İhtiyaç sahibi bir ailemiz geçen gün beni aradı, numaramı bir arkadaşımdan almış. Eşi borç batağına girmiş. Nasıl, ne yaptı diye sormadım. "Biz makarnayla idare ediyoruz ama çocuğuma beslenme koyamıyorum. Canı hep arkadaşlarının getirdiği şeyleri çekiyor." dedi.
     Ben de, "Öğretmeni görüyordur bu durumu, görmemesi mümkün değil. Konuştunuz mu?" dedim.
"Evet, konuştum ama gıda paketi yardımı gelirse yardımcı olurum, demiş."
"Çocuklarınızın botu, montu var mı?" diye sordum.
"Öğretmenimiz çocuklarının montunu getirdi ama ince biraz." dedi.
     Yıllardır okullara bot, mont yardımı yapıyoruz. Gitmediğimiz okul kalmadı, sadece iki okula gitmedik çünkü ihtiyaç sahibi öğrenci çok az sayıda diye gitmedik. Bu bahsettiğim ailenin çocuğu da bu okulda okuyor.
     Kızgınlığım ne, biliyor musunuz?
Öğretmen bir yerden gelecek gıda paketini bekleyene kadar kendisi de alabilir diye düşünüyorum. En azından kantinden bir meyve suyu alabilir ya da okuldaki bütün öğretmenler toplanıp bu çocuğa bir bot, mont alabilir.
     Bu yazım her öğretmene değil, yanlış anlaşılmasın. Üç maymunu oynayan duyarsız öğretmenlere... Saygımız bütün öğretmenlere çok büyük ama bu duyarsızlığa çok kızıyorum.
     Bazı öğretmenler beni arıyor, "Okulumuzda kütüphane yok." diye... Peki, ben ne yapabilirim? Devletten aldığınız maaşla toplanarak kütüphane değil, dev bir kütüphane hatta bilim merkezi kurarsınız.
      Her ay maaşınızın yarısından azını koysanız bile şahane bir kütüphane olur. Ama yok, kendileri dokunmayacak suya sabuna, başkaları yapacak...
     Köy okullarında görüyorum, öğretmenler koca okulu boyuyor, sobasını yakıyor, çatısını onarıyor, harabe okulu mis gibi yapıyorlar. Ama bazı öğretmenler – sayıları az olsa da – maalesef böyle duyarsızlar.
     Geçen yıl bir beden eğitimi öğretmeni, çocuğun eşofmanı yok diye derse almamıştı. Peki, sormuş mu neden yok diye? Bütün arkadaşlarının önünde dersten atmış. Çünkü alacak gücü yok. O kadar empatiden yoksunuz ki, o kadar vurdumduymazız ki...
     Bazen diyorum ki herkes eğitimci olmamalı, herkes anne baba da olmamalı.
     Nesil yetiştiren bir kitle, duyarsız, öngörüsüz, empatisiz bir toplum yetiştiriyor. Çünkü kendi içlerinde yok! Kendini geliştirmeyen, yenilemeyen, sabit fikirli bir grup var. Okuduğu, eğitim gördüğü üniversiteyle kalan, üstüne asla bir şey koymayan bir grup... Yeniliğe, değişime açık olmayan bir grup...
     Ama her meslekte olduğu gibi bazı çürük elmalar çıkıyor. Az sayıdalar, ben öyle umuyorum.
     Mümin Sekman, "Başarılı olmak için dünyanın dört dörtlük bir yer haline gelmesini bekleyemeyiz." diyor ve ekliyor:
"Almanya gibi bir ülkede yaşamak istiyor ama Almanlar gibi çalışmak istemiyoruz. İsteklerimiz İsviçre standartlarında, yeteneklerimiz Pakistan..."
     Bir yandan kendimizi geliştirmeyip olduğumuz gibi kalmak istiyoruz, diğer yandan mümkün olan en iyi hayatı yaşamayı bekliyoruz.
     Öğrencisini kendi çocuğu gibi görüp kol kanat geren, duyarlı, inançlı, azimli, görevini layıkıyla yapan bütün öğretmenlerin, eğitimcilerin önünde saygıyla eğiliyorum.