İnsanı eşref-i mahlûk olarak yaratan Yüce Allah, O’nun yaratılışındaki mükemmelliğin muhafazasını da her bakımdan bu mükemmellik ve güzellikle uyumlu hareket etmesine bağlamıştır. Bu sebeple insanoğlu yaratılışındaki bu güzelliği bozacak, şerefine zarar verecek şeylere karşı uyarılmış, özenli ve dikkatli davranması istenmiştir. Bu süreç ta baştan insanın dünyaya gelişine vasıtalık edecek ana babanın yuva kurma sürecinden başlatılmıştır. Peygamber efendimiz eş olarak seçilecek kişide güzellik, mal, nesep ve dinin aranabileceğini belirterek dindar olanının tercihe şayan olması gerektiğini öğütlemiştir. Ayrıca insan neslinin temiz ve saf olarak devamı; kurulacak yuvanın bir kadın ve erkekten müteşekkil, sahih bir nikaha dayalı ve ona zarar vermeyecek meşru bir ilişki ve davranış ortamının muhafazasında görmüştür. Bunun dışındaki birliktelikleri meşru kabul etmediği gibi böyle bir zeminde dünyaya gelmeyi de temiz saymamış, bunların insanın mükerremiyetine aykırı olduğuna dikkat çekmiştir.
Diğer taraftan akıl idrak, tefekkür, kalp ve engin bir gönülle dünyayı teşrif eden insanı diğer varlıklardan ayırmak üzere onun yemesi, içmesi, giymesi, oturması, kalkması, konuşması ve diğer varlıklarla kuracağı ilişkiler başta olmak üzere her hal ve hareketinin insanı erdemler çerçevesinde olmasını tavsiye etmiştir. Bu çerçeve de insana yaraşır hassasiyet alınlarının başında örtünme ve haya duygusu gelmektedir. Zira örtünme yani tesettür, yaratılmışlar arasında yalnız insana mahsus bir keyfiyettir. Âyet-i kerîmede Rabbimiz şöyle buyurur:
“Ey Âdemoğulları! Size avret yerlerinizi örtecek giysi ve süslenecek elbise bahşettik. Takvâ elbisesi ise daha hayırlıdır...”(el-A’râf, 26) Allâh Teâlâ’nın insana yaratılışındaki mükemmellikle uyumlu olarak bahşettiği saygınlık, vakar, hayâ, ciddiyetk ve asaletin muhafazası açık yerlerini iradi olarak örtmesi, edep ve hayasına bağlanmıştır. Aksi tavır ve davranışların bu insânî vasıfları zâyî edip insanı kendi dûnundaki varlıkların seviyesine düşeceği tehlikesine dikkat çekmiştir. Bunun için insanın oto kontrol mekanizması diyebileceğimiz haya imandan sayılarak Peygamber Efendimiz “ Hayâ îmandandır!”(Buhârî, Îmân, 3) buyurmuş haya örtüsünü yırtanlara ise “ Eğer hayanı yitirdi isen dilediğin gibi hareket et” (Buhari,Edep.78) uyarısını yapmıştır. Mevlânâ Hazretleri de bu konuda: “«–Îmân nedir?» diye aklıma sordum. Akıl, kalbimin kulağına eğilip şöyle fısıldadı: «–Îmân, edep yani hayadan ibârettir.»” şeklinde tespitte bulunmuştur.
İslâm tesettür konusunda insan haysiyetiyle uyumlu bir şekilde kadın içinde erkek içinde temel örtünme ölçüleri getirmiştir. Kıyâfetin vücut hatlarını ortaya çıkaracak derecede dar veya şeffaf olmaması ve örtünmesi gereken yerlerin örtünmesidir. Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz, Hazret-i Âişe’nin kardeşi Esmâ’nın ince bir elbise giydiğini görünce, başını çevirmiş ve şöyle buyurmuştur: “–Ey Esmâ! Bülûğa erdikten sonra kadınların, -yüzüne ve eline işâret ederek- şu ve şundan başka bir yerinin görülmesi doğru olmaz.” (Ebû Dâvûd, Libâs, 31)
Diğer taraftan, yaratılıştan gelen sınırların muhafazası için kadının kadınlık, erkeğin erkeklik haysiyetini koruması da zarûrîdir. Bu hususta da Peygamber Efendimiz şu uyarıyı yapmıştır: “Kadın gibi giyinen erkekler, erkek gibi giyinen kadınlar, Allâh’ın rahmetinden uzak kalacaklardır.” (Ebû Dâvud, Libâs, 2)
Ne yazık ki çağımızda Allah teala’nın cinsler arasında yaratılıştan koyduğu sınırlar kılık, kıyafet, ilişki ve davranışlardaki değişme ve benzeşmeyle aşındırılmasıyla, kadının kadın gibi erkeğin de erkek gibi tavır ve davranış sergilemesi yadırganır olmuştur. Ayrıca insanlara kesintisiz yapılan “cinsiyet eşitliği” çağrısı, iki ayrı cinsin hak ve adalet önündeki eşitliği için değil, bilinçli olarak yaratılıştan gelen fıtri farklılıklarını yok etme mücadelesine dönüştürülmüştür. Bu da kadının doğurganlığını yok etmenin yanında cinsler arasındaki farklılığı muhafazayı da zorlaştırmıştır. Hâlbuki kadın ve erkeğin fizikî ve rûhî yaratılışlarının aynı olmaması bu alanda ki bir eşitliği imkansız kılmakta ve aksi davranış fıtratla kavga anlamına gelmektedir. Allâh’ın erkek ve kadına verdiği fıtrî farklılıkları yok etmek için verilen böyle bir mücadele toplumları; âile içi çatışma ve huzursuzluklara, hiçbir şeyle tatmin olmayan doyumsuzluklara, huzur ve saâdeti başka yerlerde aramaya sevk ederek aile kurumuna da zarar vermiştir. Bunun insanlığa faturası ise boşanıp dağılmış aileler ve mutsuz çocuklar, aile içi şiddet ve toplumsal huzursuzluk olarak yansımış, insan neslinin devamını sağlayan mekanizmayı da aşındırmaya başlamıştır. Bu sebeple bizi diğer çoğu toplumdan ayırıp bir arada ve güçlü kılan aile kurumumuzu korumak başta başta olmak üzere, cinsler arasındaki fıtri farklılıkları da muhafaza ederek geleceğimize sahip çıkmalıyız.