İstiklal Marşını daha iyi anlayabilmek için, ülkemizin Fransız, İtalyan, İngiliz ve Yunanlılarca işgal altında olduğu ve milli mücadelemizin devam ettiği günleri anlamak da, anlatmakta fevkalade zor gibi görünüyor.
“Ya istiklal ya ölüm” diyebilmek... Sivas: “Ya İstiklal Ya Ölüm!” 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal Paşa, 4 Eylül 1919’da Sivas Kongresi’ni toplar.
Sivas Kongresi, Milli Mücadele’nin hedefinin saptandığı kongre olacaktır ama bu kongrede bile büyük bir tartışma yaşanacaktır.
Tartışmanın temel konusu Milli Mücadele vermek için Anadolu’da bulunan bir kısım “Milli Mücadeleci”nin Amerikan mandasını savunmasıdır. Bugün için oldukça garip görünebilir belki ama o dönemin vatanseverlerinin bir kısmı tam bağımsız bir ülke kurmanın olanaklı olduğuna inanmıyordu ve bunun yerine daha makul bir yol olarak Amerikan mandasını savunuyorlardı. Sivas Kongresi’ne iki de üniversiteli genç katılmıştır.
Bunlardan Tıp Fakültesi öğrencisi olan Hikmet tartışmalar sırasında bulunduğu sırada ayağa kalkarak Mustafa Kemal’e şöyle seslenir:
“Paşam, üyesi bulunduğum Tıbbiyeliler beni buraya bağımsızlık davasını başarmak yolundaki çalışmaya katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemem...
Eğer kabul edecek olanlar varsa, bunlar her kim olursa olsun, şiddetle red ve takbih ederiz. Mesela, manda fikrini siz kabul ederseniz, sizi de reddeder, Mustafa Kemal’i vatan kurtarıcısı değil, vatan batırıcısı olarak adlandırır ve tel’in ederiz.”
Mustafa Kemal’in ona verdiği cevap daha da önemlidir: “Evlat müsterih ol. Gençlikle övünüyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz azınlıkta kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: Ya istiklal, ya ölüm!”
İSTİKLAL MARŞI
12 Mart 1921 tarihinde kabul edilen İstiklal marşının en büyük yazılma nedeni Türk milletinin kırılan cesaretini tekrar kazandırma çabasıdır. İstiklal Marşının kabul edildiği dönem olan kurtuluş savaşı dönemlerinde neredeyse ülkemizin her noktasında düşman işgali altındaydı. Öyle bir döneme ordunun ve halkın morale ve motivasyona ihtiyacı vardı. Bu zaman dilimi içerisinde camilerde vaazlar, gazeteler ve mitinglerle ordunun ve halkın morali düzeltilmeye çalışılmaktadır. Bu amaç doğrultusunda istiklal marşı yazılmaya karar erildi. Bunun üzerine Mehmet Akif Ersoy’un yazmış olduğu istiklal marşı 12 Mart 1921 tarihinde resmen kabul edildi.
İSTİKLÂL MARŞINA İHTİYAÇ DUYUŞUMUZ
Batı ile ilişkilerimiz gelişmeye başlayınca, onların önemli gördükleri yönleri kendimize örnek almaya başlamışız. Batılılarla olan ilişkilerimizde bizim de bir millî marşımız olması gerektiği anlaşıldı, destanlaşan Köroğlu türkülerimiz vardır.
Fakat bunların hiçbirisi geneldeki millî marş boşluğunu dolduramaz. Hepsi de halk arasında duygulu ve coşkuluca söylenir ama, devletçe seçilmiş, milletçe benimsenmiş, resmî bir marş boşluğu hissedilir.
Millî Marşımızın olmayışı, zaman zaman bizi zor durumlara düşürüyordu. İstiklâl Marşımızın kabul edilmesinden önce Türk sporcuları Avrupa´da uluslararası bir karşılaşmaya giderler.
Karşılaşma öncesi diğer takımın sporcuları kural gereğince sırayla millî marşlarını bir ağızdan söylerler. Sıra bizimkilere gelince, devlet ve milletçe kabul ettiğimiz bir millî marşımız olmadığı için zor durumda kalırlar.
