Kış günlerinin vaz geçilmez bir güzelliği vardı. Saflığın, temizliğin timsali olan kar: Saf, tertemiz beyazlığı ile tüm doğayı kaplar kötülüklerin üzerini örterdi!..
Çocukluk günlerimizin en güzel anılarından birini oluştururdu. Masal ve bilmecelerle hatırladığımız kış gecelerini unutmak ne mümkün?
O günlerin güzel bir hatırasını hatırladım, paylaşmak istedim. İlkokulu köyüm Kırım’da bitirmiştim; ortaokul için babam beni Yozgat İmam Hatip okuluna yazdırmıştı.
Köylü çocuğu olduğum için her hafta sonu köye gider haftalık ihtiyaçlarımı köyden karşılardım.
Yine bir hafta sonu Cuma günü öğle sonu okuldan çıkıp köyün yolunu tutum, üç saatlik yolu yaya gidip gelirdim. Sanki okuyacak gibi Kucak dolusu kitabı da yanımda taşırdım.
Kış mevsimi olduğu için Pazar günü müthiş bir kar yağdı. Yollar kapandı, dağlar yol vermez oldu. Doğa bembeyaz örtüsüne bürünmüştü!
Benim okula dönmem gerekiyordu, Pazar akşamı babam aradı taradı Yozgat’a gidecek kimseyi bulamadı. (Beni yanlarına katacaktı) Rahmetli dedem babama siz götürün çocuğu: karşısına it- kurt çıkar diyordu!.. Bana çok söylediler: “Oğlum bugün okula gitme!” diye ama beni okula gitmekten vazgeçirememişlerdi: “Okula gitmem gerekir” diyordum. Azığım hazırlandı, eşeğe yüklendi( Eşek o yıllar bizim aracımızdı!) Bahri Amca ( Bahri
Çavuş ) ve Alaaddin Amca babamın amca çocukları idi. Onlar babamın en yakın dostları idi.
Babam Alaaddin Onbaşıyı ikna etmişti, o da bize eşlik edecekti. Sabah erkenden yola çıktık.
Kar diz boyu; zaman zaman kara batıyor çıkmak için çok büyük çaba sarfediyorduk. Bir kaç defa eşeğimiz kara saplanmış, güç bele çıkarmıştık! Yolumuzun en büyük engeli Kabak Tepe yokuşu ve Çatak Boğaz’ı idi...
Uzun uğraşlar sonucu Kabak Tepeyi aşmış Ethem’in Çiftliğinin dengine ulaşmıştık.
Bu kısımda eğimi fazla olan bir dereden geçmemiz gerekiyordu. Tam bu dereyi geçerken eşeğimiz kara saplandı. Aslında biz de ayrı ayrı kara batıp güç bela çıkmıştık! Çok uğraştık ama eşeği çöktüğü kar çukurundan çıkaramadık. Kan ter içinde umudumuz kesilince babam dedi ki: “Oğlum koş git Yozgat’a ulaş bize tanıdıklardan yardım getir!”
Küçük cılız-zayıf bir çocuk olduğum için yuvarlanarak da olsa kardan çıkıyordum!..
Pür telaş içinde Yozgat’a ulaşıp köylü kahvehanelerini dolaştım ve bir kaç köylümüzü bulup onlarla yardıma çıktık! Çatak Boğazında onları bulduk. Çabalarken kurtulmuşlar eşeği de düştüğü yerden çıkarmışlardı.
Sonrasını tahmin ediyorsunuzdur: vakit öğleyi bulmuş okul saati çoktan geçmişti.
Ben öğle sonu okula, babamgilde köylü kahvelerine gidip soba başında ısınmışlardı!...O yıllarda Büyük Camii çevresi köylü kahveleri ile dolu idi.
Şimdi o kar da yok, o kışlar da yok!
Tabii ki, su da, bereket de yok...Tüm aile bireyleri sobanın başında toplanır, kışın tadını çıkarırdık!
Rahmetli Ninem ve babamın masalları, arkadaşlarımızın bilmeceleri ve korku dolu hikayeleri halen hafızalarımız da...
Şimdi ne o kışlar var, ne o bereket, ne de o samimiyet!...O güzel dostlar da aramızdan göçüp gittiler, (rahmetle yad ediyorum) mekanları cennet olsun. Günümüzde ise dostluğun, komşuluğun ve samimiyetin bitttiği yılları yaşıyoruz...
Samimiyetin, temizliğin ve saflığın timsali o kışları da özlüyoruz!..