Kış günlerinin vazgeçilmez güzelliği kar beyazlığıdır. Saflığın, temizliğin timsali olan kar: saflığı, temizliği ve beyazlığı ile tüm doğayı kaplar kötülüklerin üzerini örter. Kar berekettir, kar su deposudur ve kar saflığın temizliğin örneğidir.
Kar çocukluk günlerimizin en güzel anılarından birini oluşturur. Masal anlatımları, bilmeceler ve köy odalarıyla hatırladığımız kış gecelerini unutmak ne mümkün.
O günlerin güzel bir hatırasını hatırladım, paylaşmak isterim.
İlkokulu doğum yerim Kırım köyünde bitirmiştim; ortaokul için babam beni Yozgat İmam Hatip okuluna yazdırmıştı. Ancak ben öğretmen olmak istiyordum. Köylü çocuğu olduğum için her hafta sonu köye gider haftalık ihtiyaçlarımı köyden temin ederdim.
Yine bir hafta sonu Cuma günü öğle sonu okuldan çıkıp köyün yolunu tutum; üç saatlik yolu yaya gidip gelirdim. Vasıta pek bulunmazdı. Sanki tatilde okuyacak gibi kucak dolusu kitabı da yanımda taşırdım. Okul çantam da olmazdı. Hatta üzerim de bir paltom da...
Kış mevsimi olduğu için ben köydeyken pazar günü müthiş bir kar yağdı. Yollar kapandı, dağlar yol vermez oldu. Kar diz boyunu geçiyordu. Doğa beyaz ve temiz örtüsüne bürünmüştü. Benim okula dönmem gerekiyordu. Okumayı sevdiğim için okula gitmek zorundaydım.
Pazar akşamı babam aradı, taradı Yozgat’a gidecek kimseyi bulamadı. (Beni yanlarına katacaktı) Rahmetli dedem babama siz götürün çocuğu: karşısına it- kurt çıkar diyordu... Bana çok ısrar ettiler: “Oğlum bugün okula gitme!” diye ama beni okula gitmekten vazgeçirememişlerdi: “Benim Okula gitmem gerekir” diyordum.
Azığım hazırlandı, eşeğe yüklendi (Eşek o yıllar bizim özel aracımızdı). Bahri Amca ( Lakabı Bahri Çavuş) ve Alaaddin Emmi (onun lakabı da Aladdin Onbaşı) babamın amca çocuklarıydı. Onlar babamın en yakın dostlarıydı. Babam Alaaddin Onbaşıyı ikna etmişti, o da bizle gelecekti.
Sabah erkenden yola çıktık. Kar diz boyu, yollar kapanmış, zaman zaman kara batıyor çıkmak için büyük çaba sarfediyorduk.
Bir kaç defa eşeğimiz kara saplandı, zavallı hayvanı güç bele çıkardık. Yolumuzun en büyük engeli Kabak Tepe yokuşu ve Çatak Boğaz’ı idi...
Uzun uğraşlar sonucu Kabak Tepeyi aşmış Ethem’in Çiftliğinin dengine gelmiştik, ancak çok zaman geçmişti.
Bu bölgenin eğimi fazla olduğu için dereden geçmemiz gerekiyordu. Tam bu dereyi geçerken eşeğimiz (vasıtamız) kara saplandı. Aslında biz de ayrı ayrı kara batıp güç bela kendimizi kurtarmıştık. Çok uğraştık ama eşeği battığı o kar çukurundan çıkaramadık.
Kan ter içinde takadımız kalmamış umudumuz kesilmişti. babam dedi ki: “Oğlum koş git Yozgat’a var tanıdık köylülerimizden bize yardıma getir !”
Küçük cılız-zayıf bir çocuk olduğum için yuvarlanarak da olsa kardan çıkıyordum.
Pür telaş kan ter içinde Yozgat’a ulaşıp köylü kahvehanelerini dolaştım ve bir kaç köylümüzü bulup onlarla yola çıktık. Çatak Boğazında onlarla karşılaştık. Çabalarken zor da olsa kurtulmuşlar eşeği de düştüğü yerden çıkarmışlardı.Sonrasını
sanırım tahmin ediyorsunuzdur. Vakit öğleyi bulmuş okul saati de çoktan geçmişti.
Ben öğle sonu okula, babamgilde köylü kahvelerine gidip soba başında ısınmışlardı. O yıllarda Büyük Camii çevresi köylü kahveleriyle doluydu...Şimdilerde o kar da yok, o kışlar da yok.
Tabii ki, su da, bereket de yok...Tüm aile bireyleri sobanın başında toplanır, kışın tadını çıkarırdık.
Rahmetli Ninem Safiye hatunun ve babamın masalları, arkadaşlarımızın bilmeceleri ve korku dolu hikayeleri halen hafızalarımız da...
Şimdi ne o kışlar var, ne o bereket, ne de o samimiyet?.. O güzel dostlar da aramızdan göçüp gittiler, (Ruhları şad, mekanları da cennet olsun. Rahmetle yad ediyorum). Günümüzde ise dostluğun, komşuluğun ve samimiyetin bitttiği yılları yaşıyoruz... Galiba onun içinde bereket kalktı, kardeşlik bozuldu ve samimiyet kayboldu.
Samimiyetin, temizliğin ve saflığın timsali o kar yağışını- kış günlerini özlüyoruz!..Kış mevsiminde kimsesizleri garip gurubayı fakirleri yoksulları unutmayalım...