İbni Hibbân hazretleri, onuncu asırda yaşamış hadîs âlimlerinin büyüklerindendir. Zamanının meşhur bütün âlimlerini dolaşıp, onlardan ilim öğrendi.
Kıymetli veciz sözleri vardır. Bugün o mübarek zatın “Akıllı kimse” hakkında buyurduklarını paylaşmak istiyoruz sizinle:
“Allahü teâlânın, insanlara ihsân ettiği nimetlerin en büyüklerinden birisi akıl nimetidir.”
“Akıldan daha kıymetli bir sermâye yoktur. Kişinin dîninin kemâli, olgunluğu, aklının kemâline göredir.”
“Akıllı kimse, adımını atmadan önce basacağı yeri iyice görür, sonra oraya adımını atar.”
“Akıllı kimse, konuşması istenmeden, ihtiyâç olmadan konuşmaya başlamaz. Bir zarûret olmadan, cevapta acele etmez.”
“Akıllı insan, önce kendi ayıplarını görür. Kendi ayıbını görmeyen kimse, başkasının güzelliklerini göremez. Kişinin, kendi ayıbını görememesi, kötülük olarak ona yeter. Çünkü ayıbını göremeyen kimse, bu ayıbından kurtulamaz.”
“Bir işe başlamadan önce, tedbîrini de almak aklın icâbıdır.”
“Akıllı kimsenin sözü aşırılıktan uzak ve düzgündür. Câhilin sözü ise, çelişki ve birbirine zıt şeylerle doludur.”
“Aklın âfeti; ucub, yani kendini beğenmektir.”
“Akıllı kimse, her zaman kalbini kontrol eder. Allahü teâlânın emrettiği şeyleri yapıp, yasak ettiklerinden sakınır. Allahü teâlâdan gâfil olmaz ve emirlerini yapmakta gevşeklik etmeyip, uyanık olur. Böyle olan kişi işlerinde tedbirli olur.”
“Talebe olmadıkça, âlim olunmaz. İlim ile amel etmedikçe de, ilim fayda vermez.”
“Akıllı kimsenin ilimle uğraşmasından maksadı, onunla amel etmektir. Çünkü, bundan başka bir gâye için ilim öğrenen kişi, şöhretini ve kibrini artırmış olur.”
“Bu dil, kalbin habercisidir. Söz, kişinin aklının miktârını gösterir.”
“İnsanların bir kısmı dili sebebiyle ikrâm görür. Bir kısmı dili yüzünden hor görülür, sevilmez. Akıllı kimse, dili sebebiyle sevilmeyenlerden olmaz. O, kendini diliyle herkese sevdirir.”
“Şu dört hasleti kendisinde bulundurmıyan kimseye akıllı ve ilim sâhibi denmez: Birincisi; Allah korkusu. Bütün hayır ve fazîletlerin başı budur. İkincisi; güzel bir hayâ, utanma duygusu. Asâlet bununla anlaşılır. Üçünçüsü; yumuşaklık. Dördüncüsü; emri altında bulunanlara cömertlik yapmak.”
“Akıllı kimse, bayağı ve düşük kimselerle arkadaş olmaz. Onları dost edinmez. Böyle kimseler, yılan gibidir. Onların, sokmak ve zehirden başka sermayesi yoktur.”
“Akıllı insan, her işinde yumuşak olur. Aceleyi ve hafifliği terk eder. Allahü teâlâ, yumuşaklığı sever. Yumuşaklıktan nasîbi olmayanın ise, hayırdan nasîbi yoktur.”

Kul, ümit ile korku arasında yaşamalıdır

İhtiyarlık, gençliğin sonu ve neticesidir. Netice ise, başa bağlıdır. Gençliğini iyi geçirenin, ihtiyarlığının da iyi geçeceği umulur. Gençlik çağının kıymetini biliniz! Bu kıymetli günlerinizde, iman ve ibadet bilgilerini, Ehl-i sünnet itikâdına uygun olarak yazılmış ilmihal kitaplarından doğru olarak öğrenin ve bu bilgilere uygun yaşayın! Kıymetli ömrünüzü faydasız, boş şeyler arkasında, oyun ve eğlence ile geçirmemek için uyanık olunuz.
Gençler! Dünyada her gün, her sahada birçok yenilikler yapılmaktadır. Bunları biz devamlı takip etmeye, öğrenmeye ve öğretmeye mecburuz.
Yalnız sanayi ve teknik sahasında değil, din ve ahlâk üzerinde de ecdadımız gibi olmamız, gençlerimizin, imanlı, güzel ahlâklı yetiştirilmeleri gerekir. Bugün liselerde, üniversitelerde okutulan ve insanın bütün gençlik hayatına mal olan bilgiler, Allahü teâlânın emirlerine uyarak kullanılırsa, faydalı olur ve dünya ve âhiretin kazanılmasına sebep olur.
Dinimizin temeli, imanı, farzları ve haramları öğrenmek ve öğretmektir. Allahü teâlâ, Peygamberleri bunun için göndermiştir. Gençlere bunlar öğretilmediği zaman, İslâmiyet yıkılır, yok olur. Ömür, ilim, mal ve beden; Allahü teâlânın kullarına verdiği bir sermayedir. Bu sermayeyi Allahü teâlânın bildirdiği yerlerde harcamalıdır. Vakit geçtikten sonra pişmanlığın faydası olmaz.
Allaha sevgi ile bağlanan ve Ona iman eden kul, daima korku ile ümit arasında yaşamalıdır. Gençlikte, korkunun fazla olması daha iyidir. Böylece kötülüklerden kaçıp iyilik etmeye koşar. Allahü teâlâdan korkmalı, Onun rahmetinden ümidi kesmemelidir! Ümit, korkudan çok olmalıdır. Böyle olan kimse, ibâdetlerinden zevk alır. Gençlerde korkunun fazla olması, ihtiyarlarda ise ümidin daha fazla olması gerekir, denildi. Hastalarda recâ/ümit fazla olmalıdır. Korkusuz ümit ve ümitsiz korku, asla câiz değildir. Birincisi emin olmak, ikincisi ümitsiz olmaktır. Rabbimiz bir hadîs-i kudsîde, (Kulumu, beni zan ettiği gibi karşılarım) buyurdu. Peygamber Efendimiz de, ölüm hâlindeki bir gence (Kendini nasıl buluyorsun?) diye sorduğunda, gencin cevabı: “Günâhlarımdan korkuyor; fakat Allah’tan ümit kesmiyorum” olunca, Efendimiz ona; (Bu korku ile ümit, şu ölüm anında kimde bulunursa, Allahü teâlâ, ona umduğunu verir ve onu korktuğundan emin kılar) buyurdu.
Gençlikte, Allah’ın azâbından korkmalı, günâhlardan çok sakınmalıdır. Bu hususta gevşek davranılırsa, insan küfre düşebilir. Ama ihtiyarlayınca, ömrünün sonuna doğru, öleceği zaman, daha çok Allahü teâlâya hüsn-i zân etmeli, yani “Ben çok günâhkâr isem de, Allahü teâlâ beni affeder” diye ümit etmelidir!