Geçtiğimiz günlerde D. Mehmet Doğan vefat etmişti. Allah rahmet eylesin. Çalışkan, azimli, dürüst ve verimli bir insan olarak biliniyordu.
Adını 1975 yılında çıkan bir kitap “Batılılaşma İhaneti” ile tanımıştım. Kitap Dergâh yayınevinden çıkmıştı. Dergâh yayınevi de benim ve bizlerin beğendiği ve ilgi ile takip ettiği bir yayınevi idi. Kendisini şahsen tanımadım ama bu belirttiğim kitabı alıp okuduğumda batılılaşma konusu biraz kafamı karıştırmıştı.
Kitapta geçen konularda ve kaynak gösterilerek verilen bilgilerde, Tek parti dönemi ve tek parti döneminde yaşamış bulunan birtakım yazar ve şairlerin abartılı bir şekilde Atatürk’e ilah muamelesi yapıyor olmaları çok dikkatimi çekmişti. Bizler de İlkokuldan beri müsamerelerde, bayramlarda okunan şiirlerde Atatürk’ten çok bahsedildiğini ve onun neredeyse yarı ilah olduğunu, bizi zulmetten kurtardığını bizi idare eden padişahların hep zevk ve sefada vakit geçirdikleri, halkı düşünmedikleri gibi düşünceleri hep dinlemiştik.
O günlerde D. Mehmet Doğan’ın görüşleri, yazdıkları biraz abartılı gelmişti. Biz çağdaşlaşmalıydık, Batılılaşmalıydık bu iddialar pek de olumsuz gelmiyordu. Fakat zaman geçtikçe ve çeşitli kaynaklardan kitaplar okudukça gördüm ki öyle abartıldığı gibi bir batılılaşma, bir çağdaşlaşma gerekmiyormuş. Bir Ahmet Hamdi Tanpınar, bir Peyami Safa, bir Osman Turan, bir Osman Yüksel, bir Nihal Atsız ve tabi başkalarını da okudukça gördüm ki biz kendimiz kalarak çağdaşlaşmalıydık. Batıya özenerek, batıya öykünerek ancak taklitçi olabilirdik. Doğrudur belki batıdan ilmi almalıydık fakat asla batının kültürünü almamalı ve kendi gelenek ve kültürümüze sahip çıkmalı ve biz kendimiz gibi olmalıydık. Kısaca bu tek parti döneminde uygulama alanı bulan balo, dans, kıyafet, kanunlarımız vs. asıl hedefimize bizi götüremiyordu.
Birçok konuda aynı düşünceleri paylaşıyor olmakla beraber Doğan bizim de içinde bulunduğumuz Milliyetçi harekete mensubiyet yerine daha çok İslami yaklaşımları ile ama yine de milli duyguları çok yüksek olan ve bu yolda çalışmalar yapan daha muhafazakâr bir yapıya mensuptu. Zaten adının başındaki D harfi de Nurettin Topçu tarafından kendisini diğer Mehmet Doğan’ lardan ayırt etmek amacıyla verilmişti.
D. Mehmet Doğan bir Anadolu kasabasından çıkarak tırnakları ile bir yere gelen ve çıkardığı pek çok kitaplarının yanında büyük bir Türkçe sözlük hazırlamış olması bile onun değerini anlamamıza yardımcı olacaktır.
Birkaç sene önce Ülkücülerin zaman içindeki seyri konusunda bir yazı yazmış ve epey tartışmalara sebep olmuştu. Benim anladığım kadarıyla Ülkücüleri geçmişi ve geçirilen badireler ve fikren nerelerden nereye geldiklerini kendi penceresinden yazıya dökmüştü. Yüzeysel bakmadan derinlemesine düşünecek olursak söylediği pek çok konunun ve ifade ettiği şeylerin çok da yanlış olmadığını görmek mümkündü.
Yazının bir yerinde: "Ülkücü tipi"nin 1960 sonlarında paramiliter bir muhtevada "komando" namıyla ortaya çıktığını, 1970'lerin sıcak çatışma ortamında maneviyatçı bir tahavvüle uğradığını, 12 Eylül öncesinde "nizam-ı âlemci" bir muhtevaya büründüğünü ve "kanımız aksa da zafer İslâmın" sloganını ön plana çıkardığını hatırlayanlardanız.”
