Geçen günlerden birinde çocuklarla sitemizin bahçesinde kardan adam yapmıştık, kardan mutluluk diyelim. Bizim çocuklar pek mutlu oldular. Biz kardan adamı yaptığımızda bahçede başka yoktu. Akşam balkondan baktığımda sayısı altıya çıkmıştı; güzelliklere sebep olmak ne güzel bir duygu. Mutlu olma sırası bana gelmişti.

Her şeyin bir ömrü olduğu muhakkak, gönül ister ki her şey kendi ömrünce var olsun. İnsanların kasıtlı bir müdahalesi olmadan varlığını tamamlasın. Bizim kardan adamlarımız ömrünce kalamadı. Sadece bir gün sonra iki gencin kardan adamları tekmeleyerek yıktıklarına şahit oldum maalesef. Çok dokundu bana doğrusu. Neden, muhtemelen kendileri de daha birkaç seneye kadar kar yağdıkça kardan adam yapıp sevinen bu çocuklar böyle bir davranış sergilediler; düşündüm ister istemez. Bu olayda bir merhametsizlik vardı; evet cansızlara bile merhamet edilmeli bence, en azından onları yapan küçücük yüreklere merhamet etmeliydiler. Cahildir(toy anlamında), çocuktur deyip üzerinde fazla durmamazlık yapabilirdim ama mesele o kadar basit değil.

İlk yazımızda bahsetmiştik, bizim medeniyetimiz bir merhamet medeniyetidir diye. Kuş evlerinden sadaka taşlarına, göçmen kuşlar için kurulmuş vakıflardan yük hayvanlarının çalışma saatlerini bile düzenlemeye kadar merhameti kurumsallaştırmış bir medeniyetin mirasçısıyken ne oldu bize? İlkesiz medya organlarının başımızdan boca ettiği haberlerde gördüğümüz; en aziz hak olan yaşam hakkını bitirmeyi kendine hak gören insanlar nereden türedi. Bunlar bizden olmayanlarca içimize bırakılmadı, aksine bizim içimizden çıktı. Kimimizin evinden, kimimizin mahallesinden. Merhameti öğretmediğimiz, belki merhameti tattırmadığımız, çocuklar büyüdürler. Akran şiddetinin önüne geçemedik. Pisliğe batmış dizilerin “çukurundan” kurtaramadık ailemizi. Evlerimizde merhamet öyküleri anlatamadık, mahallelerimizde merhamet abideleri yükseltemedik, okullarımızı merhamet yuvası yapamadık; haliyle toplumumuzda merhamet örnekleri eskilerin anlattığı hatırlarda kalmaya başladı. Haksızlık etmeyelim, merhametin aramızdan tamamen ayrıldığını söyleyemeyiz hamdolsun. Güzel örnekler de az değil.

Kötülüğün ve zulmün yine her türlü medya ile afişe edildiği tuhaf zamanlarda yaşıyor olmamız işimizi zorlaştırsa da kalbi duyargalarımızı güçlendirmemiz, iyiliği ve merhameti bayraklaştırmamız gerektiriyor. Ancak o zaman kardan adamları yıkmayan gençler yetiştirmemiz mümkün olabilir. Evimizin, okulumuzun, mahallemizin, şehrimizin ve ülkemizin huzuru, merhameti içselleştirmekten geçtiği muhakkak. Bunu elde etmemiz hiç de zor değil, sadece minarelerden yükselen bir çağrıya kulak vermek yeterli olacaktır: Hayya’lel felah, yani haydi felaha…