(Not: Geçen haftadan devam)

“Son yirmi yıl içinde dilde aşırı özleşmeyi savunan aydın zümresi hiçbir zaman milliyetçi bir gurup değildir. Hayat görüşleri, millet, milliyet ve tarih anlayışları bakımından son derece geniş düşünceli, hatta milliyetçilik yerine beynelmilelciliği benimseyen bir kısım aydınların dil konusunda böyle aşırı Türkçeci oluş sebeplerini izah etmek bizce imkânsızdır. Hiçbir konuda Türkçü, milliyetçi olmayan, hatta bazen bu düşüncelere karşı çıkan kimseler dil meselesinde nasıl Türkçeci oluyor, nasıl bir dil ırkçısı kesiliyorlar?”

“3- Üçüncüsü, ta başlangıçtan beri en çok taraftarı olan, büyük bir aydın, yazar, ilim adamı ve sanatçı kitlesinin benimsediği görüştür. Yukarıda izah ettiğimiz görüşleri iki ayrı uç sayarsak, bu üçüncüye orta yol diyebiliriz. Eskilerin “mutedil”, yenilerin “ılımlı” dedikleri bu büyük zümre mensuplarının hepsi, istisnasız Türkçeden yanadır ve ilericidir. Ölçülü ve sağ duyu sahibidir. Bu zümrenin görüşü, esas itibariyle, Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin ve Şemsettin Sami gibi öncülerin açmış oldukları çığır istikametinde olup, onların tesbit ettiği ilkelerin daha ilmi bir metotla gerçekleşmesini sağlamaktır.”

-Her medeni ve ileri kültür dili gibi Türkçenin de yüzde yüz saf olmasına ne imkân ne de lüzum vardır. İhtiyaç halinde, başka dillerden kelime almak kadar tabii bir şey olamaz. Ancak bu kelime alış-verişi, ihtiyaç hudutlarını aşarak bir heves ve özenti şeklini almadan normal ölçüler içinde kalmalıdır.

-Dilimizde Türkçe karşılığı bulunan yabancı kelimeler, sert bir hareketle değil, yavaş yavaş, usulü dairesinde bir elenmeye tabi tutularak temizlenmelidir. Çünkü sert ve ani hamleler dilin bünyesini sarsar, birçok isabetsiz ve ölçüsüz davranışlara sebep olur. Onun içim zaman meselesinde aceleci olmak doğru değildir.

-Dilde karşılığı bulunmayan yabancı asıllı sözleri ise, Türkçenin bütün gramer hususiyetleri göz önünde alınıp, bunlara uyulmak suretiyle karşılık bulunmalıdır. Bu işler yapılırken ek ve Kök’ün Türkçe olması şarttır. Bunlara dikkat edilerek yapılan sözler “türeme” kelimeler, bunlara dikkat etmeksizin, gelişigüzel yapılan sözler de “uydurma” kelimelerdir.

-Halka kadar inmiş ve Türkçe karşılığı mevcut olmayan Arapça, Farsça sözlerin yerine batı dillerinden kelimeler almak büsbütün manasız ve yanlıştır. Dil devrimi bu istikamete katiyen yöneltilmemelidir. Böyle yerleşmiş kelimelerin “temizlenmesini” tabii tekâmüle bırakmalıdır.

Görülüyor ki, bu gurubun da asıl gayesi Türkçenin ilerlemesini, genişlemesini, güçlü ve zengin bir kültür dili olmasını sağlamaktır. İçlerinden hiç kimsenin “Osmanlıcaya dönelim”: “Arapça, Farsça sözleri Türkçeye tercih edelim”, “Türkçeyi ihmal edip yüz üstü bırakalım” dediği yoktur.”

Tasfiyeciler göre:

--Dil denilen nesne aslında bir “uydurma”dır; Gökten inmemiştir. Fertler arasında anlaşmayı sağlayan vasıtadan başka bir şey olmıyan dili, vaktiyle insanlar nasıl uydurmuşlarsa, bugün de “uydurma” işine öyle devam edilebilir.

--Dilde “uydurma” yolu ile kelime türetmek için, bu işten anlayan, ehil bilginlere, uzmanlara hiç de lüzum yoktur. Arzu eden ve Türkçenin arılaşmasını isteyen her Türk, tabii

birazcık mürekkep yalamış olmak şartıyla gönlünden koptuğu gibi sözler “uydurabilirler”

Mutedillerin görüşü de şudur:

---Dil canlı bir varlıktır. Böyle olduğuna göre, her canlı tabi varlık gibi onunda kendine has yaşama ve gelişme kanunları, bizim hiçbir zaman sezemediğimiz bir “püf noktası” vardır. Hayatta kavak ağacına dahi, onun tabiatına aykırı bir yön veremeyiz. Onu zevkimize göre yetiştiremeyiz. Sadece gelişimine yardımcı oluruz. Bakar ve himaye ederiz. Dil ise sahipsiz bir ağaç değildir. Bir milletin “düşüncesinin Evi’dir. Ortak milli ruhun ortak milli dehanım yarattığı mükemmel ve ilahi bir düzendir. Milletin kanından sıcaklık, gözünde ışık ve gönlünde canlılık alan milli dil, her şahsın ve zümrenin önündedir, üstündedir. Binlerce yıldan beri süzüle süzüle, insanla beraber gelişmiş, insanlıktan ve onun düşüncesinden ayrılamayan şahsiyetli, haysiyetli bir varlık olmuştur.

---Dile mutlaka müdahale etmek gerekiyorsa bunu ancak uzman kişiler yapabilir. Türkçe konuşan her vatandaş dilin ıslahı veya tedavisinde söz sahibi olmaz. Onun için, Türkçenin meselelerini çözerken politikacıdan da şairden de sanatçıdan da önce dil bilginlerini konuşurlar, dil bilginleri yol gösterir ve karar verirler. Aksine hareket edildiği takdirde “kaş yapayım derken göz çıkarılır.”

Dr. M. Necmettin Hacıeminoğlu. “Dil Devriminde Çeşitli Görüşler” Türk Kültürü Dergisi, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü Yayını, Ayyıldız matbaası, Ankara Eylül 1963, ayda bir çıkar. Yıl 1, Sayı 11, Sayfa: 5-9