Sevgili Peygamberimiz (S.A.V) ’in dünyaya teşrif buyurdukları Rabiülevvel ayının 12. gecesiydi ki, buna Mevlidi–Nebi [Kutlu Doğum Günü) diyoruz. Kâinat ve beşeriyetin yüzyıllardır yolunu gözlediği o Nebiler Nebisinin doğum günüdür.
Doğduğu gece bir takım olağanüstü hâdiseler cereyan etmiştir Dünyanın doğusunu ve batısını aydınlatan bir nur görüldü. Sâve Gölünün suları bir anda çekiliverdi. Ateşe tapanların bin yıldır aralıksız yanmakta olan ateşleri sönüverdi.
Asırlardır kupkuru olan Semâve Vadisi, seller altında kaldı. Gökyüzünden onlarca yıldız kaydı. Kisrâ’nın Saraylarından on dört burç kendiliğinden yıkıldı. Kâbe’deki putların çoğu baş aşağı devrildi. Bütün varlık O’nu ayakta karşılamıştı.
Doğum anı öncesi hane–i saadetleri nurla doldu, yıldızlar evin üzerine salkım salkım dökülecekmiş gibi aktı. Seher vaktiydi. Bir ara Âmine validemizin kulağına müthiş bir ses geldi. Korkudan eriyecek gibi oldu. Bir de ne görsün? Bembeyaz bir kuş peydahlandı ve yanına geldi; sonra da kanatlarıyla Âmine’nin sırtını sıvazladı.
Ne korku kaldı, ne keder. Yine doğum öncesi başka bir nur gözüktü. Âmine’ye bu nur ile Şam’ın saray ve köşkleri gösterildi. Kendisine ak bir kâse içinde şerbet sunuldu. İçer içmez de muhteşem bir nur bulutu kendisini sardı. Tam o esnada mukaddes doğum gerçekleşti.
Hz. Âdem’den başlayarak devirlerden devirlere, aileden aileye intikal ede ede gelen o Nübüvvet Nuru, artık vücut sahnesinde varlık bulmuştu. Efendimizin “Allah’ın ilk yarattığı şey, benim nûrumdur.” dediği kendi Nur’u, beden giymiş, görünür hâle gelmişti. Her çocuk doğunca yere düşerken, o ise ellerini yere dayamış, önce secde edip sonra da başını ve parmağını semaya kaldırmıştı.
Doğduğunda Sünnetli ve göbek bağı kesilmiş vaziyetteydi. Sırtında, iki kürek kemiği arasında, tam kalbinin hizasında peygamberlik mührü “Hâtem–i Nübüvvet”mührü vardı. Dedesi Abdulmuttalip adını Muhammed koymuştu. “Övülen” demekti. Zira onu Allah övmüştü; melekler, insanlar ve cinler de övecekti.
Sonra o Nur topunu alarak Kâbe’ye götürdü ve Allah’a duada bulundu: “Bana bu temiz çocuğu ihsan eden Allah’a hamdolsun!” dedi. Nasıl ki insanlara ve cinlere sonsuz mutluluğun yollarını gösterecek Nebi dünyaya teşrif edince bütün varlık ayağa kalkmıştı.
Teşrifinden asırlar sonra da “Doğdu ol saatte ol Sultân–ı Dîl / Nûra gark oldu semâvât ü zemîn” –(S.Çelebi–) deyince mevlidhânlar, benzeri bir heyecanla Mü’minler “Hoş geldin ey Kutlu Nebi!” manasına ayağa kalkmaya devam ediyorlar. Bir edep anlayış ve göstergesi olan bu hürmet ve tazimlerini, O’na arz etmeye çalışıyorlar.
Gözümüzün Nuru, Gönlümüzün Süruru Efendimiz Hazretleri’nin doğum günü münasebetiyle bizlere düşen vazifelerin ön önemlisi ise, herhalde O’nu her yönüyle daha iyi anlamaya ve O’nun, insanlığa tebliğ ettiği esasları kavramaya çalışmak olmalı.
Kandil gecelerinde yapılabilecek ve yapılması gerekenler: Kur'ân–ı Kerim okunmalı; okuyanlar dinlenmeli; Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e salât ü selâmlar getirilmeli; O’nun şefaatini ümit edip, ümmetinden olma şuuru tazelenmeli.
Kaza ve nafile namazlar kılınmalı; kandil gecesi, özü itibariyle ibadet ve ibadette ihsan şuuruyla ihya edilmeli Tefekkürde bulunulmalı; Günahlara samimi olarak tövbe ve istiğfar edilmeli; Küs ve dargın olanlar barıştırılmalı; gönüller alınmalı; kederli yüzler güldürülmeli.
Yoksul, kimsesiz, öksüz, yetim, hasta, sakat, yaşlı olanlar ziyaret edilip, sevgi, şefkat, hürmet, hediye ve sadakalarla mutlu edilmeli. Kandil gecesinin akşam, yatsı ve sabah namazları cemaatle ve camilerde kılınmalıdır.
İşte bu geceye Veladet-i Nebi gecesi diyor ve onun bütün kalbimizle, ruhumuzla her sene yeniden yâd edip kutluyoruz. Bütün kâinatla bu geceyi karşılayarak onun âleme teşrifine kıyam ediyoruz. Getirdiği ebedi nura, açtığı saadet caddesine ve sünnet-i seniyyesine yeniden sımsıkı sarılmak ve Mevlid Kandilini vesile ederek ona olan bağlılığımızı tazelemek ne yüce bir şeref ve ne büyük bir saadettir. Yüce Rabbim bizleri Sevgili Resulünün şefaatine nail eylesin!.... (17 Ekim Pazar Akşamı eda edeceğimiz ) Mevlit Kandiliniz de Mübarek olsun.