Bir medeniyetin temel kimliği esas metinleri ile şehir kimliği üzerinden gündelik hayata dahil olan kelimelerinde saklıdır. İstanbul Türkçesi ile bizim sosyal, kültürel ve dini hayatımıza giren kelimeler ve kavramlar medeniyet müktesebatımızın kodları hükmündedir. Daha teknolojik bir kavramla ifade edecek olursak, dilimiz ve kelimeler dünyamız medeniyetimizin çip kartları mesabesindedir. Geçmiş âlimlerimiz temel inanç esaslarımızı gündelik hayatın kelimeleri haline getirmişler. Kavramlaştırmışlardır.

Dilimiz üzerinden bir yaşama nizamı oluşturup, gündelik hayatımızı tanzim etmişlerdir. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde ‘’nizam bozucu olma’’ nasihatı vardır. Bunun içinde ibadetlerin yerine getirilme metodundaki nizam vardır. Bir sınıfta ders dinleme nizamı vardır. Bir belde de şehirde meşruiyet dairesinde yaşama nizamı vardır. Hayatın her aşamasını kapsayan bir düzendir bu ‘’nizam’’ ifadesi ile kasdedilen. Kelimelerimiz, kavramlarımız ve dilimiz medeniyetimizin en kıymetli hazinelerinin saklı olduğu yerdir. Şu halde biz bir medeniyetin mensubu olarak lisanımızı, medeniyetimizi temelinden bir kavrayışla, tefekkür, teemmül, sanat, edebiyat, fikir, kültür, ilim ve iman boyutlarıyla ifade edebilecek genişliğe ulaştırmamız lazım. Medeniyet bir aidiyet ve mensubiyet hissiyatı taşımayı gerektirir. Bunu da ancak o medeniyetin kelime ve kavramlarıyla dile getirebiliriz.

Bu alanın yarım asırlık emektarı D. Mehmet Doğan, ‘’Her kelime ve kavram bir ya da birden çok anlama işaret eder. İşaret eden değişirse işaret edilen de değişir.’’ der. Durum böyle olunca kelimeler hem yol, hem rota, hem de yol gösterici ışık hüviyetine bürünürler. Dilimizi meydana getiren kelime ve kavramlarla aidiyetlerimizi, kültürümüzü ve kimliğimizi inşa ederiz.

Türkçe bizim medeniyet sancağımızdır.

Sözün burasında bir bilgi paylaşmak istiyorum. Yargıtay’da görevli bir arkadaşıma Türkçe ve Hukuk ilişkisinin ne durumda olduğuna dair bir soru sordum. ‘’Hocam, eskiden bir paragraf yazıyorduk bir içtihadı ifade ederken hiçbir açık kalmıyordu. Şimdi aynı meseleyi ifade etmek için bir sayfa yazıyoruz yine de meramımızı ifade de açıklıklar kalıyor. Yani meramımızı yeterli derecede ve kifayet miktarı ifade edemiyoruz.’’ Şimdi tam bu noktada bir başka önemli hususu altını çizerek açıklamak istiyorum. Anlam ve anlamlandırma alanlarımızı Milli Eğitim felsefemize yansıtacak, kimliğimizi, tarihimizi bir şuur halinde aidiyet unsurlarımızın temeli haline getirecek bir ders programı oluşturmamız gerekiyor. Elbette kelime kadrosu demek sadece kelimelerden ibaret değildir. Kelime dildir. Dil ise tarih demek, kültür demek, irfan demek, hikmet demek, içinde fen alanı demek ve din alanı demek olan bir külli medeniyet manzumesi demektir. Bütün bizim yaşam alanlarımız yani maddi ve manevi birikimimizi ifade eden bir alan. Bu alanı bizim yazılı kültürümüzü aksettirecek bir ders kitabı ve müfredat yazımı gerekiyor. En acil ele alınması gereken dil meselemiz konuşma dilinin ders kitaplarına yansıtılmasıdır. Öncelikle geliştirilmesi gereken dil meselemizdir bu konu. Burada şu oluyor çocuk aileden anneden bir Türkçe öğreniyor, ilkokula varıyor farklı bir Türkçe ile karşılaşıyor. Sonuç olarak öğrendikleri ile karşılaştıkları birbiri ile örtüşmüyor. Anlam alanında zihin haritasında bir Türkçe problemi doğuyor.