Bu kez hep bir ağızdan: “Hamsi koydum tavaya..” türküsünü söyleyerek, o an için işin zorluğunu geçiştirirler. Burada millî bir marş eksikliği bütün açıklığı ile hissedilmiştir.
İstiklâl Marşı İçin Yarışma Açılması
Kurtuluş Savaşı´nın ilk yıllarında, ordunun eğitimi bakımından müziğin önemi takdir edilerek, halkı ve askerleri coşturacak, inanç ve güvenlerini artıracak bir millî marş yazdırılması ve bestelenmesi düşünülür. O günlerde yazar ve şairlerimiz, gazete ve dergilerde millî duyguları coşturucu yazı ve şiirler yazarlar. Güzel konuşma ´becerisi olanlar askerler ve halkın arasında ateşli, heyecanlı konuşmalar 3´apar-lardı. Benzeri etkinlikler okullarda da görülüyor ve etkili oluyordu. Mehmet Emin Yurdakul, Semih Rıfat gibi şairlerimiz cepheye giderek askerlerin anlayacağı dilde (konuşmalar yapıyor, şiirler okuyorlardı. Türkiye Büyük Millet Meclisi´nde de bir irşat encümeni kurulmuştu. Bu sırada Batı Cephesi Komutanlığı askerlerin ve halkın millî duygularını geliştirerek coşturacak bir şiir yazılıp bestelenmesini kararlaştırır. Bunun için yarışma açılmasını, birinci olacak şiiri yazana 500 Lira, besteleyene de 500 Lira ödül verilmesini uygun bulur.
Bu yarışmaların düzenlenerek sonuçlandırılması görevi, Millî Eğitim Bakanlığına verilir. Konu Millî Hükümet´in ilk Maarif Vekili {Millî Eğitim Bakanı) Dr. Rıza Nur ile Batı Cephesi Komutam İsmet Paşa (İnönü) arasında görüşülerek karara varılır.
Millî Eğitim Bakanı Dr. Rıza Nur bu işle, o zamanlar yeni (kurulmuş bulunan bakanlığının müsteşarı´ durumundaki Kazım Nâmi Duru´yu görevlendirir. Aynı konu İsmet Paşa ile müsteşar Duru arasında da görüşülür. Bu arada Dr. Rıza Nur Millî Eğitim Bakanlığı´ndan ayrılır.
Yerine Antalya Milletvekili Hamdullah Suphi Tanrıöver getirilir. Bu aşamada İstiklâl Marşının yazılması için yarışma açılır. Yarışma bir genelgeyle okullara duyurulur. Gazetelere ilân verilmez. Ancak, o zamanlar bu şiiri yazabileceğine inanılan şairlere de özel mektuplarla yarışmaya katılma çağrısı yapılır.
Açılan bu yarışma ilgi görür. Ancak katılanların arasında Mehmet Akif Ersoy yoktur. Bu işin para karşılığı yapılmasını Akif gururuna ve duygularına kabul ettiremediğinden yarışmaya katılmaz. O´nun yarışmaya girmemesinin nedenini Millî Eğitim Bakanı Tanrıöver öğrenerek kendisine özel bir mektup gönderir. Soruna gereken çözümün getirileceğini belirterek yarışmaya katılmaya çağırır. Bu güvence üzerine Mehmet Akif de İstiklâl Marşını yazarak yarışmaya katılır. Yarışmaya toplam 724 şiirle [katılım sağlanır. Bakanlıkta kurulan komisyonda bunların 717 tanesi elenir. Aralarında Akif´in yazdığı İstiklâl Marşı´nın da bulunduğu 7 şiir bugünkü deyimi ile finale kalır. Âkif´ten başka, Kâzım Karabeikir Paşa, Kemalettin Kamu, Muhittin Baha Pars, Hüseyin Suat da yarışmaya katılan ünlülerdir. Millî Eğitim Bakanı ´Hamdullah Suphi Tanrıöver, İstiklâl Marşı´nı finale kalan yedi şiir arasından TBMM´nin seçmesini istiyordu.