Muzafferüddîn ibn-i Emşâtî hazretleri Hanefî mezhebi fıkıh âlimlerindendir.
812 (m. 1409)’da Kâhire’de doğdu. 902 (m. 1496)’da aynı yerde vefât etti. Bir dersinde buyurdu ki:
Allahü teâlâ kibri ve gururlanmayı kötülemiş ve yasak etmiştir. Kur’ân-ı kerimde, Nahl sûresinin yirmiüçüncü âyetinde meâlen, (Allahü teâlâ, kibirli olanları elbette sevmez!) buyurmaktadır.
Resûlullah Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), birçok hadis-i şeriflerinde, kibirli olanları kötülemiş, alçak gönüllü olanları övmüştür.
Meselâ bir hadis-i şerifte, (Allah rızası için tevâzu edeni, yâni kendini Müslümanlardan üstün görmeyeni, Allahü teâlâ yükseltir) buyurmuştur.
Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki:
Allahü teâlâ ilim gibi, kudret gibi bütün sıfatlarından kullarına biraz ihsân buyurmuştur.
Fakat yalnız üç sıfatı kendine mahsûstur.
Bu üç sıfattan hiçbir mahlûkuna vermemiştir.
Bu üç sıfatı; kibriyâ, ganî olmak ve yaratmak sıfatlarıdır...
Kibriyâ, büyüklük, üstünlük demektir.
Ganî olmak, başkalarına muhtaç olmamak, her şey Ona muhtaç olmak demektir.
Buna karşılık olarak kullanılan üç aşağı, alçak sıfat vermiştir.
Bunlar da, zül ve inkisâr, yâni aşağılık, kırıklık ile ihtiyaç ve fânî olmak, yok olmaktır.
Bunun için kibrlenmek, Allahü teâlânın sıfatına, hakkına tecâvüz etmek olur.
Kullara kibirlenmek yakışmaz.
En büyük günahtır. Hadis-i kudsîde, (Azamet ve kibriyâ bana mahsûstur.
Bu iki sıfatta, bana ortak olmak isteyenlere, çok acı azap ederim) buyuruldu.
Bunun içindir ki, din âlimleri, tasavvuf büyükleri, her zaman, Müslümanlara tevâzu, alçak gönüllü olmayı emir buyurmuştur.
Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri, yanında Seyyid Ahmed Rıfâ’î ve birçok talebesi olduğu hâlde, bir gün Dicle Nehri kenârında oturmuşlardı.
Konuşurlarken kendisinden hâsıl olan kerâmetler, dinleyicileri hayran bırakıyordu.
Bunlardan birisi şaşkınlıkla, medh edici bir söz kaçırınca, Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri nefsini kırmak için, (Dünyada, benden aşağı bir Müslüman bulunacağını sanmam) buyurarak, oradakileri gaflet uykusundan uyandırmışlardır.
Bütün peygamberler, her işlerinde, tevâzu göstermiştir.
Eshâb-ı kirâmın hepsi de, elbette böyle idi.
Halîfe seçerken de, birbirlerini öne sürmeleri, “sen olmalısın” demeleri, tevâzularının pek çok olduğunu göstermektedir.