Sonuçlar üzerinden bazı değerler ifade etmek istiyorum. 2021 YKS sınavında 1 milyon öğrencimiz yani 500 bin sözel, 500 bin sayısal öğrencisi barajı geçecek soru yap/a/madı. Gerçi daha sonra üniversiteye girişte baraj da kaldırıldı. Barajı geçecek soru demek 11 ile 15 arası soru çözmek demektir. Bunun içinde matematik sorusu var mesela 10 tane matematik sorusu.

Bakkal matematiği türünde, yani bakkaldan alışveriş yapabilecek kadar hesap kitap bilen herkesin yapabileceği türden sorular. Bunun için lise bitirmeye gerek yok. Bizim lise mezunlarımızdan değerli dostlar 500.000 tanesi barajı geçecek soru yapamıyor. 500.000 sayısalcı 500.000 sözelci bu baraj sorularını çözemiyor.

Çok daha dikkat çekici bir şey söyleyelim burada. Sınava giren 700.000 öğrenci hiçbir matematik sorusu işaretle/ye/miyor. Yani bu kısaca şu demektir: Bu çocuklar okuduğunu anlamıyor. Mezun ettiğimiz çocuklar dört işlem düzeyinde de mi matematik yapamaz? Evet bu durumda maalesef çocuklarımız.

Ben bunun büyük ölçüde Türkçe ile ve anlama ile ilgili olduğunu düşünüyorum. Yoksa çocuklarımızın zekâsında bir problem yok. Asıl problem bizim ders kitaplarımızda. Yani insanımızla mevcut bilimler arasında doğru köprüyü kuramayan bu sistemimizde olduğunu düşünüyorum asıl meselenin. Görülüyor ki esas mesele anlam alanında düğümlenmekte.

Çözüm basit. Ders kitaplarının yeni bir anlayışla, Türkçemizin bütün güzelliklerini yansıtacak şekilde yeni bir yazımla ele alınması gerekiyor. Bizim milli kimliğimizi ortaya koyacak, hakikat penceremizi yansıtacak bir felsefe ile ders kitaplarımızın yazılması gerekir. Sözü burada noktalamak istiyorum. Frantz Fanon, biliyorsunuz bir Fransız. Şunu söylüyor: ‘’Sizi sömürgeleştiren yabancıların sizde yarattığı en büyük yıkım zamanla kendinize onların gözüyle bakmanızı sağlamalarıdır.’’ Bu sömürgeleştiren bakış da kavramlar ve felsefe üzerinden hayata geçirilmekte. Bu açıdan biz ders kitaplarımızı en kısa sürede en çabuk zamanda değiştirip ama milli felsefe ile değiştirip yeniden yazmamız gerekiyor. Yoksa bizim insanlarımızda çocuklarımızda bir problem yok. Yani ABİDE sonuçlarını okuyayım dostlar ABİDE; Akademik Bilgi Değerlendirme Sistemi demek. Yani bizim PISA sisteminde 40’ıncılığı belki bazı değerleri bize uygun değildir diye bizim kendi icat ettiğimiz bir sistem. PİSA’da 7 basamak var. Bizimkiler 5 basamak yaptı.