Biz de Yozgat Özelinden başlayarak Ülkücü hareketi anlattığımız “Bizi Biz Yapan Hayallerimiz Vardı” kitabımızda Türk milliyetçilerinin fikri olarak geçirdiği evreleri ele almıştık.
Yazının başka bir başka yerinde ise: “Türkiye'nin dini dışlayan laik milliyetçi damarı, her şeye rağmen, 1970'lerde kurumaya yüz tuttu. Din dışı pozitivist milliyetçilik tesirini tamamen kaybetti. Milliyetçilik söylemleriyle ortaya çıkan ülkücü hareket, dinî bir muhteva kazandı. Kanaatimizce 12 Eylül'ün arka plan sebeplerinden en önemlisi budur! Yoksa rejim ve dış güçler Türkiye'de gençlerin oluk oluk kanının akmasından fazla rahatsız değillerdi. Fakat akıncı gençlikle ülkücü gençliğin gittikçe daha fazla birbirine yaklaşması, işin rengini değiştirdi. Bunun üzerine düğmeye basıldı,12 Eylül darbesi yapıldı.”
Milliyetçi hareketin başladığı yıllarda daha fazla bir Türkçülük görüş ağır basarken bu durum daha sonra Milliyetçi-Toplumcu ve daha sonra da Türk-İslam sentezi düşüncesine ulaşmıştı.
Günümüze gelindiğinde ise Milliyetçi olarak bilinen insanların giderek din dışı bir kuru Türkçülük düşüncesine doğru evrildiklerini hep beraber gördük. Bu tespitimizi D. Mehmet Doğan söyleyince tepkiler almıştı.
Yine yazının bir yerinde:
“CHP’nin siyaseten uzak durduğu din karşıtlığı alanına kayan ülkücüler görülmeye başladı. Bu karşıtlık siyaset zemininden kültürel zemine doğru kaydı. 1970’lerde milliyetçi fikirleri güçlü şekilde ve kültürel bir zeminde ifade eden Erol Güngör, Nevzat Köseoğlu ve Seyyid Ahmed Arvasi gibi fikir adamları okunmaz oldu, hatta unutuldu.”
Doğanın söylediklerinin neresi yanlış.
“Bu düşünce-iman zemini kaybında Muhsin Yazıcıoğlu’nun şaibeli şekilde vefatı dönüm noktası oldu. Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu düşünce ve iman salabeti ile geniş bir ülkücü kitleyi sağlam bir zeminde tutabiliyordu. Onun şehadetinden sonra bazı ülkücü kesimlerin tarih, dil, kültür konularındaki çözülmeleri hız kazandı. Eski söylediklerinin zıddını söylemeye, eski inandıklarının tersine inanmaya başladılar.”
D. Mehmet doğan son zamanlarda eğer vefat etmeseydi Muhsin Yazıcıoğlu’na fikren daha yakındı. Yazıcıoğlu bir suikast sonucu şehid edilmeseydi fikren de fiilen de belki aynı kulvarda olabilirlerdi.
D. Mehmet Doğan gibi, dişi ile tırnağı ile bir yerlere gelmeyi başarabilen pek az kişi vardır. Yazarlar Birliğinde de uzun yıllar başarılı bir şekilde başkanlık yaptı. Vefatı elbette sevenlerini üzmüştür. Burada belirtmeden geçmek haksızlık olur. Cenaze namazına Cumhurbaşkanının katılmış olması ve mezarının da Tacettin dergâhı haziresine kazılmış olması ona gösterilen vefanın bir örneği olsa gerek.
Dr. Hayati Bice’nin de dediği gibi;” Türk- İslam ülküsünün yaşayan bir örneğiydi. Dava adamıydı. İslami yönü ağır basıyor diye farklı değerlendirenler de oldu. Ama bence o, hem kültür, hem edebiyat , hem sanat, hem fikir ve dava adamıydı.(
Ne diyelim Allah Rahmet eylesin.”