Koronavirüs ile tanıştığımızda 2020 yılının mart ayı idi. Hiçbirimiz yaşamak üzere olduğumuz bu salgının bizlere neler yaşatabileceğini ve bunun boyutlarının ne olabileceğini kestiremedik. Nasıl bir şeyle karşı karşıyaydık. Bilmiyorduk. Donkişot’un yel değirmenleriyle savaşdığı gibi kılıcımızı savuruyorduk ama ne düşmanımızı, ne de nasıl savaşacağımızı bilmiyorduk. Hayatımıza giren bu virüs dünya da sayısı az görülen bir yıkımın habercisiydi. Bu virüsle birlikte en büyük düşmanımız bilinmezlikti. İlk vaka 11 Mart ta çıktı. Evet artık virüs Türkiye’ de idi. Hepimizin endişeleri artmıştı. . Ama diğer ülkelerdeki salgının yayılma hızı ve ölümlerin artışı yanında bizim durumumuz çok iyiydi. Bizde henüz ölümler başlamamıştı. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca her gün ekranlarımızda bize bilinmeyen virüs hakkında kendilerinin de yeni öğrendiği bilgileri aktarıyor, ve alınabilecek önlemlerden bahsediyordu. MASKE – MESAFE - HİJYEN diyordu. Dışarı ihtiyaç olmadığı sürece çıkmayın, kalabalık ortamlardan uzak durun, toplu taşıma araçlarına binmeyin diyordu. 20 saniyen az olmamak koşulu ile ellerinizi sık sık yıkayın diyordu. Virüs yaşlılarda ve kronik hastalığı olan insanlarda çok daha fazla etki ediyor diyordu. Her gün hepimiz televizyon ekranlarının karşısında virüse yakalanan hastaları ve ölümleri takip etmeye başladık.. Türkiye de ve dünyada ki bu salgın artık yavaş yavaş adlandırılmaya, tanımlanmaya ve nasıl önlemler alınacağı üzerine tartışılmaya başlanmıştı. Virüs ile ilgili belirsizlikler yavaş yavaş ortadan kalmaya başlıyordu. Ama bu bizi rahatlatmak yerine korkularımızı ve endişelerimizi daha da artırıyordu. Düşmanın silüyeti artık ortadaydı. Ama virüsün bizlere henüz neler yapabileceğini bilmiyorduk. Bulaş ve ölüm rakamları her geçen gün artıyordu. Artık savaştığımız virüs kontrol edebildiğimiz bir virüs değildi. Uzağımızda sandığımız ve bize gelmez diye düşündüğümüz virüs artık evlerimizdeydi. En sevdiklerimizi bizden ayırıyordu. Hane halkına da bulaşıyor öldürmese de insanlarda hasar bırakıp yan kapıyı çalıyordu. Korkunç bir hızla ilerliyordu. Günlük ölüm rakamları 300 ü buluyor bulaş sayıları ve temaslılar milyonları geçiyordu. Ölümler çoğaldıkça vakalar arttıkça toplumdaki belirsizlik yerini korku ve endişeye bırakıyordu. Devlet yetkilileri ve bilim insanları bir karar vermiş bu virüsle savaşmak için yeni bir yol bulmuşlardı. HAYAT EVE SIĞAR mottosu ile bütün insanları evlere sığdırdılar. Artık evlerden çıkmamaya, çocukları okullara göndermemeye, işleri olanların işlerini evden yürütmeye başladığı, kimsenin bir yere gitmediği ve gelmediği bir döneme geçildi. Anne ,baba, akraba, komşu, arkadaş herkes evinde ve yalnızdı. Bu salgın anayı evlattan ayıran kimsenin kimseye diyecek sözünün ve gidecek yolunun kalmadığı bir dönemdi. Artık herkes kendisini ve çekirdek ailesini korumak için bir seferberliğe giriyordu. Sokaklar işsiz ve çaresiz insanlarla doldu. İşi olan evlerinde işlerini yapmaya, hatta bunun keyfini çıkarmaya başladı.

