( Okumaya değer bir yazı olarak gördüğüm için paylaşmak istedim):
“Belki iki senelik üst komşusundan iyice rahatsız olmaya başlamıştı Aysel hanım. Hele geceleri çığlık çığlığa bağıran çocukları yokmuydu. Yukarı çıkıp ağzına geleni söylemek geliyordu içinden. Bu kadarı da olurmuydu canım? Ara sıra aşağıdan örümcek süpürgesinin sapıyla tavana vururdu üst komşunun gürültüyü kesmesi için. Ama aynı tas, aynı hamam devam etti herşey...
Bir gün birde pişkin pişkin köfte harcı için ekmek içi almaya gelmez mi üst komşusu. Zor tutmuştu kendini Aysel hanım. Tanışıklığı yoktu, apartmanda hiçkimseyle. Adını dahi bilmediği kadın ne demeye ekmek içi istemeye gelirdi ki? Bir de yüzsüz yüzsüz gülümseyerek hemde... Siniri bozulmuştu o an. Ekmek içini vermemişti, bir bahane bulup. Çokta şey söyleyecekti ama misafiri vardı. Sustu bu yüzden...
Ve o bağırışlar, gürültüler hiç kesilmedi sonraki günlerde de. Ne ayıp birşeydi böyle gürültü yapmak. Çocuklarını azıcık azarlasa susarlardı belki. Gece uykularından uyanıyorlardı eşiyle birlikte artık. Karar vermişlerdi ne olursa olsun haddini bildirecekti üst komşuna... Aynı gecenin sabahı yine kapıya gelmesin mi üst katında oturan o komşu kadın!..
“Hanımefendi kusura bakmayın. Birşey rica edecektim. Bizim oğlan, sizin çocuğun akülü arabasını görmüş camdan. Çok istedi binmeyi. İzin verirmisiniz bir defa binsin?” deyince iyice sinirleri gerildi Aysel hanım'ın. Ama işe yetişecekti o an; geç kalmıştı. Konuyu uzatmak istemedi bu yüzden. Sonra bildirecekti pişkin komşusunun haddini. Hatta o kadını apartmandan attırmak için hiç tanımadığı komşularının kapısını çalıp, imza toplayıp yöneticiye şikayet edecekti attırmak için...
Ertesi gün sabaha karşı bir gümbürtü duydu yine yukarıdan; Dayanamadı artık!.. Üzerini hızla giyinip ağzına geleni söylemek için çıktı yukarı. Kapı ağzına kadar açıktı ve telaşla birileri girip çıkıyordu sürekli... İçeriye uzattı başını.
“Canımın canı gitti!...Yüreğim yanıyor...Yavrum gitti. Oğlum gitti!..” diye ölen oğlunun başında gözyaşı döken komşuna baktı pişmanlıkla. Diyeceğini, aklında sıraladığı herşeyi yutkunurken, evin içine göz gezdirdi. Her şey o kadar eskiydi ki .... Duvarda sonraları öğrendiği, kadının rahmetli eşinin resmi vardı. Ve birkaç yardım kurumunun poşeti yerlere saçılmıştı. Neden ekmek içi istediğini anlamıştı komşusunun... Ve akülü arabayı neden isteğini...
Ertesi gün cami avlusuna gitti başsağlığı dilemek için oğlu ölen üst kat komşusuna, Kadın ağlıyordu:
“Yavrum çok hastaydı. Acısından bağırıp çağırıyordu. İnanın elimde değildi acılarını bastırıp susturmak. Doktorlar kurtulamaz demişlerdi. Hakkını helal et komşum. Onca zaman rahatsız ettik sizi. Oğluma hakkını helal et-" dedi ve elini tuttu...
Helal etti hakkını ama tek kelime etse hıçkıra hıçkıra ağlayacaktı o an. Nasıl anlamamıştı komşusunun sıkıntısını? Ve nasıl gözleri bu kadar kör olmuştu? Yöneticiden sonradan öğrendiğine göre oğlunun hastalığı sebebiyle çalışamadığı için birikmiş beş aylık kirası varmış zavallı kadının....! Akülü arabaya bozuk demenin pişmanlığı yüreğini acıttı o an...
İki gün sonra ise senelerdir merdivenlerde karşılaştığı,selam dahi vermediği “Gıcık" diye sıfat taktığı komşusunu yine merdivende oğlunun acısıyla ağlamaklı halde görünce sarıldı ona gözyaşlarıyla. Kendi adını söyledi sonra. Sonrada çok geç kaldığı o soruyu sordu:
“Tanışamadık ama komşum. Sahi senin adın neydi?” dedi utanarak...
................
(* İnternetten alıntı yazıydı!* Yazarını bilmediğim kardeşime ve paylaşımı yapan Hadi Temel Hocama hasseten Teşekkür ederim)...
Gittikçe yalnızlaşıyoruz ve birbirimize yabancılaşıyoruz bilmem ki ne dersiniz?..Sahi sizin komşularınızla aranız nasıl diye sorsam?....