Efendim bizim çok güzel bir bahçemiz, çok vefalı dostlarımız ve çok muhabbetlide bir ortamımız var. Allah herkese bu keyfi daha fazlasıyla tattırsın. Babam Rıfat ÇAKIR ise Yozgat hatıralarını anlatırken o ortamı hiç yaşamamış bizim gibi yeni nesillere bile nasıl ifade ediyorsa inanın özleterek duygulandırarark hissettiriyor ve pür dikkat dinletiyor.

Geçtiğimiz gün yine kalabalık bir köy arkadaşı gurubuyla ve yine doyumsuz bir sohbete giriştiler. Babamın anlattığı ve çok etkilendiğim didaktik bir hatırat serisini aynen onun dilinden duyduğum şekliyle ve aynen onun şivesiyle sizlere aktarmaya çalışacağım.

Rıfat ÇAKIR anlatıyor…

“Gure Döndünün Piç Şavgı, suçun olsun, olmasın bizi görügormez ipdi Apılının Eşşek gibi heyikler, sinip kişifliyerek peşimize düşer, dalahladana gadar guvalar ve dutduğu yerde de sorgusuz, sualsiz alayıcığmızada bi gağnı zopa çekerdi.. Durup duruken hâ.., keyfi….

Gavur toğmu bizden en fazla bi yada iki yaş böyüğdü amma, gemikleri guvatlı, eyağsi galın, eti sırınsı, guduz it gibi önüne gelene hırlıyan, gucünün yetdiğini şaplahlamahdan zevk alan çoh öjbe, ehlahsız, şergadan bi picidi. Zopa dediysem öyle böyle zopa değal ha... Yav Urus toğmunda bi gram vijdan, merhamet, ut, hâyâ olmadığı gibi, utanmanın, sıhılmanın esamesi yoğdu.

Kim olursan ol, isder ağanın isder paşanın oğlu ol, nerde ne zaman yamacına çıharsa, ırasladığ yerde ipdi gözünü belerderek süver, eline eyi bi tukürür, sebepsiz yere de diynağnen, kurağnen, dalgaraynan, toyahaynan, gomunan, çağyınan denk getirdiğ yerine ver ha ver, çal ha çal.. Gul ol, gurban ol, ağla, sıhra, yalvar, yahar heç hayretmezdi gahbenin emzirdiğine.

“Ula oğlüm derdin ne, biz sana noördük, senin bizinen alıp veremediğin ne, bi suçumuz günafımız mı var, niye bizi her dutduğun yerde döğyon aminim?” diyoh, biz böyle diyinci keşbar pij temelli yelikiyo, “Gonuşma lâa, dıhdığmın oğlu, anayın önüne yatarım” deyip, yahandan çekiyo, sürütleyi sürütleyi duluğna, duşgana, böğrüne, pöçüğne ha bire sumsa poküs kahıyo, depikler, çitmeler atıyodu.. Yav arhadaş boz ekmağmizi yiyemiyoduh hersimizden, derdimizden, gorhumuzdan vallahi yav.. Babayın anayın aşını içiyim, kotü canımızdan bıhdıh, arhadaş.. Bu gavatın pici köyde kimsede ne dat, ne duz, ne dirlik godu. Ezirayil gibi hergün ortalığa zaraman ağladıyodu lâ gurbanızım....

Gurbannar olduğum Yarabbi, bu Hızan toğmuynan noreciğik, niyannı gideciğik.. Picin yüzünden gapıya, peciye çıhamaz, malımıza davarımıza, tavığmıza cücüğmüze bahamaz olduh vallahi yav… Gaçsan gaçamıyon, yamacına dikelsen gucün yetmiyo, öte-ıt desen gulağyın tözüne şaplağ şapıladıyo, görüncü tozutsan vızır vızır daş koteleyip gafanı yarıyo, gel la burıya didiğinde yumuşunu dutsan bi türlü dutmasan bi türlü. yanına varsan gulucuyun ortası deyip garacaağaçdan ütelenmiş diynaa döşüyo.. Eşşek düver gibi koyün uşağnı melediyodu lâ... Hadi norürsen gor… Bizde naçar Angıt gibi yamacında sanıdıp galıyoh..

