Almanyanın Badenwürtemberg eyaletinin Reutlingen şehrine Türk Federasyon tarafindan kültür dersleri öğretmeni olarak davet edilen, Reutlingen Ülkü Ocağı ve bölge derneklerde Avrupalı Türk çocukları ve gençlerine öğretmenlik yapan Faruk Coşgun hoca çok azimli, gayretli bir eğitmen olarak gördük takdir ettik. Öğretmenlik yaptığı süre içerisinde adım, adım Türk milletinin büyüklüğünü araştırmakla geçirdi. Ders saatleri sonunda Eyaletimizdeki müzeleri ve tarihi yerleri gezerek Türk izlerini buldu ve bize okuyucularımız icin not etti, konferanslar verdi,bizede kiymetli vakitlerini ayırarak anlattı. Anlatırken tekrar müzeleri gezer gibi heyacanını gördük. Bu röportajımızı severek okurken şüheda olan şehitlerimizin ruhları şad olsun birer fatiha.okumanızı dilerim.

Faruk Hocam okuyucularımıza kendinizi tanıtırmısınız?

Yozgat Sorgun Günpınar köyünde doğdum. ilk-orta-lise tahsilimi Yozgat’ta tamamladım. 1976 yılında da Kayseri Yüksek İslam Enstitüsünü, enstitü ve öğretmenlik (İki diploma) diploması alarak mezun oldum. Beypazarı İmam-hatip lisesinde meslek dersleri öğretmenliği ve Beypazarı Lisesinde Felsefe ve Fransızca dersleri öğretmenliği yaptım. 3 yıl sonra Vatani görevimi yedek subay olarak yaptım ve dönüşte Yozgat İstiklal lisesine atandım. Daha sonra Anadolu Kız Öğretmen Lisesinde Müdür yardımcılığı ve Müdür Başyardımcılığı görevlerinde bulundum, daha sonra da Atatürk Lisesi Müdürlüğüne Atandım, emekli olduğum 2004 yılına kadar bu görevi ifa ettim. Hat sanatıyla ilgileniyorum. Iyi derecede Arapça, orta dercede Farsça ve Fransızca bilmekteyim. Osmanlıca el yazması metinleri okuyabiliyorum.

Evli ve 3 çocuğum var.

61.YILDA YABANCI BİR ÜLKE VE KÜLTÜR İÇİNDE VAR OLMAK

Hocam Almanyaya Göçün 61.Yılını değerlendirirmisiniz?

Çoğumuzun Almancı dediği gurbetçi insanımız bundan altmış yıl önce bu maceraya atıldı.

Dil bilmeden yol bilmeden kendini yabancı bir kültürün içinde buluverdi.

Birkaç sene para biriktirip dönmek için gidilen Avrupa'da kök salıp, kimliğini kaybetmeden var olmayı başarmış iş sahibi olmuş her çeşit meslekte evlât yetiştirmiş, kendi derneğini, kendi camiini cebinden para ödeyerek kurmuş takdire şayan bir nesil.

Bu Türk milletine has bir meziyettir.

Tabii bunlar birden bire ve kolaylıkla olmamış. Ne acılar çekilmiş, nice yuvalar yıkılmış. Ama başarılmış. Bu açıdan ilk ve ikinci nesil her turlu övgüye lâyık, özellikle kutlanacak bir nesildir.

Özellikle Almanya dışındaki ülkelerde

Türk bayrağı görmek için 150-200 km ötedeki hava alanına gidip Türk uçakları üzerindeki bayrağı seyrettiğini, ülkenin bir ucundan diğer ucuna bir Türk varmış gidip iki kelime Türkçe konuşayım diye yüzlerce Kilometre yol gidenlerin ağlayarak anlattıklarını bizzat dinledim.

O nesillerin gittikleri ülkenin dilini bilmediklerinden dolayı ve özellikle alışverişlerde yaşadıkları trajikomik olaylar da işin cabası.

Geleceğimiz gencliğimizin bügünü ve ya2rinini nasıl görüyorsunuz?

Benim acizane gözlemlerime göre ozellikle 4. Nesilde de dil problemi başlamıştır ama bu problem Türkçe problemidir.

İstisnaları vardır tabii ki ama çoğu yeni yetişen çocuklarda Türkçe konuşamama ya da Türkçe Almanca karışık yeni bir dil ile konuşma yaygınlaşmaktadır. Ayrıca günlük ihtiyaçlar dışında kelime hazneleri çok zayıf kalmaktadır. Türkiye’ye sık gelmeyenler elefant demeden fil kelimesini delfin demeden yunus balığını bilemedikleri gibi, koyun, keçi, inek, tavuk vb gibi hayvanların isimlerini bilmelerine rağmen yavrularının isimlerini, erkek ve dışişlerinin isimlerini çoğu bilememektedir.

Hatta bir çoğu kubbe minare ve şerefeyi de bilmemektedir.

Bu onların suçu değil. İnsan görmediğini bilemez.

Multikultur ( çok kültürlü) bir ortamda yaşayan bu çocuklar kültürler arasında sıkışıp kalmaktadır. Okula gider orada doğrular farklı, tarih farklı anlatılır, eve gelir farklı...

Bu durumda kim olursa bocalar.

Bu noktada ana-babaya çok iş düşmektedir. Evde örf ve adetlerimizi oyun halinde çocuklara aktarmalı, tarihimizi doğru öğretmeliyiz.

Dinimizi sadece namaz dualarını öğrenip Namaz kılmayı da bildi mi tamam her şeyi hallettik dememeli

Milli ve manevi değerlerimizi hiç kimseden nefret ettirmeden sadece doğruları öğretmeli ya da bu nitelikte bilgileri verecek insanlara emanet etmelidirler.

Türkiye’ye tatile gelindiğinde mutlaka Çanakkaleyi görmelerini sağlamalı. Avrupada bulunan ve bir çoğunda Turkenbeute Türk ganimetleri bölümü olan ya da Türkiyeden kaçırılan eserlerle dolu müzeleri gösterilmeli ki tarihimizi daha iyi anlayabilsinler ve tarih bilinci oluşturabilsinler.

Kısaca

Dilimiz kimliğimizdir. Kimliğimizi mutlaka korumalıyız.

Bir başka nokta da yaşadığınız ortam sizi şekillendiriyor. Türk insanı kendisine fırsat verilince neler yapabileceğini gurbetçi iş insanlarımızın, bilim insanlarımızın, futbolcularımızın başarıları gayet net biçimde ortaya koyuyor. Türk Milli takımının neredeyse tamamını ve birçok Avrupa ülkesinin de milli takımlarına verdiği futbolcularla bu net bir şekilde görulmektedir.

80 milyonluk ülkemizin milli takımının iskeletini 4-5 milyonluk gurbetçilerimiz oluşturuyorsa problem Türk insanında değil sağlanan ya da sağlanamayan imkânlardadır.

Sonuç olarak daha iyi organize olup birlikteliğimiz güçlendirirsek Avrupada hem büyük bir ekonomik güç hem de etkili bir siyasi güç olabiliriz.

Not:Faruk Coşgun Hocamla mülakatımız devam edecek.