İmanın kalpte yerleştiğinin alametlerinden birisi de, inanmış bir kişinin varlığa ve olaylara ibret nazarı ile bakıp onlarda gördüğü sayısız esrarla, onları var eden yüce yaratıcıyı fark ederek ona göre söz ve davranış geliştirmesidir. Buna, âyet-i kerimeler ve hadis-i şeriflerde işaret edilmiş ve bu durum İslam’ın insanda gerçekleştirmek istediği öncelikli hedefler arasında yer almıştır. Buradan hareketle İslam alimleri de, dini gerçekten özümsemiş bir müslüman hakkında çok farklı tanımlar getirmişlerdir. Bunlardan bazıları şu şekildedir; Fuzayl b. Iyâz: “Mümin az konuşur, çok iş yapar. Münâfık ise tam tersi. Müminin konuşması hikmetle dolu, susması tefekkür, bakışı ibret, ameli de sadece iyiliktir. Eğer böyle yapıyorsan sen, her dem ibâdet ediyorsun demektir.” Bir başka gönül ehli de: “Gerçek müminin dört alameti vardır: Konuşması zikir, susması tefekkür, bakışı ibret ve ameli de iyiliktir.” der. Aslında bu ve benzeri tanımlar, peygamber efendimiz (s.a.v)’in, “Sözün hikmetli, sessizliğin tefekkür olsun!” (el-Firdevs, 5/318) tavsiyesinden mülhem tespitlerdir. Ancak burada tavsiye edilen susma, yalın bir sessiz kalma durumu değil, dil ve kalbi beraberce kontrol altına alma halidir. Demek ki mümin, konuştuğu zaman boş ve anlamsız değil aksine hikmetli, maksatlı ve anlamlı konuşacak ve bu konuşma onu Rabb’inin hoşnutluğuna götürecektir. O, bulunduğu ortamlarda yapılan gereksiz, ne konuşana ne de dinleyene hiçbir faydası olmayan aksine zararı dokunan konuşmaları, etraftakileri kırmadan dökmeden küçük manevralarla araya girerek sözü gereken yere kaydırmak suretiyle meseleyi fayda eksenine taşıyacaktır. Aynı zamanda O, suskunluk haline de bir anlamda ebedilik boyası katacak, tefekkür ve tezekkür ile mü’nimlerin dertlerine çare arayışında olacaktır. O’nun bakışları da boş ve gâyesiz değil, hele hele Hakk'ın hoşnutluğunun dışında asla olmayacaktır. Baktığında ibret, gördüğünde güzellik, düşündüğünde hayr düşünecektir. Böylece O’nun hayatı tad ve lezzet iklimine dönüşecek, kötülükler civarına yaklaşamayacaktır.
Başlıkta yer verdiğimiz ‘ibret' kavramı hakkında tasavvuf târihine adını altın harflerle yazdıran Süfyan b. Uyeyne: “İnsan her şeyden ibret almalı” tavsiyesinde bulunur. Bu bakış açısında ibret, sadece görülene ibretle bakmakla sınırlı bırakılmamış çok daha geniş manada anlaşılmıştır. Bu sebeple İslam büyükleri Şeytan'dan Allah'a sığındıkları gibi aynı şekilde ‘belâ ve musibetlere uğrayıp ibretlik hâle düşmekten' de Allah'a sığınmışlar ve şu şekilde niyazda bulunmuşlardır: “Allahım! Beni, başkası için ibretlik bir tablo yapmandan Sana sığınırım. Musibet türünden bana vermiş olduğun şeylerle, başkalarını güldürüp mutlu etmenden de yine Sana sığınırım.”
Yüce Kitabımız değişik vesilelerle bir çok ibretlik hâdiseyi dikkatimize sunmuştur. Peygamber kıssaları bunların başta gelenleridir. Bu bağlamda Hz. Yusuf (a.s) kıssası en güzel ve en ibretlik kıssa olarak insanlığa takdim edilmiştir. İbret, önce den olup bitenlerden ders almak, onlara îtibâr etmek, derince düşünmek demektir. Bunun için ayeti Kerimede “Fe'tebirû” “Düşünün de ibret alın ey akıl sahipleri!” buyrularak (Haşir, 2), öncelikle akıllı kişiler düşünüp ibret almaya davet edilmişlerdir. Çünkü kainatın kendisi bizatihi ibret tablosudur. Hayvanlar âlemi de pek çok ibretlik tablo ile doludur. Bir kısım belgeseller okyanusların dibindeki sırlı âlemleri gözler önüne sermiştir. Kur'an-ı Kerim Nahl, 66; Müminûn, 21 vb. ayetlerinde bu ibretlik gerçeklere dikkat çekmiştir. Ayrıca hayat ibretlerle, ders alınacak olaylarla doludur. Tabi bütün bunlar, ibret nazarı ile bakan ve gören içindir. Bu gerçeği ifade etmek üzere “Görenedir görene, köre nedir köre ne!” denmiştir. Düşünmek, tefekkür etmek ve dikkatlice bakıp gereken dersi almak ancak akıl sahiplerinin yapabileceği bir şeydir. Çünkü aklını kullanıp kalp gözünü açarak, varlığa ve eşyaya bakanlar yada gönül gözüyle görmeyi bilenler, olup bitenin sırlarına erip onu hayranlıkla temaşa etmektedirler. Zira insan gibi mükemmel bir varlığa sadece maddi beden gözü değil çalışıp görmek isterse, kalp ve gönül gözü de verilmiştir. Ne mutlu, çevresinde olup biten her şeye, beden gözü, kalp gözü ve gönül gözü ile birlikte bakmayı başarabilenlere.