Çağımız bilgi çağıdır; çağımızda gelişme bilgiyle, teknolojiyle oluyor. Bilgisayar çağına ayak uyduramayanlar, küçülmeye, yok olmaya mahkûmdurlar. Gelişmek, çağa damganızı vurmak istiyorsanız çok araştırmak, çok okumak zorundasınız. Bilimi, bilimsel çalışmayı, okumayı sevdirmek zorundasınız. Bilimsel çalışmayı günlük hayatınıza kazandırmak zorundasınız.
Devlet adamları yetiştirmek, öğretmen yetiştirmek, bilim adamı yetiştirmek gelişmenin anahtarıdır. O halde bütün bu konularda özel eğitimle, özel seçilmiş insanlarla ciddi bir eğitim vermek zorundayız. Buna mecburuz. Siz Türk İslam Medeniyetinin kolay mı kurulacağını zannediyorsunuz?
Ne gariptir ki: Kitap okumak bir yük olmuş bizim için... Ya Avrupalı? Kitapla dost olmuş adamlar, kitap onların en yakın arkadaşı!... Birçok ülke kitapla gelişmeyi kalkınmayı birleştirmiş. Evlerimizde, işyerlerimizde mutlaka birer kitap dolabı bulundurmalıyız. Anne-baba olarak öncelikle biz okumalıyız. Evde, işyerinde otobüste, yazıhanede nerede olursak olalım kitap elimizden düşmemeli! Şu sigara illetini elinizden atın, onun yerine kitabı koyun… Okunmalı, anlatılmalı ve Türk toplumuna okuma alışkanlığını kazandırmalıyız. Aslında buna mecburuz. Çünkü biz kalkınmak istiyoruz, biz gelişmeyi planlıyoruz, o halde kitapla dost kalmaya mecburuz!...
Yediden yetmişe, gencinden ihtiyarına kitabın dostluğunu kazandığımızda; işte o an gelişmenin, mutluluğun anahtarını yakalamış olacağız. Günümüzün en büyük hastalığı okuyamamak, ya da okumayı önemsememektir…(Okumayı ders kitabı- okumak, okula gitmek şeklinde algılamak doğru değildir). Okuma: kitaba dost olma ve kitap okuma alışkanlığını geliştirmeyle ilgili bir eylemdir.. . Biz kitaba dost olmaktan, kitap okuma alışkanlığını kazandırmaktan söz ediyoruz. Yani bilgi çağına ayak uydurabilmemiz için okumayı tutku haline getirmeliyiz diyoruz.…
Türk insanı bilgi toplumu olma yolunda ilerlemedikçe gelişip çağa ayak uyduramayacaktır. Çağa ayak uyduramayanlar gelişen toplumların elinde oyuncak olarak kalırlar. Ne yazık ki okumayan bir toplum haline gelmişiz!.. Bu bizim adımıza üzüntü verici bir hadisedir. “Türklerin tarihini okuyunuz. Osmanlı’nın gelişme dönemini içine alan üç yüz yıllık bir tarih önünüze çıkar… Avrupalı seyyahların gözü ile Osmanlı tarihi ele alınıp bir çok kaynak ve hatıra eserleri yazılmıştır. Kendi adıma söylüyorum, bu yazılanları zevk alarak büyük bir iştahla okuyoruz.
Avrupalı yazarların Türk’lere bakışı anlatılıyor, Anadolu’da gördükleri, yaşadıkları ve tanık oldukları olaylar anlatılıyor. Bunlar ifade edilirken bir kültürden Osmanlı-Türk kültüründen, yaşam biçiminden ve gelişmeden övgüyle söz ediliyorlar. Osmanlı’da mektep medrese yok diyenlere bu türden yazılan eserler cevap veriyor...
Günümüzü değerlendirdiğimizde karşımıza çıkan tablo tam tersi... Avrupalı Osmanlı gibi olmuş, Osmanlı’nın torunları ortaçağın Avrupalısı gibi… Tarihin cilvesine bakın!... Sizi örnek alanlar sizi çoktan geçmişler, gelişmeyi ve kalkınmayı yakalamışlar. Atı olan Üsküdar’ı geçmiş! Dininin temelinde “oku” düsturu olan insanlar, okumayan bir topluma dönüşü vermiş. Okumayı; okuma-yazma olarak değerlendirirseniz o iş tamam!... Okuma-yazma bilmeyen insanımız kalmamış!.. Bu sevindirici bir tablo; ancak her şey okuma-yazma ile bitmiyor. En büyük sıkıntımız okumayı bir tutku, sevda haline getirememiş olmamızdır!...
Topluma okuma alışkanlığı kazandıramamışız! Dikkat buyurun, tüm gelişmiş ülkelerde okuma alışkanlığı bir sevdaya dönüşmüş!... Biz de ise kitap okuma alışkanlığı kalmamış, onun yerini boş zamanlarını öldüren insanlar haline gelmişiz.!... Evlerimizden uzaklaştırdığımız eserler; bürolarımızdan attırdığımız kitaplar kütüphane raflarında çürümeye yüz tutmuş eserler sahiplerini bekliyor!. Kaçımızın evinde kütüphanesi var? Kaç esnafın dükkânında okuyabileceği birkaç kitabı var? Kaçımız okumayı alışkanlık haline getirmişiz, söyler misiniz? Kahveler tıklım tıklım dolu, gençlerimiz oyun alanlarında ya da sokaklarda, insanlarımız bom boş gezinmekten zevk alıyor. “Kitap alın okuyun” deseniz insanlar suratınıza bön bön bakıyorlar : “Bu adam da ne diyor !” diye..