Recep Haşatlı, (1930 - 1978), 4 Ekim 1978 tarihinde İstanbul’da, işinden evine döndüğünde arabasından inerken, 17 yaşındaki oğlu Mustafa Haşatlı ile birlikte tabanca ile vurularak öldürülen Milliyetçi Hareket Partisi İstanbul il başkanıdır.
FATMA HAŞATLI GÜNER’in mektubu
Recep Haşatlı, (1930 - 1978), 4 Ekim 1978 tarihinde İstanbul’da, işinden evine döndüğünde arabasından inerken, 17 yaşındaki oğlu Mustafa Haşatlı ile birlikte tabanca ile vurularak öldürülen Milliyetçi Hareket Partisi İstanbul il başkanıdır.
MHP İstanbul İl Başkanı Recep HAŞATLI’nın kızı, Mustafa Haşatlı’nın kız kardeşi Fatma Haşatlı Güner yazdığı mektupta Canım babam ve kardeşim. Diye başladığı duygu dolu mektupunu şehit edilişinin 46. Ölüm yıl dönümünde köşemde yayınlıyorum. Şehit Recep başkana ve Mustafa kardeşime rahmetler diliyorum. Mekanınız cennet makamınız ali olsun.
4-5 gün önce şehadetlerinin 46. yılını idrak ettiğimiz o zamanki MHP İl Başkanı Recep HAŞATLI ve Oğlu Mustafa HAŞATLI’nın ardından kızı Fatma Haşatlı GÜNER’in şehit babası ve kardeşi için kaleme aldığı ve ne var ki kendisi de kanserden rahmetli olan ve yazdığı yazı daha sonra Paradigma Yayınları’ndan yayınlanan “Kızlar ve Babaları” kitabında yer alan ibret ve hüzün dolu yazısı.
– 47yıllık hayatını inandığı gibi dolu, dolu yaşadı. Yaşadığı gibi inanan tanrı tanımazlar polis kıyafeti giyinerek kurdukları hain tuzakla babamı ve henüz 17 yaşındaki biricik kardeşim Mustafa’yı canları kadar sevdikleri vatan toprağına düşürdüler. Babam ve kardeşim vatan, bayrak, millet, medeniyet, ilim, ahlak, hak, hukuk, adalet, demokrasi dedikleri için tanrı tanımazların ve arkalarındaki meşum güçlerin hedefi oldular. Sözde “halk iktidarı” istiyorlardı. Ama hedef seçtikleri insanların tamamı babam gibi halktan insanlar ve halkın çocuklarıydı…
…Bu zavallılığın ne kadar acımasız halde olduğunun daha iyi anlaşılması için babam ve biricik kardeşimi tuzağa düşüren tanrı tanımazların tespit edilen eylemlerinin bir kısmını anlatmak ne demek istediğimi izaha yetecektir.
…5 kişilik bu hücrenin eylemlerini bir kısmı 58 öldürme, 98 öldürme kastıyla yaralama (yaralananların bir kısmı ömür boyu felçli halde yatağa mahkûm durumdadırlar), 135 bombalama ve kundaklamadır. Allah’a inanan hiçbir aklıselim insan bu kadar acımasız olabilir mi? Bunları yapanlarda insani ölçüler olabilir mi? Onun için onlara “tanrı tanımazlar” diyorum…
…O dönemde siyasette yaşanan en vahim durum; Ecevit’in ve CHP’ye sızan bir kısım siyasetçinin bunlara zımnen hamilik yapmalarıydı. O dönemin iç işleri bakanının “Suikast MHP il başkanına değil, oğluna karşı düzenlenmiştir.” şeklindeki talihsiz beyanatı bu suikastı meşrulaştırmaya yöneliktir. Bu beyanat babamın müteaddit defalar “devlet koruması” talebinin aynı bakanlıkça ret edilmesi ile birlikte düşünüldüğünde o dönemdeki siyasilerin teröre ve terörizme duydukları sempati daha iyi anlaşılacaktır. Nitekim avukatımız Sayın Mehmet Voyvodadevelioğlu’nun içişleri bakanlığı ve idare aleyhine açtığı davada idare ve bakanlık görevi kötüye kullanma ve görevi suiistimalden mahkûm olmuşlardı. Yüz kere mahkûm olsalar neye yarar ki?…
…Canım babam cenazesine katılan otuz binin üzerindeki dostlarının ve sevenlerinin omuzlarında ebedi âleme uğurlanırken geride hayatın zorluklarını tanımayan 80 yaşında bir anne, 50 yaşında bir eş, 13 ve 20 yaşında iki kız; kardeşim ve ben kala kalmıştık. Onun bıraktığı o ağır yükü artık ben çekecektim. Ama nasıl? Şairin dediği gibi “Kartalın yükünü nasıl taşır kanarya?”. Bu yükü nasıl taşıyacaktım? Hiçbir iş tecrübem, hiçbir fikrim yoktu. Ama kader bana bu yükü yüklemişti…
…Üç öğün babamın sofrasından kalkmayanların, henüz iş yerini açıp sayım yaptığımız ilk gün 2-3 kişiyi getirip “burayı artık siz kapatın, bu adamlara satın” diye müşteri getirmelerine, babamın işini adeta dağıtmak istemelerine o kadar üzüldüm ki. Onların bu tavrı beni babamın işini yürütmem için adeta kamçıladı. “20 yaşında kurtlar sofrasında genç bir kız ne yapacak” diyen bu adamları Allah’a şükür mahcup ettim. Onlar da mahcubiyetlerinden bir daha yüzüme bakamadılar…
