Monşer: Sosyal medyayı takip ediyorum da, sizin gibi yazarlar pek de öyle okunmuyor. Sanki boşuna yazıyor çiziyorsunuz ama yazdıklarınız boşa gidiyor.
Odgurmuş: Okunmuyor mu? Bunu nereden çıkarttınız. Herkesin az çok bir okuyucu kitlesi vardır.
Monşer: Sizleri devamlı takip ediyorum, Bir yazı paylaşıyorsunuz, beğenen veya okuyan sayısı 30-40 ı geçmiyor.
Odgurmuş: facebook’da diyorsanız dediğinizde haklısınız. Fakat yazı tıklanıp içeriye girildiğinde, yani internet sitesinde ise durum değişiyor. 300-500 hatta 1000 e varan okuma ile karşılaşırız.
Monşer: Yani siz “Facebook’da belki öyledir” mi diyorsunuz.
Odgurmuş: Evet öyle. Şimdi en başta şunu açıklamama müsaade ediniz. Pek çok kez açıkladım, bizim herhangi bir siyasi parti ile taraftar bağımız olmadığından ve dışarıdan büyük resme rahat bir şekilde baktığımız için yaptığımız bazı değerlendirmeler bazı kimselerin özellikle de “fanatik taraftarların” pek hoşuna gitmeyecektir. Pek tabiidir ki bir siyasi partiyi tutan ve o partinin bağlıları benim Türk Milletinden ve devletinden yana olan yazılarımdan elbet rahatsız olacaklardır. Biz tüm yazılarımızda Yüce Türk Milletinin menfaatleri doğrultusunda değerlendirmeler yapmamızı da elbet kabul etmeyenler olacaktır. Ayrıca aldığım, okuduğum, takip edip kitaplığıma koyduğum dergileri biraz olsun okuyucu ile paylaşıyorum. Biz olayları bu bilgiler çerçevesinde değerlendiriyoruz. Bizim Türk tarihine bakışımızın kaynağı Prof. Dr. Osman Turan, Dündar Taşer ve İbrahim Kafesoğlu gibi isimlerdir. Bu büyüklerimizi defalarca okuduk. Osman Turan’ı Dündar Taşer’i okuyup sindirememiş insanlar elbette Türk tarihine şaşı bakacaklardır.
Üzülerek görüyor ve pek çok kere de karşılaşıyorum ki batının bize giydirdiği bazı değerlendirme ve tasnifleri hala savunan ve kendi tarihimizi ve milletimizi batı ölçülerine göre bakan arkadaşlar var. Bir misal verecek olursak. Bize Emin Oktay tarihiyle öğretilen Devlet-i Aliyye’ye (Osmanlı devleti) giydirilen şablon olan Kuruluş-yükseliş-duraklama-gerileme ve çöküş gibi düşünce tarzını pek çok milliyetçi okumuşun da düşünmeden ve itirazsız kabul ettiğini görüyoruz. Emin Oktay tarihinden öğrendiğimiz bu tez bizi aşağılık gayyasına götürmekte ve neticeten çöküşe götürdüğü gibi bir netice çıkmaktadır. Çöktü denilen devlet Çanakkale, de, Galiçya’da, Kutül Emare’de, Filistin’de, Trablus’ta ve Milli mücadelede dünya savaş tarihinin göremediği başarılar elde etmiştir. Biz olaylara böyle bakıyoruz ve inatla şunu savunuyoruz. “Batı değer ve ölçüleri ile Türk Milleti ve tarihi asla değerlendirilemez”. Ama görüyoruz ki ilkokuldan, ortaokuldan ve liseden ve hatta sinema filmlerinden, tv. Dizilerinden elde edilen ve Türk insanının toparlanıp kendine dönmesini engelleyici ve “bizden adam olmaz” psikozundan toplumun büyük çoğunluğu kurtulabilmiş değildir.
Büyük Fikir adamımız olan Erol Güngör tarafından da tesbit edilen ve bize batıdan geçtiği ifade edilen “eleştiri hastalığı” na ne yazık ki pek çok kendini milliyetçi olarak sıfatlandıran aydınımızı da sarmış ve sarmalamış durumdadır. Çevremizde gördüğümüz ve aslında milli değerlerine bağlı olduğunu önceden beri bildiğimiz insanların da bu hastalığın pençesinde kıvranarak oturdukları yerden bırakın dış dünyayı ne kadar kutsal değerimiz varsa her birisini de tenkide tabi tutuyorlar. Eleştirmedik bir konu bulamıyorlar. Elbette kendi tarihini ve tarihte elde ettiğimiz büyük başarıları, insanlık idealine ettiğimiz hizmetleri ve kurduğumuz medeniyeti ve o medeniyetin temeli olan İslamiyeti yeteri kadar bilmeyen insanları düşeceği durum elbette eziklik ve kendi kendini aşağı görme, işe yaramaz görme olacaktır. Bunun en önemli tezahürü de kendi dışında ne varsa hadsiz ve hudutsuz bir şekilde eleştiriye tabi tutmak olacaktır.
