Fatma Tatlı, 25 yaşında Sivas’ın bir köyünde yaşıyor...
Fatma Tatlı, çok hareketli bir köy çocuğudur. Koşturup oynar. Ama yürüyüşünde bir tuhaflık vardır. Ayaklarının ucuna basar sürekli. Bu hâl, hastalığın ilk belirtisidir. Fatma, okula başladığında koşamaz hâle gelir, iyice güçsüzleşir, bir top değse yere kapaklanır.
Doktorlar teşhisi koyar ve ailesine; “Kızınız kas hastası, ileride tekerlekli sandalyeye muhtaç olacak.” der. Ancak onlar, hastalığı yıllarca saklar. Fatma durumu ancak lise çağında anlar.
Tedavi için Sivas’tan Ankara’ya geliş gidişler başlar. Her geçen gün çaresizleşen, daha da muhtaç hâle dönüşen bedeni karşısında genç kız, çıldıracak hâle gelir. İçine kapanır. Sürekli gözyaşı döker...
Tam ‘bittim’ dediği sırada, Almanya’da yaşayan ve çocukluktan beri görmediği teyzesi çıkagelir. Teyzesi, Kur’ân kursunda öğretmendir. Ona; “Herkesin bana acıyarak bakmasından sıkıldım.” diyerek feveran eder Fatma...
Teyzesi ise hastalığın kendisine Allahın bir hediyesi olduğunu söyler: “Geçici olan dünyada, Allah senden bazı kabiliyetlerini aldıysa, Cennette seni ha-yal bile edemeyeceğin güzelliklerle nimetlendirecektir. Allah kullarına zulmetmez, her işinde bir hikmet vardır.”
Duyduklarına şaşırıp kalan Fatma, o vakitte namaza adım atar. Ayakta duramazken nasıl kılacaktır? Teyzesi oturarak namazı anlatır. O namazla, derdini dert olarak gören Fatma gider, yerine yepyeni bir Fatma gelir. İlerleyen hastalığında en büyük tesellisi namaz olur.
Bir gün yazarlar Ahmet Bulut ve Senai Demirci, Sivas’a konferans vermeye gelir. Tekerlekli sandalyeyle oraya nasıl giderim diye düşünürken, annesinin telkiniyle kendini konferans salonunda bulur. Burada yazarlarla tanışır.
Fatma, 63 yaşında vefât eden Peygamber Efendimize 63 mektup yazmıştır. Hacca gidenlerle gönderecektir. Bunu duyan yazarlar, ertesi sabah soluğu Fatma’nın köyünde alırlar.
TRT, “Halktan biriyle” bir hac belgeseli çekecektir. Hemen; “Tekerlekli sandalye ile nasıl olur?” diye düşünmeden Fatma’yı teklif ederler. Aranan kişi bulunmuştur. Genç kız, yazdığı mektupları Medine’ye götürüp okuyacak bir tanıdık ararken, kendini mukaddes topraklarda bulur ve hacı olarak geri döner.
Kendini hac yolundaki, topal karıncaya benzeten Fatma;
“Derdim bana derman oldu.” diyor ve anlatıyor:
“Benim nimetim, şifam, güzel hastalığım; seni bana nimet ve şifa eyleyene sonsuz şükürler olsun. Her nimet şükür ister, ama benim için hastalık nimeti, şükrü mümkün olmayan bir nasip oldu elhamdülillah...
Hastalığımı delicesine sevdim. Hastalığım, dünyanın, dünyadaki her şeyin boş; gerçek mutluluğun ise ancak Cennette mümkün olduğunu öğretmek için gelmişti...
“Kıyam ve secdeye maddî olarak gidemeyişim bana namazı daha da sevdirdi. Kıyam etmenin muhteşemliğini özledim ve özlüyorum. Ayakta tüm bedenlerini kullanarak namaz kılanları görünce, gözlerim doluyor.
Ayakta durabilmek başka bir şey. Ama namazda kıyam etmek bambaşka bir şey...
İnsana desteksiz durmanın en yakıştığı yer, orası. Ve bu başımın secdeye değmemesi...
Ne kadar acı...
En çok istediğim şey, secdede başımın yere değmesi...

Alıntı…