Ünlü dil ve eğitimci Faruk Kadri Timurtaş Hoca aşağıda alıntı yaptığım yazıyı 1964 yılında Doçent iken yazmış. O günün şartları elbette bugünün şartları ile kıyaslanamaz. O günlerde hoca’ nın da belirttiği gibi yüz kişiye varan sınıflar, derslere dışardan öğretmen olarak giren, Avukat, Doktor, Mühendis, Eczacı gibi meslekten olmayan ve meslekten gelmeyen insanlarla yapılan eğitimler elbette pek de verimli olmuyordu, olamıyordu. Durum günümüzde tabii ki böyle değil. Eskisi gibi meslekten olmayan üniversite mezunu kimseler derslere girmiyor ama meslekten olanların ise yetersizliği ortadadır.
Hoca’ya göre liseler ıslah edilmeden ve durumun iyileştirilmesi sağlanmadan üniversite meselesi de çözülemez ve üniversite kapılarında meydana gelen yığılmanın da önüne geçilemez.
Timurtaş Hoca 1964 yıllarının şartlarına ve liselerimizin o günkü durumlarına göre bir değerlendirme ve tekliflerde bulunuyor. Bazı tesbit ve teklifleri bugün içi ya çözülmüş ya da gereksiz hale gelmiş olabilir.
Bizim amacımız bizden önce yaşayan ve milletimiz ve memleketimiz için milli endişeler taşıyan bir ilim adamının tesbit ve teklifleri olarak bakmak lazımdır.
“Her derecedeki okullarımız, bir altta bulunmadan şikâyet etmektedirler. Yani liseler ortaokullardan, ortaokullar ilkokullardan memnun değiller. Üniversiteler ise, lise mezunlarının çoğunu kaliteli ve iyi yetişmiş bulmuyorlar. Bütün bunlar gösteriyor ki, maarifimiz baştan ayağa ıslah edilmeğe muhtaç bir durumdadır. Maarif davası çözülmedikçe, memleketi kalkındırmanın, ileriye götürmenin, imkânı yoktur. Bütün davaların esası maariftir. Çünkü aynı derecede önem taşıyan sağlık ve iktisat davaları da buna dayanmaktadır. Yapıcı ve yaratıcı bilginin bulunmadığı yerde hiçbir şey meydana getirilemez.
Ben yazımda umumi meselelere dokunmayıp, maarif davasının sadece lise konusundaki meseleleri ele alıyorum. Bilindiği üzere liseler, meslek okulları ve kâtip sınıfından memur yetiştiren öğretim kurumları değildir. Liselerin fonksiyonu umumi kültür ve bilgi vermek, muayyen bir zihni gelişme ve formasyon kazandırmak, böylece mezunların üniversite derslerini takip edebilecek, ilim ve ihtisas çalışmaları yapabilecek bir seviyeye getirmektir. Kısacası lise, üniversiteye öğrenci yetiştirir. Üniversite ile lise arasında sıkı bir bağ vardır. Batı ülkelerinde umumiyetle lise öğretim programları üniversiteler tarafından düzenlenir, teftiş ve imtihanlar üniversitece yapılır. Bizde böyle bir durum olmadığı gibi, bunları hatta bilen, anlayan kimseler de çok değildir. Bu yüzden liselerimizle üniversitelerimiz arasında hemen hemen hiçbir bağ ve ilgi yoktur. Çok kimse meselenin farkında bile değildir.
Liselerimiz her yıl biraz daha zayıflamaktadır. Bu gerçeği üzüntü ile müşahede ediyoruz. Nesillerin birbirlerini beğenmemeleri, eskilerin yenileri yetersiz bulmaları, her toplulukta her zaman tesadüf edilen bir husustur. Fakat bu meselede durum aynı değildir. Biz üniversite hocaları, liselerden gittikçe daha zayıf ve kalitesiz mezunlar geldiğini, nesilleri mukayese imkanına sahip olduğumuz için, çok yakından ve derin bir ızdırapla görüyor ve tesbit edebiliyoruz. Bilhassa üniversite giriş imtihanları bizler için ümit kırıcı olmaktadır. Sorulan sorulara alınan cevaplardan birkaçını zikretmek durumu aydınlatmağa yetecektir.
