“Merhamet, hiçbir şeyin kendisi değil, su gibi, toprak gibi, hava, ateş gibi, her şeyin temeli… Onu getirin, kuracağı iklimde iyinin ölü bitkileri dirilsin, kötünün de diri bitkileri ölsün…” “sökün sahte su borularını, ev ev merhamet şebekesi kurun!” Bu sözler Necip Fazıl üstadın kahramanın adını taşıyan adeta “merhamet manifestosu” diyebileceğimiz Reis Bey adlı tiyatro oyunundan. Evet, merhamet bize sudan, havadan daha çok lazım, bize derken aslında tüm insanlığa.

Örnek vermek kastıyla kötü olanı resmetmenin kötülüğe bir araç olduğuna inanmasam; bırakın her türlü medya aracıyla gözümüze sokulan merhametsizlik örneklerini, günlük hayatta yaşadığımız farkına varalım ya da varmayalım onlarca merhametsizlik örneği sayardım. Bana göre, bu dünyada insanlık gitgide bozuluyorsa bunun en büyük sebebi kötülüğün yapılabilirliğini görmektir. İnsan melek değildir çünkü; her insanın içinde iyilikten olduğu kadar kötülükten de bir nüve(tohum) vardır. Hangi tohumu sular, bakımını yaparsanız o büyür, yani eğitim ve terbiye önemli diyorum. İnsanları kötülükten alıkoyan en önemli sebeplerden birisi kötü olanın yapılabilirliğini görmemiş olmasıdır, aynı şey iyilik için de geçerli. O yüzden iyilik ya da kötülük toplum içerisinde neşv-ü nema bulur, çoğalır. Bugün şikayet ettiğimiz bütün kötülükler toplum içinde olanlardır, dağ başında tek başına yaşan insanda bunu bulamazsınız. Sadede gelirsek, kötü olanı, kötülüğü anlatmak aslında onu reklam etmektir. Bilakis burada iyiliği örnekleyelim ki iyilik çoğalsın, bereketlensin.

Ne diyorduk? Merhamet. Toplumlar genelde mensubu bulundukları medeniyetlere siyasi, coğrafi ya da dinî isimler verirler: Osmanlı Medeniyeti, Roma Medeniyeti, Doğu Medeniyeti, Batı Medeniyeti, İslam Medeniyeti gibi. Oysa ki medeniyetleri var eden sadece bu sınıflandırmalar değildir; dinamikleri, değerleri, algı ve yaşam biçimleridir onları var eden. Mesela başlıkta olduğu gibi bir adlandırma da yapılabilir: Merhamet Medeniyeti. Örnekleri çoğaltabiliriz elbette ama amacımız bu değil şimdi, derdimiz başka, devam edelim: “Böyle bir isimlendirmeye hangi medeniyet daha layıktır?” diye sorarsak, tüm İslam ülkelerinde yaptıklarını bildiğimiz ortadayken herhalde “Batı” diye cevaplayamayız. Her ne kadar bir miras yedi gibi olsak da, bugün bu sorunun cevabı yine bizim mensubu bulunduğumuz medeniyettedir. Bunu derken delillerim var elbette, ve o deliller görmek isteyenler için ayan beyan ortada. İyiliği örnekleyeceğiz demiştik ya işte bakışı biraz puslu olanlar için biz yazalım o delilleri. Mesela kimi camilerin duvarlarına yapılan kuş evleri ve göçmen kuşlar için bile vakıflar kurulması, yük hayvanları için çalıştırma saatleri ve dinlenme günlerinin kanuna bağlanması ancak bir merhamet medeniyetinin şiarı olabilir. Nizamülmülk’le başlayan medreseler ile eğitimin kurumsallaşması topluma merhametin göstergesidir, çünkü cehalet en büyük zulümdür. Sadaka taşları yani veren el ile alan eli birbirlerini görmeden buluşturan o muhteşem icat ile insan onurunu koruma gayreti ancak merhamet medeniyetinin düsturu olabilir. Evlerini yaparken başka bir evin güneşini engellememeye çalışmak ve mahremiyetine girmemek için komşunun penceresine karşı pencere açmamaya dikkat etmek ancak merhamet medeniyeti mensuplarının hassasiyeti olabilir. Evinin bir odasını misafire ayırmak ve yoldan geçen yolcuyu adeta kolundan tutup zorla misafir etmeye çalışacak kadar yolcuya, yolda kalmışa merhamet duymak ancak merhamet medeniyeti mensuplarının zenginliği olabilir. Daha nice örneklerle anlatabileceğimiz kayıp medeniyetimizi herhalde artık merhamet medeniyeti olarak isimlendirmekte bir sakınca olmasa gerek?

Başa dönecek olursak, hem Üstad’ın girişte verdiğimiz cümlelerinde ifade ettiği merhameti, hem de örneklerini verdiğimiz kayıp merhamet medeniyetimizi çok uzaklarda aramamak gerek, çok yakına bakmalıyız, yani kalbimize. Yine Üstad’ın aynı eserinden, Reis Bey’den bir sözle bitirelim: “Kalplerinizi değiştirin! Size hakikat gibi görünen şeylerin hemen değiştiğini görürsünüz.”