Dinimizde kul hakkı pek mühimdir. Müslüman olsun, kâfir olsun, nerede olursa olsun, hiçbir insanın malına, canına ve ırzına, namusuna dokunmak caiz değildir. Peygamber efendimiz buyurdu ki:
“Birisinin hakkını alan kimse, ölmeden önce, onunla helalleşsin! Paranın, malın geçmeyeceği kıyâmet gününe, üzerinde kul hakkı bulunarak gitmesin! Dünyâda yapmış olduğu ibâdetleri, orada hak sâhibine verilecektir. İbâdeti yoksa veya biterse, hak sâhibinin günâhları, buna yüklenecektir.”
Bir kimsenin, başkasına zarar vermesi, malını çalması ve yemesi, iftirâ etmesi, dövmesi, sövmesi, yaralaması, ücretsiz birinin çocuğuna iş gördürmesi, alay etmesi, gıybetini yapması, kalbini kırması, suizanda bulunması, eli ve dili ile eziyet etmesi kul haklarındandır.
Kul hakkının en mühimi hoca ve ana-baba hakkıdır. Gayrimüslimlerin haklarına tecâvüz etmek Müslümanın hakkına tecâvüz etmekten daha büyük günâhtır...
Kıyâmet günü hak sâhipleri, haklarını mutlaka alacaktır. Dünyâda hak sâhibine hakkı ödenmezse veya hakkını helal etmezse, âhirette iyilikleri alınıp hakkı olana verilir...
Büyük İslam âlimi Hüseyin Hilmi Işık (kuddîse sirrûh) buyurdu ki: “Bir gümüş para kul hakkı olanın haccı kabul olmaz. Hiç sevap kazanamaz. İstediği kadar hacca gitsin, kabul olmaz. Kul hakkı, İslâm ahlâkının temelidir... Üç gram gümüş borcunu, yâni birkaç liralık kul hakkını ödemeyenin haccı, ‘hacc-ı mebrûr’ olsa dahi kabul olmaz. Hattâ şartlarına uygun olsa dahi!.. Kul hakkı bu kadar mühim... Fakat bunu bilen yok. Söyleyen hiç yok... Kul hakkı ne kadar az olsa da, helalleşmedikçe Cennete duhûle (girmeye) mânidir. Kul hakkından çok korkmak lâzım, çok. Ne kadar az olsa da korkmalı kardeşim. Üzerinde kul hakkı bulunan mevtânın rûhu, âsumâna, göklere yükselemez...”
Kul hakkından kurtulmak için, hak sâhiplerinin hakkı ödenir, helalleşilir, ona iyilik ve duâ edilir. Hak sâhibi ölmüş ise, çocuklarına, vârislerine haklar verilip ödenir. Vârisleri bilinmiyorsa, o miktar para fakirlere sadaka verilip sevâbı hak sâhibine niyet edilir.
Din büyükleri buyurdu ki:
“Vefat etmeden, hayatta iken hakkını helal eden âhirette kazançlı çıkacaktır. ‘Ben falancaya hakkımı helal etmiyorum’ dememelidir. Hatta ‘Ben, kıyamete kadar olan bütün haklarımı herkese helal ettim’ demelidir... Kimin haklı olduğu ahirette meydana çıkacak ve kendini ‘alacaklı’ sanan nice kimseler, o gün ‘borçlu’ çıkıp kahrolacaklardır!..”
Hayatta iken hakkını helal edenlere ne mutlu...

Edep ve nezaket


Allahü teâlâ, kendisini tesbîh edenleri çok sever. Yüce Rabbimize karşı edep ve nezaketimizden biri de, Onu bütün ayıp ve kusurlardan tenzih etmektir, temizlemektir. Onun hiçbir fiilinde, yaptığı ve yarattığı hiçbir işinde bir noksanlık yoktur.
Bütün kusurlardan berîdir, uzaktır. İşte buna, Onu (tesbîh) etmek denir. Böyle olduğunu söylemek ve buna kalben inanmak, imanımızın gereğidir. Rabbimizin kusurlu ve noksan olduğunu düşünmek ve böyle zannetmek, dinden, imandan çıkmaya sebep olur. Sevgili Peygamberimiz “sallallahü aleyhi vessellem”
(İki kelime vardır. Söylemesi çok kolaydır. Terazide çok ağır gelirler. Allahü teâlâ, bu iki kelimeyi çok sever. Sübhânallahi ve bi-hamdihî, sübhânallahil-azîm) buyurdu. Çok kısa olduğu için, bunu söylemenin çok kolay olduğu meydandadır.
Fakat, terazide çok ağır olmaları ve Allahü teâlâya çok sevgili olmaları şöyledir ki, birinci kelimesi, Allahü teâlâyı, Ona yakışmayan her şeyden ve mahlukların alâmetlerinden ve yok olmaktan tenzîh ve takdîs etmektedir. Uzaklaştırmaktadır.
Son kelimesi, bütün kemâl sıfatlarının ve güzel şü’ûnların/hâllerin Onda bulunduğunu bildirmektedir. Üstünlükler ve ihsanlar sâhibi olduğu gösterilmektedir.
(Sübhânallahi ve bi-hamdihî) güzel kelimesi, bu iki şeyi açıkça bildirmektedir. Hak teâlânın tenzîhini ve takdîsini, yani Ona yakışmayan aşağılıklardan ve kötülüklerden uzak olduğunu çok güzel bildirmektedir. Bu güzel kelime, şükür yapmayı, hamd etmekle bildirmektedir. Çünkü hamd, her şükrün başıdır. Hak teâlânın güzel sıfatlarına ve işlerine ve bütün nimetlerine ve büyük ihsânlarına hamd kelimesi ile şükredilmektedir. Bunun içindir ki, hadîs-i şerîfte;
(Bir kimse, bu güzel kelimeyi gündüz veya gece, yüz kerre söylerse, o gün veya o gece, hiç kimse onun kadar sevap kazanamaz. Ancak onun gibi söyleyen kazanır) buyuruldu.
O hâlde, bu güzel kelimeyi her gün ve her gece yüz kerre okumalıyız!
İnsanları, iyi işler yapmaya, ancak Allahü teâlâ kavuşturur. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki:
(Cennette ağaç yoktur. Oraya çok ağaç dikiniz!) “Oraya ağacı nasıl dikelim?” dediklerinde, (Tesbîh, tahmîd, temcîd ve tehlîl okuyarak) buyurdu. Yani, (Sübhânallahi vel-hamdü lillahi ve lâ ilâhe illallahü vallahü ekber) diyerek Cennete ağaç dikiniz buyurdu.
Bir hadîs-i şerîfte de, (Bir kimse, Sübhânallahil-azîm ve bi-hamdihî derse, onun için Cennette bir ağaç fidanı dikilir) buyuruldu.