İşsizler ev de… Karı kocalar evde… Çoçuklar evde… Yaşlılar evdeydi.

Hayat eve sığar mottoları ile insanlar kendilerini ve diğer insanları virüsten korumak için evlere hapsoldular. Peki gerçekten hayat eve sığdı mı ? İşlerinden ya da okullarından hayat telaşından bir araya gelemeyen aileler bir süre birlikte olmanın tadını çıkardıllar belki… Ama bu virüsün insanları kolay kolay terk etmeye hiç niyeti yoktu. Böyle olunca da evdeki birliktelikler yeni sorunları da getirmeye başladı. Hayat İnternet üzerinden akmaya başlayınca internet alt yapılarında sorunlar oluşmaya başladı. Kadın ve koca arasında kavgalar başladı. Hele bir de erkek eş işsiz ise evde huzur tamamen kayboldu. Kadına şiddet ve çocuğa şiddet arttı. Çocuklar birden fazla ise eğitim online olduğu için telefon tablet kavgası çıktı. Ev de bir de yaşlı varsa onların bakımı ve istekleri evdeki gerginliği üst düzeye çıkardı. Bu pandemi sürecinde her türlü şiddet en üst seviyeler e taşındı. Ve yine en ağır yük kadınlarda kaldı. Kadınlar çalışıyorsa ayrı bir yük, ev kadını iseler çok daha ayrı bir sorumluluk ve yükün altına girdiler. Kadının görünmeyen ev içindeki emeğinin üstüne tonlarca yük bindi. Depresyona giren, psikolojisi bozulan, intihar teşebbüsünde bulunan kadın sayısı arttı. Aile içi şiddet ve boşanma oranları ikiye katlandı. Üç kuşağın evlerde olması çatışmaların ve kaosun büyümesine yol açtı. Toplumda davranışlarımız ve alışkanlıklarımız değişmeye başladı. Sarılarak, kucaklaşarak, öpüşerek, iletişim kurma, yerini artık maske mesafe hijyen diyerek uzaktan telefon ve görüntülü telefon görüşmeleri yoluyla hasret gidermeye bıraktı. Büyük aile buluşmaları, düğünler ,bayramlar, hasta ziyaretleri , komşuluk ilişkileri artık hiçbir şey eskisi gibi olmuyordu. Ve uzunca bir sürede olmayacak gibi görünüyordu.

Koronavirüs 2020 ve 2021 yıllarında insanlara çok büyük kayıplar verdirdi. Ve çok büyük acılar yaşattı. İnsan vücudunda onulmaz hasarlar bıraktı. Toplumsal yapımızda ve kültürel yapımızda büyük erozyonlar yarattı. İnsanları yalnızlaştırdı, korkuları ve kaygılarıyla baş başa bıraktı.

2022 Koranavirüs çok farklı varyantları ile gizemini hala koruyor. Delta , omicron , ıhu gibi çok farklı isimlere ve şekillere bürünerek hayatımızda kalmaya devam ediyor. Her varyantın etki alanları vücutta yarattığı hezeyanlar çok farklı…

İlginç olan şu ki iki yılın üstünde bir zamandır hayatımızda olan bu virüs evlerimize misafir olarak giriyor. Ya en sevdiklerimizi alıyor ya da bizlerde hasar bırakarak yan komşuya geçiyor. Girmedik kapı ve belli ki girmedik vücut bırakmayacak ama biz onun bizlere yaşattığı her türlü yoksunluk ve acıyı ne kadar çabuk tolere edebiliyoruz. Binlerce milyonlarca insanın hayatımızdan sessizce gitmesine tanık olmamıza rağmen bunları ne kadar çabuk kabul ediyor ve kanıksıyoruz farkında mısınız?

Bizler ne zaman böyle olduk…