…Babam dürüstlüğü, onuru şahsiyeti ve sözünün eri olması ile çevresine ve iş âlemine öyle bir isim bırakmıştı ki. O sayede Allah’ın izniyle her zorluğu aştım. Babamın bize bıraktığı en kıymetli miras adeta bayrak kadar temiz, bayrak kadar ulvi, her zaman gurur duyduğum ismi oldu. Hayatımın her veçhesinde ona, o isme layık olmaya gayret ettim. O zor günlerimde bana maddi, manevi her türlü desteği veren baba dostlarıma, özellikle Ahmet İyioldu, Emin Şaka, İhsanTekoğlu, Abdullah Baloğlu, Raif Dinçkök ve Ali Dinçkök beylere şükran ve minnet borcum vardır. Hepsinden Allah razı olsun. Umarım bana haklarını helal ederler…
…Babamın şehadetinden yaklaşık 14-15 ay sonra kabirlerini yaptırmak üzere mezarlıklar müdürlüğüne müracaat edip bir mezarcı ustası ile anlaştım. İşlemleri tamamlayıp yapacağı mezarları gösterdim…
…Mezarcı işe başladıktan iki gün sonra biraz korkulu biraz heyecanlı bir sesle beni aradı. “Abla mezarları yaparken o kadar zamanda kefenlerinin çürümediğini görünce şaşırdım. Beni affedin merakımı yenmek için kefenleri açtım. Benim gördüklerimi siz de görmek istersiniz diye sizi aradım beni affedin. Naaşlar defnedildikleri gibi duruyorlar, kapatmadan gelip siz de görün istedim.” dedi. Adam korku ve heyecandan kekeliyordu. Kendisine hemen kabirleri kapatıp işini bitirmesini, gördüklerini de kimseye söylememesini rica ettim. Adam tekrar affedin diyerek telefonu kapattı. Biz babamın ve kardeşimin şehit olduğuna inanıyorduk. Mezarcının merak sonucu gördükleri sadece bizim inancımızın teyidi olmuştu…
…İşte benim babam RECEP HAŞATLI bu. Kanaryaya kartalın yükünü taşıtan gücün de bu manevi güç olduğuna hep inandım…
…Onun hayat düsturu “Elif gibi dosdoğru” olmaktı. Hep “Elif gibi dosdoğru olacaksın” derdi. Elif gibi dosdoğru yaşadı. Yalandan ve yalancıdan hiç hoşlanmadı. Onun bulunduğu yerde kimse gıybet yapamaz, kimse yalan söyleyemezdi. Kimsenin ardından konuşmaz, kimseyi başkasının ardından konuşturmazdı. İnsanlara nezaketli davranır kimseyi yalnız ismi ile çağırmaz “Ahmet Beyciyim” gibi nezaketli hitap ederdi. Güven veren bir kararlılığı vardı. Köyünde geçirdiği çocukluk ve gençlik yıllarında yakacak için dağdan getirdiği odunların bile doğru olmasına aynı boyda olmasına dikkat eder, eğri odun getirmezmiş. Köylülerimiz ve komşu köylüler ona “DOĞRU ADAM İRECEP BEY” adını koymuşlar. Babam insanları seven asla kin tutmayan biriydi. Onun bulunduğu yerde küslük olmazdı. Bayramlarda bayram namazından sonra köyde isek köyümüzden hatta komşu köylerden büyük bir kalabalık sabah kahvaltısına bize gelir; yenir, içilir kırgınlar barıştırılıp uğurlanırdı. İstanbul’da isek apartman komşuları kahvaltıya çağırılır 46 haneli apartman komşularımızın çoğu katılır aralarındaki sıkıntılar giderilip, kırgınlar barıştırılıp öpüştürülür, kahvaltıya katılmayanları da babam mutlaka din-mezhep ayrımı yapmadan ziyaret ederdi. Yeşidirek’de esnaf arasındaki problemlerin çözümünde babamın hakemliğine başvurulduğunu esnaftan öğrendim. Bazı zamanlarda Yeşildirek camiinde Cuma namazını kıldırır hutbeye çıkarmış. Esnaf bu yüzden de ayrı bir muhabbet gösterirmiş. O bu âlemden kılı kırk yararak kul hakkına ve insanlara gösterdiği saygının karşılığını insanlardan saygı ve sevgi olarak, yüce Allah’tan da şehitlik olarak alıp gitti…
…Babam çok çalışkan ve enerji dolu bir insandı. Ancak dünya malına tamah edip mal, mülk edinmek gibi bir kaygı taşımazdı. Türk sanayinin önderlerinden baba dostum, her zaman saygı ile andığım merhum Sayın Raif Dinçkök Bey “Recep Bey kaybından en çok üzüntü duyduğum insanlardan biriydi. Para biriktirmeyi hiç sevmedi. Eğer kazandıklarını biriktirseydi Türkiye’nin en zenginlerinden birisi olurdu, belki benden bile güçlü olurdu.” demişti.
