Allâh’ın güzel isimlerinden biri de “el-Vekîl”dir. Bu ism-i şerîf, “işlerini usûlüne göre kendisine havâle edenlerin işlerini yoluna koyup, onların yapabileceğinden daha iyi bir şekilde yapan, kendisine tevekkül edilen, her şeyi idâre ve hâkimiyeti altında bulunduran” mânâlara gelir.

Her hususta güvenilecek yegâne merciin, ölümsüz, ebedî ve Kâdir-i Mutlak olması zarûrîdir. Aksi takdirde îtimâd etmenin bir mânâsı kalmaz. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
“Aslâ ölmeyecek, hakîkî hayat sâhibi ve dâimâ diri olan Allâh’a tevekkül et ve O’nu hamd ile tesbîh et!..” (el-Furkân, 58)

Allah Teâlâ, kullarının sâdece kendisine güvenip dayanmalarını arzu eder. Âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:
“...Mü’minler ancak Allâh’a tevekkül etsinler!” (İbrâhim, 11)

“Allâh bize yeter, O ne güzel vekîldir.” sözünü İbrâhim -aleyhisselâm-, ateşe atılırken söylemiştir. Peygamberimiz de bu sözü; “Müşrikler size karşı toplandılar, başınızın çâresine bakınız!” denildiğinde söylemiştir. Bunun üzerine müslümanların îmanları artmış ve hep birlikte; “Allâh bize yeter, O ne güzel vekîldir!” diyerek, Allâh’a karşı büyük bir teslîmiyet örneği sergilemişlerdir.

Cenâb-ı Hak; Hazret-i İbrâhim, Hazret-i İsmâil ve Hâcer vâlidemizi, öyle büyük imtihanlardan geçirmiştir ki, nihâyetinde onlar birer teslîmiyet âbidesi olarak târihe geçmişlerdir.

Hazret-i İbrâhim -aleyhisselâm-, mancınıkla ateşe atılacağı zaman, melekler heyecanlandı. Bir kısmı, Hazret-i İbrâhim’e yardım etmek için Allah Teâlâ’dan izin istedi. Melekler, Hazret-i İbrâhim’e bir isteği olup olmadığını sordular. O ise:
“-Dostla dostun arasına girmeyin !” buyurdu.

İbn-i Abbâs Hazretleri’nden rivâyet edildiğine göre, Ömer bin Hattâb -radıyallâhu anh- Şam’a doğru yola çıktı. Serg denilen yere varınca, kendisini orduların başkumandanı Ebû Ubeyde bin Cerrâh ile komuta kademesindeki arkadaşları karşıladı ve ona Şam’da vebâ hastalığının başgösterdiğini haber verdiler.

Hazret-i Ömer, İbn-i Abbâs’a:
“-Bana ilk Muhâcirleri çağır!” dedi. Hazret-i Ömer, onlarla istişâre etti ve Şam’da vebâ salgını bulunduğunu kendilerine bildirdi. Onlar, nasıl hareket edilmesi gerektiğinde ihtilâf ettiler...

Daha sonra birtakım ihtiyaçlarını karşılamak için ortalarda görünmeyen Abdurrahmân bin Avf -radıyallâhu anh- geldi ve:
“-Bu hususta bende bilgi var. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i:” Bir yerde vebâ olduğunu işittiğinizde oraya girmeyiniz. Bir yerde vebâ ortaya çıkar, siz de orada bulunursanız, hastalıktan kaçarak oradan dışarı çıkmayınız!» buyururken işitmiştim.” dedi.
Bunun üzerine Ömer -radıyallâhu anh- Allâh’a hamd etti ve oradan ayrılıp geri dönüş yoluna devâm etti. (Buhârî -Müslim)

Kulun Allâh’a teslîmiyeti, Allâh hakkındaki bilgisi ve O’na olan îmânı nisbetindedir. Teslîmiyet, kulluğun özünü oluşturması bakımından, kalbin Allâh’a olan en önemli yönelişidir. Bu yöneliş îmanla başlar, mârifetullâh arttıkça o da artarak devâm eder. Mevlânâ -kuddise sirruh-, fenâ fillâh mertebesine kavuşabilmenin sırrının, mutlak teslîmiyette olduğunu şu şekilde ifâde eder:

“Deniz suyu, kendisine bütünüyle teslim olan ölüyü başı üstünde taşır. Diri olan ve en ufak tereddüdü bulunan ise, denizin elinden nasıl sağ kurtulur? Aynı şekilde «Ölmeden evvel ölünüz!» sırrı ile beşerî sıfatlardan soyunarak ölürsen, esrar denizi seni başı üzerinde gezdirir.”
Cumanız Mübarek olsun! Allah’a Emanet olunuz!..