Bir de kendilerine bir kılıf bulmuşlar; Neymiş efendim, “Aydın denilen kişi muhalif olur” Kim demiş bunu. Nerden çıkmış. Daha önceleri Marksist paçavralarda ve Marksist dillerden duyduğumuz bu cümleyi kendinden emin olmayan, kendi milletinin tarihteki yerini bilmeyen sözüm ona milli ve manevi değerlere saygılı olduğunu ifade edenlerin de dilinde de pelesenk olmuştur. Sormak lazım, biz Türk milleti olarak bunca devlet ve imparatorluğu, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetini sürekli ona buna muhalefet yaparak mı kurduk ve meydana getirdik. Dedik ya ”batı ölçülerine göre Türk Milleti değerlendirilemez”
Çünkü Face’de özellikle de bizim arkadaşlarda şöyle bir hava var, her şeye muhalif olmak ve iyi ve güzel şeyler karşıdan ya da karşısında olduğumuz iktidardan geliyorsa kesinlikle o paylaşım beğenilmiyor demeyim beğenilemiyor. Bir çekingenlik var sanki. Sanki her birinde birer “At Gözlüğü” var. Sadece bir yönden sadece bir yönü görüyorlar Bağlı oldukları parti liderinin veya siyasi hareketin hilafına tek laf edemiyorlar. Ve daha çok olması gerekenler üzerinde durmayıp sadece ve sadece siyasi düşüncesinin muarızı olanların eksik ve hataları üzerinde yoğunlaşıyorlar. Kısaca eleştiriden başka bir şey bilmiyorlar. Bazen o kadar ileri gidiyorlar ki sosyal medya yalanlarının oluşturduğu düşüncelerle kutsallarımıza dahi dil uzatıyorlar. Bunu da direkt yapamadıkları zaman din adamlarımız ve Diyanet İşleri Başkanlığı üzerinden yapıyorlar. Bu durum cehalet değilse gaflet, gaflet değilse ihanetten başka ne ile izah edilebilir?
Monşer: Yani “bazı arkadaşlar, iyi olan bir şeye iyi diyemedikleri halde, mesela ben o iyi olan şeye açıkça iyi dediğim için pek de hoşlarına gitmiyor olabilirim mi” diyorsunuz öylemi?
Odgurmuş: Evet maalesef öyle, geçen asırdan kalma yüzeysel bilgilerle size misaller getiriyor, günümüzü okuma gayretine girmiyorlar. Bazı arkadaş ve yazarlar var ki.
Sürekli bir şeyleri eleştiriyor.
Sürekli bir şeylere kulp takıyorlar.
Sürekli her konuda bir bit yeniği arıyorlar.
Sürekli; Yapılan iş ne olursa olsun, alınan bir karar ne olursa olsun mutlaka “çok geç kalmış bir karar” diyorlar.
Sürekli; Her ne iş olursa olsun, her ne icraat yapılırsa yapılsın aslına ve astarına bakmadan “yanlış yaptılar, hata yaptılar” diyorlar.
Sürekli; Karşıda bulunan kim olursa olsun mutlaka ve mutlaka “beceriksizdir, ileriyi göremeyenlerdir”
Bazen de çok sığ bilgilerle “tek parti” yönetiminin bazen gerçekle pek ilgisi olmayan propaganda temelli bazı icraatlarını övüp göklere çıkartarak kendi düşüncelerine güya dayanak buluyorlar.
Böyle yazıyı herkes yazabilir ve böyle yazarları belki de herkes okuyor olabilir. Bu tarzı o yazarlar kendi meşrebine yakıştırabilir ama ben kendi meşrebime yakıştıramam. Ben o şekilde her durumdan bir eleştiri çıkartmam, hele de devletim ve milletim, dinim ve din adamlarımız aleyhine gelecek hiç bir şey yazmam.
Herhangi bir konu yüzde 70 iyi olsa, yüzde 30 kötü ve faydasız olsa o konuya hemen kötü ve berbat gözüyle bakıyorlar.
Hâlbuki dost meclislerinde ve bazen de Face’de yapılan paylaşımların altına “iyiye iyi demek gerekir”, “doğru her zaman doğrudur, kimin ağzından çıkarsa çıksın” diye yazıyorlar. Ama o doğrun dedikleri şey Türk milletinin düşmanlarının dilinden dökülünce hemen ona sarılıyorlar. Bunlar; ya iyi bir şeyle hiç karşılaşmıyorlar ya kendileri bir iyi durumla karşılaştıklarında ya o iyi duruma asla iyi diyemiyorlar. Ya o şeyin iyi olduğuna inanmıyorlar. Veyahut iyiye iyi demekten korkuyorlar.
Ayrıca “doğruyu kim söylerse söylesin kabul ederiz” diyorlar. Kim söylerse söyleyen kişinin doğru söylediğini nerden anlayacağız. O kişiden çıkan sözün doğruluğu ne malum. Aslına bakarsanız bizim arkadaşlar şöyle demeliler; “banim siyasi tercihime, benim kafama ve bilgi birikimime uyan bir söz kimden çıkarsa çıksın doğru kabul ederim” burada onlara göre “önemli olan doğrunun kim tarafından söylendiğinden çok kendi taraf ve taraftarlarından çıkan doğrunun” doğru olmasıdır.
(1)-“Monşer”:“Batı özentisi içinde olan”, “cehaletinden rahatsız olmayan”, biraz sağcı, biraz solcu, biraz 1970’li yıllar ülkücüsü, biraz liberal, biraz Kemalist, biraz laik ve her halükarda halkını geri-sürü gören hayali bir şahsiyet
(2)- “Odgurmuş”: Kadim kitabımız Kutatgu Bilig’de “Kanaat-Akıbet” manasına gelen şahsiyet.