Yozgat Lisesi'nde okurken öğretmenimdi. Yozgat Lisesi'nin mihenk taşlarından.. Hepimizde emeği çok büyük babacandı. Dışı sert içi pamuk gibiydi. Kızınca erkek öğrencilere 'hayvan herif' derdi. Kızgınlığı bile incitmezdi. Pansiyonda kalan öğrencileri sahiplenirdi. Çok iyi insandı. Okulun bahçesinde İstiklal Marşı okunurken sakız çiğneyip gülen öğrenciyi hepimizin önünde uyarmıştı. Çok sinirlenmişti, bayrağa, marşa, vatana, millete, saygısızlığa tahammülü yoktu. Tam bir milliyetçiydi, Atatürkçüydü. Ne anılar bıraktı bizlerde. Yürüyüşü, konuşması, şahsına münhasırdı. Karşı yolda görse uzakta bile olsam el sallardı. İçtendi. Hiç kimseyi unutmaz öğrencisinden selam beklemeden kendi verirdi. Eğitim hayatını Yozgattaki gençlere adadı. Yozgat'a Yozgatlı'dan çok sahip çıktı. Yozgatlı olmamasına rağmen. Sevilen sayılan insandı. Ölüm haberiyle sosyal medya sayfam Seyfi hocamın resimleriyle doldu. Herkes üzüntüsünü yazıp taziye dileklerinde bulunuyordu. Ne güzel böyle sevilmek sayılmak. İYİ Parti'nin başına geçtiği zaman yolda sık sık karşılaşıyorduk, elinde dosyalarla koşturuyordu. Memleket için ülke için yapmayacağı şey yoktu. 'Sizin düşünceleriniz fikirleriniz bizim için çok önemli' derdi. 'Sen bize abimizin emanetisin' derdi. Elimi bütün gücüyle sıkarak duygulandırırdı beni. Vefasını fazlasıyla gösterirdi. Babam Yozgat Lisesi'nde okul aile birliği başkanıyken Seyfi hocam müdür yardımcısıydı. Hep hürmetliydi, hep saygılı. Kaza yapmadan iki saat önce görmüştüm. Yine yolda..Seyfi hocam Şükrü Karabacak, Veysel Toprakseven üçü gidiyorlardı. Seyfi hocamla kafa tokuşturduk, hal hatır sorduk. Diğerleriyle selamlaştık, 'partiye çıkın çayımızı için' dedi. 'Geleceğim hocam' dedim, 'bir emriniz var mı? yola çıkıyoruz' dedi. Meğer o yol dönülmez yolmuş, meğer biz bilmeden hellaleşip vedalaşmışız. İki saat sonra telefonum çaldı. Seyfi hoca ve Şükrü Karabacak vefat etmiş dediler. İnanamadım, ne diyeceğimi bilemedim. Bir varmış bir yokmuş hayat. İki saat önce karşılaştığın insanın ölüm haberiyle yıkılıyorsunuz. Her ölüm zamansızdır ama yapacağı çok şey olduğuna inanıyordum Seyfi hocamın. Cenazesi dolup taştı. A partisinden B partisine bütün parti liderleri, il ilçe başkanları, oradaydı belki de görmek istediği manzara buydu yaşarken. Ama göremedi, şimdi dönüp kendime kızıyorum. Neden öldükten sonra, kaybettikten sonra yazdım bu yazıyı. O hayattayken yazsaydım, okusaydı, yolda gördüğümde kolumu koparırcasına çekip, kafa tokuştursaydı, mutlu olsaydı. Sevdiklerinizi yaşarken mutlu edin. Kırgınlıkları, kızgınlıkları bir yana bırakın. Sarılın, öpün, koklayın. Yaşarken sevin, sayın. O gün bilseydim bir daha göremeyeceğimi boynuna sarılırdım Seyfi hocamın. Şimdi bu şehir, caddeler, sokaklar, kendine has yürüyüşünden, heybetinden mahrum kalacak. Çünkü Seyfi hocam da o güzel insanlar gibi beyaz atına binip gitti. Dönmemek üzere gitti, hepimizi yasa boğdu. Hocalığına, adamlığına, babacanlılığına cüssen kadar yüreğinin de büyük oluşuna, kalıbının adamı olmana, dava adamlığına, davandan hiç vazgeçmeyişine, kırılsan da kızsan da pes etmeyişine, dimdik duruşuna teşekkür ederim hocam. İyi ki hocam oldun iyi ki yıllardır hayatımda var oldun. Duygularım çok yoğun. Hocama ve Şükrü Karabacak'a Allah'tan rahmet diliyorum. Kederli ailelerine başsağlığı ve sabır diliyorum. Yaralılara acil şifa diliyorum. Ah be Seyfi Hocam Yozgat ve Yozgatlı seni hiç unutmayacak. Ruhun şad olsun mekanın cennet..rahmetle...
