İnsan ruh ve bedenden müteşekkil mükemmel bir varlıktır. Bu mükemmel yapının sağlıklı işlemesi insanın bu iki kanaldan doğru ve iyi beslenmesiyle gerçekleşir. Ruh doğru şekilde beslenmiş sağlıklı bir beden üzerinde sağlıklı olduğu gibi, beden de doğru şekilde beslenmiş bir ruhu taşıdığında doğru ve düzgün işler. Birisindeki eksik veya aksaklık otomatik olarak diğerini etkiler ve bu mükemmel yapıyı bozar. Bu sebeple dinimiz her iki tarafında doğru bir şekilde işlemesi için prensipler ortaya koymuş ve bunlara uyulmasını tavsiye etmiştir. Bundan dolayı maddi bünyenin sağlıklı devamı için insan fıtratına uygun, alın teri ile kazanılmış, helal, temiz, nezih ve ölçüsünde tüketilmiş besinler emredilirken, manevi bünyenin sağlığı için de doğru ve sağlam bir inanç, sahih bilgiye dayalı ibadet ve bütün tavır ve davranışlara giydirilmiş güzel ahlak tavsiye edilmiştir. Bu eksiklikler günümüzde şu tür sorunlara yol açmıştır. Ruhunun ihtiyacı olan inanç ve ibadeti doğru yerlerden ve yeterince karşılayamama kişilerde bu sorun şu şekilde tezahür ermiştir; Çözümü inançlarını istismar eden kişi ve ortamlarda arama, bir kısımlarında ruhun bu ihtiyacına kayıtsız kalınmak suretiyle inançsızlık karanlığına sürüklenme, bir çoğunda da hayatı yeme içme ve eğlenmeden ibaret görme gibi bedeni ihtiyaçlarla yetinmek şeklinde ortaya çıkmıştır. Bunun topluma faturası ise, huzursuz ve güvensizlik, her şeyi madde, para, makam, mevki ve sahip olunan meta ile ölçme, yardım, merhamet ve acıma duygularındaki aşınmadır. Bu çerçeve de doğru, sağlam bir inanç ve imanla, yeterli bir ibadet ve ahlakla zinetlenememiş kimseler de genellikle şu problemler ortaya çıkmaktadır:
İnançsızlık Girdabı: Fıtraten bir ihtiyaç olan inanma ve ibadet gereksinimini doğru yollarla karşılayamayan kimseler genellikle boşluğa düşer inançsızlık girdabı ile karşı karşıya kalırlar. Bu kimseler, kendilerine karşı bile güvensiz hale gelir ve gönülleri ümitsizliğin karargahı haline dönüşür. Çünkü iman aynı zamanda ümit demektir. Bu kişiler böyle bir ruh haletine kendilerini kaptırınca korkak hale gelir ve herkesten kuşku duymaya başlarlar. Bunlar için hayat, endişelerle yüklü bir kıpırdanış halini alır. Acılar içinde kıvranan ruhları, bir dayanak ve manevî bir sığınak arar.
Haset ve Çekememezlik: Başkalarının elindeki nimeti ve evindeki saadeti çekemeyen hasetçi, onlardaki huzuru gördükçe, huzuru kaçar ve huysuzlaşır. Bende olmadığı halde onda neden var? Sorusu ve inanç dünyasından alıp buna veremediği cevap onu Allah'ın takdir ve ihsanına karşı isyana sürükler. Sonunda madem ki bende yok, onda da olmamalıdır diyerek, o şahsı bu nimetlerden mahrum bırakmak için, her çareye baş vurur ve her çeşit ahlaksızlığı sergiler. Peygamber efendimiz (s.a.v.) bu tür hasetçilere şu uyarıyı yapmıştır. “Haset, ateşin odunu yediği gibi, iyilikleri yer ve tüketir” (Feyz'ül-kadir, c.3, s.413) İmam Gazali merhum ise, İhyaü Ulûmid-dîn adlı eserinde, hasetçi gam ve kederden ebedî olarak kurtulamaz tespitini yapar.
Kin ve İntikam Hissi: İnsanlarla iyi geçim sahibi olmak,aynı zamanda iyi bir Müslüman olmak anlamına gelir. Halk ile uyum sağlayamayan ve geçimsizler en ufak problemleri intikama dönüştürürler. Bu tür kimseler fırsatını bulunca iyilikle çözemediği sorunlarını düşman bellediklerinden intikam alma yoluyla çözmek isterler. Oysaki dindarlık ile kindarlık, birbiri ile barışmayan iki zıt durumdur.
İntikam hissi ile kendini ruhî sarsıntılara kaptıran kimsenin gözü, hakkı görmez; kulağı, nasihat dinlemez olur. Onun hayatı ya bir hastahanede veya bir hapishanede son bulur. Ruhu rahat, vücudu istirahat ve kalbi sükunetten mahrum olarak yaşar.
Öfke: İmanı kavi, akl-ı selim sahibi bir mü'min, öfkesi kolayca yener. O bir ki kontrolünü öfkesine teslim eden kimse isabetli karar veremez. Öfkenin karar ettiği kafadan akıl firar eder. Çünkü akıl, vücut şehrinin karar vericisi durumundadır. Onun emri altında hareket eden uzuvlar, aklın kontrolünden kurtulacak olursa zarara açık hale gelir. Yine O bilir ki “Öfke ile kalkan zarar ile oturur.”
Makam ve Mevki Hırsı: Arzuladığı işe ehliyeti olup olmadığına bakmaksızın bir görevi elde etmek için her yola başvurur. Arzu ettiği görev ve makamı hayatının gayesi haline getirir. Bu yanlış noktadan hareketle yola çıkanlar, arzuladığı makama ulaşmak için şeref ve haysiyetini rencide edecek hale düşmekten de çekinmez. İstediğini elde etmedikçe huzura kavuşmadığı gibi onu elde ettiğinde de mutlu olamaz ve bir başkasını istemeye başlar. O artık doyumsuz bir tatmin duygusunun kölesi haline gelir. Ulaşmak istedikleri şeyler için öpmedik el, çalmadık kapı bırakmazlar. Tadat edilen bu tür hastalıkların şifası maddi ve manevi bünyemizi sağlıklı kılacak sağlam bir itikat ve inanç, sarsılmaz bir ahlak ve bünyenin ihtiyacına cevap verecek ibadetten geçmektedir.