Bu didiğim sıralar koyün sığırı Gotlek Hacı’nın damın gotüne birikiyodu. O gün Anam zabağnan suratı asıh bi şekilde çeşitlenerek gahdı, döşşağ deşirdi, gapıya ocah çatıp küpeli gazannan su goymuş, iki helke su ılışdırıp cağlığa getirdi, suluhluhda babamda, o da çimdiler. Anam Babamın yağarnını üfelerken hersli hersli homurdanıyodu; “Kafir herif hergün suya çimiyon, büruğmün yaşı gurumuyo, iş-güç, ekin-saçın her bir bağırsığmız bi yandayken, sen horuz gibi hergün hotlayıp hotlayıp depeme çıhıyon gotveren, ne ki bu senden çekdığim.” Diyodu. O hersiynen birden bana döndü; “Gahsene lan sende papaz toğmu, ne yatıyon, senin sığrın sıpan, işin gucün yohmu donuz şikirsiz.” Didi yorganı üsdümden sertçe çekdi.

Telaşeynen ahıra endi. İnağen önüne bi öğnük ekme ufağ doğradı, guşşeniye südünü sağdı, bızağyı guverip emişdirdi. Bende yüzümü yudum, peşgırınan gurulanıyodum. Anam bana döndü; “Zabahki kahıcıma kusdünnü gurban olduğum, gapısında öldüğüm, evine vardığım, hadi sığırımızı sür gel, bende malın altını kurüyüm, yapmayı yapıyım, havlıyı çalıyım sana acer tavaynan yımırtalı omaç edeceğam, yanına eşgi de çalhıyacağam.” didi.

Bende düzelmiş moraliminen guccük tosunnan, böyük tosunu yularından goyurdum, bızağyı memeden çekip guzulağ, düvenin arhasına atdım, inağ, tosunnarı, eşşağ havlıya guverdim, tam sığırı süreceğam. Malları çatalgapıdan yazıladıyodum ki, Pij Şavgı da gendi sığırlarını sürüyomuş. Bizim mal çıhı çıhmaz birden onun mallara garışdı. Eşgıya gibi burnundan soluyarah sinsi sinsi bahıyodu Makaryosun eniğ. Anam o ara çalgıynan havlıyı çalıyo, yapma yapıyodu. Allah var onun yanında heç seslenmedi dölekcane gidiyo. Tam Yalama Üsüyünün çeneyi dönüyoduh ki, bizimkileri uğrunnadıncıh hırtlağamdan gavraladı. Navrağnı eşgidip, dişini gıcırdadıp, ağzını kopürdederek guduruh gibi hemi hırtlağmı sıhıyo hemide; ”Sizin tosunnarı bizim düvelerin içine niye guverdin lâ, a. endirdiğmin oğlu” didi. Bende “Havlının gapısını açı açmaz garışdı, ne hırtlağmı sıhıyon, ben norüyüm” didim. “Şindi sana norecağni gosdereceğam, zağlatdığmın oğlu” didi ve boynumu heç guvermeden Kipri Zabidin peykiye gadar acik daha sürütledi….

Ula arhadaş, kafirmi döğyon, Yahudimi döğyon, anarşitmi döğyon ırzı gırığın oğlu, elindağ bıdahlı çipliynen inciklerime inciklerime, duşgama duşgama, yaarnıma, boynumun kutüğne, baldırlarıma çal ha çal, ver ha ver.. Feryadınan, figanınan ağlıyom, çığrıyom ya, koyün uşağ hemi bahıyo, hemide heç bi bişey yapamıyo. Kimsenin aralamıya gotü yimiyo. Allah yardımcın olsun dercesine oküz gibi seyrediyolar.

