Sene bin 9 yüz bilmem kaç… Facebook yok, İnstagram yok, X yok, duba yok… Bir MSN Messenger var, bir ICQ… Bir de birbirimize sadece çağrı atarak yüzlerce anlam çıkarabildiğimiz cep telefonlarımızın olduğu dönemlerdi işte…
Yine bir gün durup dururken, liseli enerjik gençler olarak Lise Caddesinde bulunan Eski Çağrı Pasajı’nın altındaki babamın tabela atölyesinde, sabaha kadar okey oynama kararı aldık. Zaten dükkânı dükkânlıktan çıkarmıştık. Buluşma noktası vasfını bile bir süre sonra yitirmiş, hücre evi gibi en akıl almaz kararları aldığımız ve uyguladığımız bir mekân haline gelmişti orası.
Ekip sağlam! Hemen ifşa edelim kimlerin olduğunu. Şuan Ankara’da yaşayan Elektrik Elektronik Mühendisi Recep Duran, Sorgun’da Avukatlık yapan Pirgayip Yaşar, Yozgat’ta yaşayan İngilizce Öğretmeni Gazi Ceyhan, Avukat Ahmet Keskin ve benden oluşan 5 kişilik kadro!
Herkes evine haber verdi. Birisi Ekremlerdeyiz, diğeri Receplerdeyiz gibi ikna edici üfürmelerle aileleri razı etti. Ben o dönemde de çok sevmezdim gerçi ama; arkadaşların yalanı peynir ekmek gibi tükettiği zamanlardı o zamanlar.
Her neyse okey takımından sorumlu ekip arkadaşımız Ahmet Keskin, süper gücü olan poşet taşıyamama özelliğini bir kez daha dünyaya ispat ederek, takımı olduğu gibi postanenin önünde yere saçtı!
Taşların döküldüğü alanda ve karanlıkta uzun süre devam eden “sarı 6 arama-tarama-kurtarma” faaliyetine başladık.
Artık, nasıl bir salakana jenerasyonsak; biz kayıp taşı ararken şuan İstanbul’da bulunan Gıda Mühendisi Çağrı Cankurtaran’ı, kaybettiği 10 yıllık kalemini cadde üzerinde ararken gördüğümüzü ve selamlaştığımızı hatırlıyorum. Tabi bu kendisinin iddiası! 10 yıllık kalem nedir Allah aşkına? Adamın o zamana kadarki tahsil hayatı bile 10 yıl değildi. Ama inandık. İnanmak zorundaydık! Dedim ya, yalanı su gibi içiyordu millet, alağazlık hat safhadaydı o dönemde.
Neyse, Çağrı’nın “Hayırdır ne arıyorsunuz?” sorusuna “Okeye dönüyorum da sarı 6 lazım” cevabı veren Recep’in iğrençliğini de tarihe not düşmeden geçmeyelim.
Nitekim bulamadık. Kartondan yaptığımız sarı 6 ile sabaha kadar kaybedene zorla su içirdiğimiz okey gecesini bitirdik. Tam hatırlayamıyorum; ya Gazi ya da Pirgayip böbrek hastası olduğunu öğrenmiş, kum dökmüş, taş düşürmüştü. Kolunda serumun takılı olduğu demir aparatla lavaboya giden 80’lik amcalar gibi yürümüştü 3 ay. Pirgayip değil de Gazi Hoca’ydı sanırım… Çok çirkin olduklarından bu ikili sürekli anılarımda birbirlerine karışıyor ne yazık ki.
Sabah oldu. Ortalığı toplarken masanın altında bulduğumuz sarı 6’yı uzun süre sessiz sessiz izledikten sonra caddede yerinden oynattığımız 3 mazgaldan ve Yozgat Belediye Başkanlığı personelinden nasıl helallik isteriz bunu tartıştık. Sonra Pirgayip sosyalist sosyalist konuştu, canımızı sıktı, helallikten vazgeçtik.
Herkes evine gitti. Cefakar, vefakar, sırf macera olsun diye sabaha kadar okey oynama gibi parlak fikrine bizi ikna eden Recep ile ben hariç tabi ki. Hala en nefret ettiğim huyumdur bu! Çabuk ikna oluyorum!
Emanet aldığımız masayı sahibine bırakmak için gittiğimiz internet kafenin açılmasını kaldırımda 1-2 saat uyuyarak bekledik. Masayı teslim ettik ve o gün, o sabah okeyi bıraktık! Yolumuza 102 ile devam ettik!
Güzel insanlara selam olsun…