçbir ciddi temsilcisi yoktur.”
“2-Sayıları birincilere nisbetle daha çok, tesir sahaları da epeyce geniş olan diğer bir gurup ise, dil devriminde aşırı görüşü temsil eden tasfiyecilerdir.”
“Bunlara göre, dilimize girmiş bulunan bütün yabancı asıllı sözler, hususiyle Arapça, Farsça kelimeler, hiçbir ölçü, sınır ve müsamaha tanınmaksızın derhal atılmalıdır.”
“Bu kitlenin düşünmesi hem tabiat kanunlarına hem de sosyal ve insani gerçeklere aykırıdır. Koyu bir Osmanlıcanın hüküm sürdüğü Tanzimat ve Servet-i Fünûn yıllarında öyle bir aşırılığa tepki olarak doğan Ahmet Hikmet gibi, Fuat Kösearif gibi, tasfiyeci görüş sahiplerini, o günün ruhi şartları içinde normal karşılamak mümkündür. Hatta sadeleşme hareketinin yeniden alevlendiği 1932 yıllarından, sonra bazı kimselerde görülen aşırı tasfiyeci tutumu da gene o devrin heyecanı ile yapılmış tabii bir ölçüsüzlük sayabiliriz. Ama bugün, 1963 yılında ilk hamleden 130, ikinci hamleden 30 yıl geçtiği halde Türkçe bu kadar sadeleştiği, hatta Servet-i Fünûn devrindeki tasfiyecilerin tasavvur ettiklerinden daha fazla özleştiği halde, hala aşırı tutumda direnmek hiçbir surette hoş karşılanamaz.”
“Zira evde annemizin, sokakta çocukların, otobüste biletçinin konuştuğu, anladığı ve sevdiği herhangi bir kelimeyi, bu söz soy bakımından Türkçe değildir diye, zorla dilimizden atmaya kalkmak akıl ile bağdaşamaz. Yaşayan ve kullanılmakta olan bir kelimenin “hüviyet” ini sormak, “soyunu sopunu” araştırmak hiçbir mantıki delil ile müdafaa edilemez. Ama ne yazık ki, bütün bu sağduyu dışı ölçüsüzlüklerin öncüleri, hareketlerinin sorumluluğunu ısrarla Atatürk’e yüklemektedirler. Böylece de hücum ve tenkidden kurtulacaklarını ummaktadırlar…”
(Not: Haftaya devam edecek)
Dr. M. Necmettin Hacıeminoğlu. “Dil Devriminde Çeşitli Görüşler” Türk Kültürü Dergisi, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü Yayını, Ayyıldız matbaası, Ankara Eylül 1963, ayda bir çıkar. Yıl 1, Sayı 11, Sayfa: 5-9