Epiy bi doğdükten soğna beni guverdi. Elinden gurtulup acik ötiye çıhıncı nası olsa dutamaz diyi o hersinen bunun anasına, bacısına, örüne, köküne, gelmişine, geçmişine basdım soğmeyi. Yedi cetdini, yetmiş cibilliyetini, eniğni, cücüğnü dibine gadar galeyledim. Ula goman dutun şu pici diyi guduz it gibi bu bi daha ılgadı ya bana, nası topuhlarsam bizim havlıya depildim. Evin gıyısında, gıranında döneliyo beni düvecek, peykelerden kişifliyo amma çıharmıyım aminim. Sapbannan it daşlar gibi Hortlah Üsüyün’ün çeniye gadar bunu epiy bi daşladım. Gapının önünden her geçdiğinde iti guverip guverip kişkiledim. İt buna ılgayıp guvaladıhca hersinden sinekleniyo, cinneniyo, temelli guduruyodu gahbenin gunnadığ.

Yav bu Zodiğin oğlu ohulda muallimlerdende gorhmazdı. Ordada her dutduğnu düver, süverdi. Mazaratlıhlarını Oğretmene dimişsin, gavat babasına dimişsin, fışgı anasına dimişsin heç hayretmezdi. Ula tam bi Yonan toğmu, Keşbar evladıydı. Çocuhluğmuzu bize zıhım etdi ya lâ..

Bir gün bundan zopa yiyen uşahlar tenefüsde toplanıp genel bi durum değerlendirmesi yapdıh. “Ula yavrım noöreciğik bu pici, aminim alayıcığmızda hergün bu gotverenden öyle zopa yiyoh, kahdığmın fırlatmasını Candarmıyamı diyeciğik, özemi kahacığıh, cağaldağmı depeciğik, itemi boğduracığıh noreciğik bibişey yapağan aminim, vahdıken bi çaresini bulağan yavrım.” Didik. Perişannıh dizgapahda.. Kimi sıyırgıynan depeme vurdu diyo, kimi hezennen hotumu gırdı diyo, biri sapbannan gafamı yardı, geçgereynen eyağmi bukdü, şemşamer koküynen yazıtdı, pahla sularken hırtlağmı sıhdı, barmağmı ganırdı, incikletdi, kesledi, üfeledi, dalahlatdı, soluğmu sapıtdı, çamıra depdi, gubüre yıhdı, kulhavıç etti vs. vs. derdini diyen diyene. Amma elimizden bibişey gelmiyor, hepimizinde gün geçdikce derdi gatlanarah böyüyo.

Şindi diyacağniz ki “Acep siz norüyodunuzki o da öyle sizi döğyodu.” Yav vallahi bişey yapdığmız yoh arhadaş yav. Dinime imanıma hışmına uğramayım, zopa yemeyim diyi ona ne gadar hörmet edersen et, ne yaparsan yap, noğrürsen gör, ne gatlek zeyin yorarsan yor, isdersen kitabın gavlince hatem gibi insan ol, evliya duvası et, meleyke gibi dur, gotününen goğye çıh, seni köyde, yazıda, yabanda nerde olursa ossun yeterki bi tekletsin, ipdi mar eşşağ gibi heyikler, peşine düşüp dalahladana gatlek guvalar, ganedinden, çenedinden dutu dutmaz da elini tükürür, ütelenmiş diynağnen çal ha çal basar zopayı ki nası...

Anası donuz fışgıya diyek yoh, babası kafir papaza diyek yoh, emmisi gotverene, bibisiynen nenesi sıracalılara, seme Ortmene diyek heç bi gıpırtı yoh. Babalınızı alıyım arhadaş geberesice gotverene ne oğüt hayrediyo, ne sıhılama. Gine ırasgeldiğ yerde zopasını yiyoh, gine her yerde vızır vızır daşlanıyoh..

Birgün “Eğitsel Çalışmalar” ve “Tarım” dersinde Oğretmen alayıcığmızıda ohulun baçcesine çıhatdı. Her birimiz ohulun deposundan birer gazma, kurek, bel, dırmıh, gufa, kos tavası ne aldıh, meyvaların diplerini belliyoh, bahçenin gıyısını, gıranını onarıyoh, kelilere, konilere çalı çipli, dikme ne dikiyoh, arh ayıtlıyoh, bıdamayı, aşı yapmayı neyi belliyoh, bi şeyler ediyoduh işde...