AKSARAY
Aksaray'da bir İlköğretim Okulunun otizmli çocukları bir odaya hapsedip, koridorun girişine Otistik öğrenciler yazıp, ebeveynlerine ikinci sınıf insan muamelesi yapmalarını, giriş çıkış kapısını dahi ayırıp, ayrımcılığın ötekileştirmenin en dibini yaşattıklarını utançla izledim. Diğer veliler 'otizmli çocuk istemiyoruz' diye bağırıyor. Otizm bir hastalık değil, bulaşıcı bir hastalık hiç değil. Kimden kimi koruyorsunuz? Tut çocuğunun elinden, otizmli çocukla kaynaştır, sevgiyi saygıyı aşıla. Sen kendi çocuğunu kendi cehaletinden koru. Kalpleri beyinleri kararmış insan müsveddeleri. Karanlığınızla, cahilliğinizle girdap gibisiniz. O karanlık korkunç dünyanızı herkese bulaştırmaya çalışıyorsunuz. Bir videoda köpek down sendromlu çocuğun sevgisini kazanmaya çalışıyor. Bıkmadan yılmadan uğraşıyordu ve başardı. Sonunda sevginin açamayacağı iyileştiremeyeceği yara dersini bir köpek verdi bize. Onlar kadar olamadınız. Merhametsiz insan dışı varlıklar. Nasıl insanlarsınız? Ben o eğitimci bozuntularının, o velilerin, muhtarın yargılanmasını istiyorum. Okuldaki bir öğretmen demez mi 'siz napıyorsunuz? niye hapsediyor? niye damgalıyorsunuz ? diye sorgulamaz mı? Otizmli çocuğun annesi de bağırıyor 'bu derdi bana Allah verdi' diye bu dert değil güzel kardeşim. Sen çok özel bir çocuğun annesisin. Bunun için sen de özelsin seçilmişsin. Albert Einstein otizimliydi. Dünyanın saygı duyduğu atomu parçalayan fizikçi oldu. Dünyaca ünlü bestekar Mozart da otizimliydi. Besteleri konçertoları oda müzikleri klasikleşti, günümüze kadar geldi. Ve daha niceleri. Yani demem o ki otistik diye yazdığınız o çocuklar sizden daha akıllı, daha zeki, kalpleri sizin gibi çalışmıyor. Korkutucu ve ürkütücü sizlersiniz. Onlar ileride matematikçi olur, doktor olur, besteci olur, büyük insan olur ama sizin gibiler insan olmayı başaramamışken insanlıktan nasibini almamışken cehaleti boylarını aşmışken siz ve sizin gibilerden ne köy olur ne kasaba.

Ve 4 kardeş. Biri öğretmen, biri kurye, diğerleri işsiz. Parasızlığa, açlığa dayanamayıp intihar ettiler. Kapılarına da 'dikkat siyanür var' yazdılar. Bu nasıl bir acı, bu nasıl bir yürek yangını. Yetemedik onlara, el uzatamadık. Belki gururlarına yediremediler. 4 cenazenin çıktığı bir evde, elektrik şirketi gelip hala elektriği kesiyor. Burası 2019 Türkiyesi. Bu utanç, bu acı, bu keder hepimize yeter. Affedin bizi, duyamadık sesinizi, merhem olamadık. Mekanınız cennet olsun.