Misal olarak İ. Ü. Edebiyat Fakültesi giriş imtihanlarını ele alalım. Sorulara test usulüne göre ve umumiyetle kolay (orta bir bilgi seviyesine uygun) şekilde hazırlanmaktadır. Fakat bunları tam bilenlerin değil, pek basitlerine bile cevap verenlerin sayısı fazla olmamıştır. Arada pek hüzün verici cevaplara da tesadüf edilmiştir. Tarih sorularından “ilk büyük Selçuklu sultanı kimdir?” sorusuna Kanuni Süleyman diyenler çıktığı gibi, Latin harflerinin kabulü tarihini 1945 olarak gösterenler; soyadı kanununun Abdülhamid devrinde çıktığını söyleyenler, II. Abdülhamid’in 18. Asırda yaşadığını, Tanzimatın 17. Asırda ve III. Selim zamanında ilan edildiğini yazanlar da görülmüştür. Coğrafya sorularından “Amerika ile Asya’yı hangi boğaz birbirinden ayırır?” sorusu karşısında haritayı mücessem düşünmeyip “hiç böyle olur mu?” diye hayrete düşenler olmuştur. Felsefeden “Teokratik devletin zıddı nasıl bir devlettir?” sorusuna “Laik” cevabını verenler çok azdı. Bu soru umumiyetle “demokratik” olarak cevaplandırılmıştı. İlkokul mezunlarının bile bilmesi gereken “Büyük Millet Meclisinin başlıca vazifesi nedir?” sorusunu “O yapacağını bilir” şeklinde şakayla karşılayanlar da vardı. Cevaplardaki bu şaka ve espri(!) bazan ölçü dışına çıkıyor. “Aşağıda yazılı eserlerin ve beyitlerin kime ait olduklarını gösteriniz” sorusuna “kim okur, kim anlar” şeklindeki cevaplarla laubaliliğe kaçılıyordu. “Türkler kaçıncı yüzyılda büyük kitleler halinde Müslüman oldular?” sorusuna “Milattan önce 3. Asırda” demek suretiyle korkunç şekilde cevap veren, bu suretle Türklüğü hiç bilmediği gibi Hristiyanlık ve İslamlığın ne zaman ortaya çıktığından da zerre kadar haberdar olmayan kimselerin bulunması son derece üzücü bir durumdu. Yabancı dil sorularını tamamıyla cevapsız, boş bırakanlar hiç de az değildi. Fakat lise mezunlarımızın en zayıf oldukları nokta, Türkçe dilbilgisi ve kompozisyon meselesidir. Okunulan binlerce kompozisyon Kâğıdı içerisinde ifadesi düzgün ve rabıtalı, fikirleri sağlam, kelime hazinesi zengin, cümleleri doğru, imlası yanlışsız, yazısı güzel tek bir kâğıda bile tesadüf edilemeyişi, bizleri çok müteessir etti ve düşündürdü. Ana dilini iyi bilmeyenler başka ülkelerde değil lise, ortaokul mezunu bile olamazlar. İlkokullarda tatbik edilen yanlış sistemin verdiği alışkanlıktan kurtulamayarak hala kitap harflerini kullananlar dahi görülmektedir.
Üniversite giriş imtihanları, yarışma şeklinde değil, sıralama şeklinde yapılmaktadır. Ayrılan kontenjanı doldurmak üzere en yüksek puandan başlanarak aşağıya doğru inilmektedir. Asgari puan sınırlandırılması yoktur. Yarışma mahiyetindeki normal imtihanlarda yarıdan fazla puan tutturmak arandığı halde, giriş imtihanlarında, kontenjan dolmadığı takdirde, en düşük puan almış olanlar bile kabul edilmektedir. Böylece mesela Dört yüz puan üzerinden onbeş puan alanlar dahi üniversiteye girebilmişlerdir. Dört yüz üzerinden onbeş puan… İşte liselerin feci durumunu, fakültelerde randımanın neden düşük olduğunu, üniversitelerimizin niçin istenilen vasıflarda mezunlar veremediğini bütün çıplaklığı ve açıklığı ile gösteren rakam…
Lise mezunlarımızın böyle zayıf olmalarında kendilerinin pek az kusuru vardır denilebilir. Meselenin esas sebepleri daha başkadır. Liseyi bitirenlerin iyi yetişememelerinin, daha doğru bir söyleyişle iyi yetiştirilememelerinin çeşitli amilleri bulunmaktadır.”
Konuya devam edeceğiz.
…
Faruk K. Timurtaş, “Liselerimizin Durumu ve Islah Çareleri”, Türk Kültürü Dergisi, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü yayınları, Ayyıldız Matbaası, Ankara Nisan 1964, Yıl: II, sayı :18, sayfa: 68-70.