Bu Zodiğin oğluda içimizde bizinen beraber dölekce çalışıyo, didiniyo. Canı dırmıh, gazma, kürek hangi muazemeyi isdiyosa “Ver la..” diyo, isdediğni gözünü belerdip elimizden azarlıyarah alıyo, ha bire muazeme denişdiriyo. Bi ara Oğretmeni uğrunnadıncıh gine bunun mayası iyice depdi. “Gelin lâ burıya zağlatdığmın pijleri” didi. Mecbur gorhudan gine vardıh yanına. “Ben adamı norürüm lan çahdığmın enikleri” didi. Oğürsek Şemşinin Gudüret zaharki beni doğmesin diyi oşuhculanıp hotacılandı. “Şavgı Abi sen isdesen alayıcığmızıda düven le...” Didi. Şavgı’da; “Doğme ne lan, vallahi ananızı bile bilmem ne ederim.” Didi. Bu laf üzerine hepimizinde nırgı, navrağ eşgidi, gaşımız çatıldı, burnumuzdan soluyarak süsüp suratımızı yere ağdik. Bu sessizliğimize temelli gudurdu ve “Ne yaparmışım lan ben sizi dıhdığmın çıhartdıhları.” Diyi depik, şamar ne atarah bi daha kükreyinci; Gancıh Alirızanın Dazgir Osman gayet rahat bi şekilde “Ananımızı şeydermişsin Şavgı abi.” Didi. Şavgı bu cevaba gayet memmun bi ifadeyle Dazgir Osman’a; “Aferim lan sana, bahın bu çocuh ohur, ileride çoh böyük adam olur maşşallah” didi. Elini omuzuna atdı “Goçum benim” diyi bi tapcıhladı. Alayıcığmızda Osman’ı gısgandıh..

Keyfi, çilesi, derdi ve tasasıyla hayat her aşamada insanlara ilginç ilginç dersler verir ya.. O günkü durum değerlendirmesi toplantımızda Gicişik Anşenin Omar’ın ahlına dahılan bir konu hepimizin dikkatini bi yere odakladı... Didi ki Omar; “Yav arhadaş, bu Piç Şavgı suçumuz ossun, olmasın alayıcığmızı da dutduğ yerde keyfi doöyo, söoyo.. Tebelleş olup coruh goşuyo, amma Gancıh Alirızanın Dazgir Osman’a niye acep bişey yapmıyo ki.” didi. Haggat bu durum bizimde zeynimizi gurcaladı ve alayıcığmızında ahlına dahıldı.

Koyün uşağ Pij Şavgı’nın gorhusundan gapıya bile çıhamazken, Dazgir Osman ortalıhda o gatlek selbes, o gadar huzurlu, o gadar keyifli geziyodu ki, dirliğne, hürlüğne İmrenmemek elde değaldi. Ahrabası disen değal, gonşusu disen değal, emsali disen değal niye Piç Şavgı Osman’ı heç doğmüyodu. Zeynimiz eyice garışdı ve “Gideğean bu durumu Şavgı’ya bi sorağan aminim” didik ve Pij Şavgı’ya gelip “Ede sen heç bi suçumuz, gunafımız yoğken bile bizi ırasgeldiğin yerde dutup dutup eniliyon, Gancıh Alirızanın Dazgir Osman’a niye bibişey yapmıyon, aminim onu niye heç doğmüyon, soğmüyon.” Didik.

Pij Şavgı yaşı daha 12’ydi amma bize bugün bile ahlımızdan çıhmıyan Yunan Filozofları ayarıda ders verircesine bi açıhlama yapdı. Didi ki; “Oğlüm “Dişi Tipliler Heçbizaman Gendini Boğdurmaz”, bana Osman’ın yapdığı dazgirliği, hotacılığı, oşuhculuğu sizde yapın, sizide döğmeyim aminim.” dedi.

Haggat çoh düşündürücü bi tespitti. Biz ona Pij Şavgı diyoduh, Osman ise Şavgı Abim diyodu. Biz eşgıya diyoduh, o evliya diyodu. Biz bilmediğmizi Oğretmene soruyoduh, o Şavgı abisine soruyodu. Biz Pij Şavgının cibilliyetine soğyoduh, o Allah onu başımızdan asik etmesin diyodu.

