Peygamber Efendimizin, “Kostantîniyye elbette fetholunacaktır. Onu fetheden kumandân ne güzel kumandân ve onu fetheden ordu ne güzel ordudur” hadîs-i şerîfinden dolayı İstanbul, Müslümânlar tarafından defâlarca kuşatılmıştır. Ama muhkem kalelerle korunan şehrin fethi, ancak yedinci Osmanlı pâdişâhı Fâtih Sultân Mehmed’e ve onun şânlı ordusuna nasîb olmuştur.

Fâtih Sultân Mehmed Hân, 23 Mart’ta muhteşem ordusuyla Edirne’den hareket edip 6 Nisan’da İstanbul kuşatmasını başlatmıştı. 18 Nisan’da İstanbul adalarını aldı, 22 Nisan gecesi Türk donanması karadan Haliç’e indirildi. 23 Nisan’da sulh teklifine gelen Bizans elçisine, genç Pâdişâh İkinci Mehmed; “Ya ben bu şehri alırım, ya da bu şehir beni alır!” cevâbını verdi.

Fâtih’in hocası Akşemseddîn hazretleri, İstanbul”un fethi için açılan cihâdın idâresi hakkında, Sultân’a gerekli tavsiyelerde bulunarak müjdeler veriyordu. Fâtih Sultân Mehmed Hân da, ordusunun başında gece-gündüz devâmlı bulunarak, İstanbul önlerinde hücûm için gereken hâzırlıklarla meşgûl oluyor, önceden hâzırladığı harp planlarını birer birer tatbîk ediyordu.
Mücâhidler ordusunun arasında bulunan büyük âlimler ve evliyâ zâtlar, nusret-i İlâhiyyenin (Allahü teâlânın yardımının) gelmesi için devâmlı duâ ve niyâz ediyorlardı.

Ulubatlı Hasan’ın burçlara bayrak dikmesi ile coşan askerler, delik deşik olan sûrlardan içeri girdiler. 29 Mayıs sabâhı yapılan son taarruzda İstanbul düştü. 20 parça donanma ve 300.000 askerden müteşekkil ordunun, yeri-göğü sarsan “tekbîr” ve “tehlîl” sesleri arasında, öğleden sonra Fâtih Sultân Mehmed Hân, Topkapı tarafından şehre girdi.

Türk târihi, sayılamayacak kadar çok kahramân ve cihângîrlerle doludur. Fâtih Sultân Mehmed de bunların başlarında gelir. İstanbul’u, biz torunlarına mîrâs bırakan Fâtih’in hayâtı, Garp’ta ve Şark’ta asırlar boyu, her cephesiyle incelenmiş, hakkında nice kitaplar yazılmıştır. Tetkîk edildikçe derinleşen, derinleştikçe deryâlaşan bu cihângîrin sayılamıyacak kadar çok üstün vasıfları vardır.

Fatih çok mükemmel yetişmiş bir hükümdârdı. Arapça, Farsça, Lâtince, Sırpça ve Yunanca’yı çok iyi bilen, Avrupa ilim ve tekniğini de en üst seviyede takip eden Fâtih Sultan Mehmed Hân, çeşitli ilimleri öğrenmek için devrin en mütehassıs âlimlerini kendisine hoca ta’yîn etmişti. Bunlar her gün muayyen sâatte gelip kendisine ders okuturlardı. Hocazâde, Molla Gürânî, Molla İlyâs, Sirâceddîn Halebî, Molla Abdülkâdir, Hasan Samsûnî, Molla Hayreddîn ….. gibi büyük âlimler ona hocalık yaptılar...

Kumandânlığı ile diplomatlığı da dâimâ berâber yürütürdü. Askerî ve siyâsî sâhada eşsiz bir dehâ idi. Ne istediğini ve ne yapabileceğini bilen, o işleri başarabilmek için gerekli tedbîrleri, yorulmak bilmeyen bir azim ve sabırla hâzırlayan bir komutandı.

Bütün seferlerini, bir plâna göre yaptığından nereye gideceğini, nerede duracağını bilerek hareket ederdi. İstanbul fethinin çok önemli bazı sonuçları oldu. Bunlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz:

Bizans”ın çöküşü ile “Ortaçağ” kapanıp “Yeniçağ” açıldı. Bu; ilmin, tekniğin, san’atın ve îmânın eseriydi. Dünyânın en büyük kilisesi olan Ayasofya, câmi hâline getirildi. Fâtih bu ma’bedin kıyâmete kadar “Câmi” kalmasını yazılı olarak vasiyet ve vakfetti.

Fetihten sonra Tuna”nın güneyi ile Fırat-Toros hattının batısındaki sâha Osmanlılara katıldı. Boğdan, Sırbistan, Mora, Amasra, Çandarlı Beyliği, Trabzon Rum İmparatorluğu, Akkoyunlu Beyliği, Kırım Hânlığı Osmânlılara ilhâk edildi.

Venedik’in deniz üstünlüğü bitti. Dünyânın her tarafından ilim adamları akın akın İstanbul’a geldi. İstanbul bir ilim ve san’at merkezi oldu. Hıristiyân halk, hattâ Papazlar bile İstanbul’da lâtin şapkası yerine, Türk sarığı görmeyi tercîh ettiklerini söylediler.
İstanbul’un fethi, Rönesans hareketlerini başlatmak ve gayr-i müslimlere adâleti göstermekle, Avrupa için de bir fetih olduğu gibi, hem Müslüman Türklerin ve hem de bütün İslâm âleminin medâr-ı iftihârı ve dünyanın da dört yüz yıl boyunca tek süper devleti olma vasfına ulaştı!...