…Babam parayı ihtiyaçlılara vermek, dağıtmak için kazanmayı seviyordu. Yazar ve siyaset adamı Sayın Nevzat Köseoğlu babam hakkında yazdığı bir yazısında “sürekli verdi; o kadarki sonunda canını da verdi.” diye yazmıştı. Gerçekten de öyleydi. Maddi, manevi her şeyini paylaşmaktan çok mutlu olurdu. Babamdan sonra çok değişik çevrelerden çok değişik fikirlerdeki belki yüzlerce insandan “Recep Haşatlı’dan aldığım bursla okudum. Recep Haşatlı elimden tutmasaydı okulu bırakmak zorunda kalırdım. Recep Haşatlı’nın verdiği sermaye ile fabrika kurdum.” gibi sözler, hatıralar dinledim. Bu insanların içinde bugün üniversite öğretim üyesi, rektör, dekan gibi bilim adamları, devlet katında üst düzey yöneticiler ve iş adamları var. Babam bütün yardımlarını gizli yapardı. Yardımlarının çoğunu bizi ziyarete gelen yardım yaptığı insanlardan öğrendik…
…Babam ile birlikte şehit edilen kardeşim Mustafa lise öğrencisiydi. Kardeşim okulda ve sokakta sürekli saldırıya uğruyordu. Babam üzülmesin diye bu saldırıları söylemezdi. Kardeşimin üzerine ateş açıldığını, dövüldüğünü gazetelerden öğrenir çok üzülürdük. Babam “benim yüzümden bu çocuğa bir şey olacak ömür boyu içime hicran olacak” der üzülürdü. Okusunlar diye düşünce farkı gözetmeden tanımadığı onca öğrenciye yardım eden babam biricik oğlunu bu saldırılardan koruyabilmek için okuldan almak zorunda kalmıştı. Ama ne çare düşman kavi tali zebundu. İkisini aynı pusuya düşürdüler…
…Şehit edildikleri 3 Ekim 1978 benim 20. doğum günümdü. Hazırlandık babamı bekliyorduk. Saat 20:00-20:30 arası camdan bakıyordum. Babamın far ışıkları otoparkın karşı duvarına vurdu. O anda yoğun bir silah sesi ve tarama başladı. Babamlara bir şeyler olduğunu hemen anladık. 7. kattan hemen merdivenlere koştum. Basamakları 3er 5er hızla iniyordum. Komşulardan bana engel olmaya çalışanlar oldu. Ben inene kadar açılan çapraz ateş sonucu babam arabada ruhunu teslim etmiş, kardeşimi ise komşular Göztepe SSK Hastanesine kaldırmışlardı. Çok geçmeden onun da acı haberi geldi. Kardeşimi hastaneye götüren komşulardan hastanedeki DİSK üyesi işçilerin yaralı, kan revan içindeki kardeşimi asansöre bindirmedikleri için 3. kattaki ameliyathaneye yürüyerek çıkmak zorunda kaldıklarını öğrendik. Bu ne kin ne düşmanlıktır anlaşılır gibi değil. 12 mermi yarası bulunan, kan kaybeden bir insana bunun yapılmasını kim nasıl izah eder bilmiyorum. Bildiğim bir şey var; bunu yapanların insanlıkla ilgilerinin olmayacağıdır…”
Rahmet olsun.
Fotoğraf: Eskişehir Ülkü Ocağı