Pij Şavgı zatin gendi sınıfının başganıydı amma Dazgir Osman’da Pij Şavgının sayesinde bizim sınıfa başgan oldu. Gafasına gore şimaranı tahdıya yazıyo hemi oğretmene hemide Şavgı’ya doğdürüyodu. Anası gavurga gavurur, hedik gaynadır, bize gurban eder vermez; gopa gopa cebinde Pij Şavgıya gotürürdü. Heçbi gahamlıhları, hısımlıhları bile yoh, emsal bile değal amma “Şavgı abim yimeyinci gursağamdan geçmiyo aminim” derdi. Evden çokelikli, omaçlı, çalmalı dürüm getirir bölüşüllerdi. Bize gabadayılıh yaparken, künde Şavgı’ya hotacılıh, oşuhculuh, dazgirlik ediyodu. Bazen teneffüslerde Şavgı bizim sınıfa gelinci, “Bağrışmayın lan, a. endirdiğimin uşahları, Şavgı abimin gafasını şişirmeyin vallahi ananızı belledirim” diyi bizi şıltağnan süsdürür, sağlama aldığı arhasıynan alayıcığmıza da ha bire dayılanır efelenirdi.

Bağı bahçesi, dağı bayırı, yazısı yabanı zümrüt, havası suyu berrak, gurdundan guşuna hür ve özgür, zepzeleri datlı, meyveleri ballı, bosdannarı gür ve sufraları bereketli cennet koyümüzde bir şergadan yüzünden heçbirimiz doyasıya gulüp oynıyamıyoduh. Candan arhadaşlarımızla dadında bi hıyar kelek yolup, muhabbetli bi gün geçiremiyoduh. Biz içimizde hep gorhu ve ürküyle gıyıda gıranda sahlanırken, hayatın dadını bitek Gancıh Alirızanın Dazgir Osman çıharıyodu. O keyfinden köyümüzü cennet, biz ise dirliksizliğimizden cehennem biliyoduh. Dazgir Osman’ı heçbirimiz sevmiyoduh, güvenmiyoduh amma, dirliğne, düzenine, keyfine, neşesinede boynumuzu bukerek imreniyoh, umsunduruh oluyoduh.

Aradan yıllar seneler geçdi. Geçtiğimiz gün bir köylümüzün kızının düğününde senelerce birbirimizi göremediğimiz, aralarında Dazgir Osman ve Pij Şavgı’nın da bulunduğu onlarca esgi arkadaş bir araya geldik. Nostaljik anılar, keyifli muhabbetler, unutulmaz hatıralar ve tabiikide gönlümüzü doyuran özlem ve lezzet dolu köy sohbetleri… Güldük, düşündük, hayıflandık, ağlamaklı olduk, içlendik, garipsendik. Ölenlere üzüldük, galanlara sevindik. Hal hatır sorduh, sarım-gurüm olduh.

Zaman sadece köyümüzü değil hepimizi ezerek değiştirmiş. Göç belası bizi pırnam pırnam etmiş. Böyüklerimiz bitercesine ebediyete intikal ederken, toprak damlar, daş duvarlar, sulak bosdanlar, gür çayırlar, bereketli sufralar, ballı meyveler, güllü bahçeler, esgilere özel güzellik adına ne varısa hepside talan olmuş, yalan olmuş.

Mevcut profillerimize gelince, kimimiz işçi, kimimiz memur, kimimiz asgari ücretli, kimimiz çiftçi, kimimiz berber, kimimiz manav olmuşuz. Hepimizde ancak kendi yağımızla kavrulabilen ve gariplikle mücadeleyi sürdüren sıradan insanlar statüsündeydik. Pij Şavgı günlük yevmiyeli inşaat işlerinde çalışan, farkedilir perişanlıkta ekonomisi ve ezgin bedeniyle içimizdeki en sefilllerden biri durumundaydı. Tabiiki sizde bizim gibi Dazgir Osman’ı merak ediyorsunuz değil mi?.