2018 sonuçlarını Milli Eğitim Bakanlığı sitesine koydular, hemen geri kaldırdılar. Sebebini de tahmin edebiliriz. Bakın orada ölçüm sonuçlarından aldığım bilgiyi aktarıyorum öğrencilerin, (4 ve 8 sınıf öğrencilerine yapıldı) %66’sı deyim, atasözü, hiciv ve nükteleri anlamıyor. Geriye zaten ne kalıyor geriye çocukların konuşacağı, işte bu dijital dünyanın dili kalıyor. Öğrencilerimizin ancak binde ’1’i günlük hayatta bilmedikleri bir durumu açıklamak için bilimsel bilgiyi kullanabiliyor.

Yani bizim eğitimin amacı, hüküm çıkarabilme yani yargıya varabilme, kıyas yapabilme, muhakeme yapabilme kabiliyeti kazandırmak olmalı. Yoksa hani bizim o medeniyet köklerimizde ifade edilen haliyle “kitap yüklü ….” Diye başlayan malumat hamalları yetiştirmek olmamalı sistemin hedefi.

Öğrenilen bilgiyi çocuklarımız günlük hayatta, yaşadığımız alanda evimizde, muhitimizde ya da işlerimizde kullanabilmeli. Demek ki bizim metodolojimizde yani öğretim metodolojilerimizde de problem var. Bir başka önemli tespiti de yapıp bitireyim.

İnsan zihni öğrenme psikolojisinde şöyle bir bütünlük taşıyor. Varlığı ilişkili olduğu diğer kavramlarla birlikte bütün olarak kavrıyor. Banarlı Hoca ‘’düşmek’’ kelimesinin 150’den fazla anlamından söz eder Türkçenin Sırları kitabında. Yani yere düşmek, aklına düşmek, yadına düşmek gibi. Böyle 150’den fazla anlamı var bu kelimenin Bir kelimeyi biz kullanımdan çektiğimiz zaman onunla ilgili deyim, terim, atasözü dahil bütün varlığı iptal etmiş, zihnimizde blokaja tabi tutmuş oluyoruz.O kelimelerle ilgili tefekkürümüzü de iptal etmiş oluyoruz kelimeyi sürümden çekince. Yunanca kökenli Efendi kelimesi. İlk defa bizim yazılı metinlerimizde Mevlana döneminde rastlanıyor. Mevlana’nın talebeleri efendimizin kızı diye bir tabir kullanmaya başlıyorlar. Sonra bu Osmanlı’da giderek daha çok kullanım alanı kazanıyor efendi kelimesi. Ve giderek hanımefendi, beyefendi, padişahımız efendimiz, Peygamber Efendimiz gibi çok güzel bir anlamlar dünyasına büründürülüyor. Bu kelime artık öz be öz bir Türkçe kimliği kazanmış olmaktadır.

Ez cümle sonuç olarak şu noktaya gelmek istiyorum. Tabi ki dünya bir teknoloji dünyası, dijital dünya. Teknoloji dünyasına mümkün mertebe kendimiz kelime ve kavram üretelim. Ya da hiç olmazsa şu Cumhuriyet Dönemi klasik dilini de kullanacak bir seviyede bir dil ve müfredat temeli oluşturalım. Öğrencilerimizi de bu temel dil hedefi üzerinden yetiştirelim. Bir gün bir okulda konferans vermeye gittim şöyle salona bir baktım 100-120 öğretmen var. Bendeniz orada bir metinden kısa bir bölüm okudum. O da Mustafa Kemal Paşa’nın ölümü üzerine İsmet İnönü’nün yayınladığı taziye mesaj: ‘’Devletimizin banisi ve milletimizin sadık hadimi eşsiz kahraman… Ebediyete intikal ettiğin bugünde gerçekte yattığın yer Türk milletinin ihtiram kollarıdır,’’ şeklinde başlayıp uzunca devam eden bir metin. Okuyunca baktım salonda önce bir alkış koptu. Dedim idari taksimatına razıyız. Mustafa Kemal Paşa döneminin, diline de razı olalım, ya da asgari ölçü kabul edelim. Hiç olmazsa asgari o dönemin dilini alalım. Hepinize çok teşekkür ediyorum. Saygılar sunuyorum.