Dazgir Osman, her adımında besmele, ağzında sürekli dua, elinde çok boncuklu bir İllallah tespiği ve dizkapağına inen sakalıyla karşımızdaydı. Bizle birlikte oturuyordu ama eski hatıralarımızı önemsemeyen bir ilgisizlik ve duyarsızlık içindeydi. Biz kendi köyümüzden, kendi böyüklerimizden, sofrasına oturduğumuz, hanesinde dürüm yediğimiz, himayesine güvenerek sığındığımız cömert gönüllerimizden, simasını özlediğimiz emmilerimizden, bibilerimizden bahsederken, O ikamet ettiği yerin Belediye Başkanını övüyordu. Belediye Başkanları için diyordu ki; “Ben böyle bir insan evladı, böyle bi proje mimarı, böyle gafası çalışan bi başgan gormedim, Allah onu başımızdan asik etmesin, Allah ona daha böyük mahamlar nasip etsin” diyordu... Yani güzergahı aynıydı.

Onunla sürekli irtibatta olan bir ortak dostumuz; Dazgir Osman’ın hangi dönemde olursa olsun, her dönemin güç sahiplerine aynı Şavgı abisine davrandığı gibi davrandığını, gücün kapsamına görede kıvrak manevralarla mahcubiyet bile hissetmeden samimiyetsizce yön değiştirebildiğini söylüyor, siyaset, ticaret, bürokrasi vs. gibi benzer güç odaklarına bu metodlarla sağladığı yakınlaşma avantajları sayesinde başta ekonomisi olmak üzere çok büyük imkanları ve kazanımları olduğunu anlatıyordu.

Ayrıca Dazgir Osman’ın balvermez biri olduğu halde, karşılıksız vaadlerine inanan gariplerin, gurebaların ve hasarlı gönüllerin sürekli kapısını aşındırdığını, filim fırıldak bir umut taciri kimliği belliyken bile yinede bir çok çaresizin müracaat odağı olduğunu anlatıyordu. Hac, Umre, helal gıda, hemşehri kurumları ve benzeri sivil toplum faaliyetleri vs. gibi sosyalitesi yüksek işlerlede uğraştığını, dini, milli bir çok platformların sahnelerine yetkili yetkisiz çıkıp çok ateşli ve ateşleyici konuşmalar yaptığını da söylüyordu.

Yalnız bir komşusunun yorumu bizi büyük kahkahalara boğarken, aslında teşhisi ve tespiti de çok düşündürücüydü. Diyor du ki; “Ula bu şerefsiz aralarında gızı yaşındağ avratlarda olmah üzere huvardalıh için gırıhlağ getdiği yerlerde 11 kere yahalandı. Gaç gişinin alavere dalevereynen ocağnı batırdı, alayıcığmızda bu gotvereni biliyoh amma, gine nerden buluyosa buluyo; bi gağnı çaresizi peşinde oğürsek gibi dolandırıyo, gendi bir numaralı oşuhcuyken, bulduhlarını da gendine hotacılıh, oşuhculuh, dazgirlik ettiriyo, yanarım da ağına düşen onca garibe yanarım” diyodu.

Hakikaten de Dazgir Osman hotacılığın, oşuhculuğun, dazgirliğin nimetlerini ta çocuk yaşta tatmıştı. Şimdi bu alanda çok daha profesyonelleştiğini gördük. Şaşırdığım taraf şu ki, hangi alan, hangi sektör

olursa olsun yine her dönemin güçlülerine dazgirlik, hotacılıh, oşuhculuh ediyo ama, umudu kesik garibin, gurebanın da mağdurluklarından yararlanıp umut tacirliği yapıyor, karşılıksız vaadleriyle peşinde koşturmaktan acımasızca zevk alıyordu. Yani ağına düşürdüğü zavallıları da gendine hotacı, oşuhcu, dazgir ediyodu..

Bilirsiniz ki, bilginin, tecrübenin, becerinin, liyakatın rafa kaldırıldığı, dürüstlük, tevazu ve ahlakın dejenere olduğu her yerde bu gibi boşlukları her zaman hotacılar, oşuhcular, dazgirler ve dişi tipliler doldurur. Takdir edersiniz ki, bunlar kimsiye ne gendini boğdurur, ne de yalsız, yalaksız galırlar. Helede bu aralar o gadar çoğaldılar ki itine dök..