1960'lı yıllarda babam Sıddık CENAN'ın 1952 model kırmızı bir Austin kamyonu vardı. Bununla yük ve yolcu taşır, yakın mesafelere nakliye işleri yapardı.

Bugünkü Büyük Camii'nin üstündeki Emniyet Karakolu yoktu. Buradan Topaç Köyü'ne Musabeyli Köyü'ne, Sağlık Köyü'ne ve daha ileriki köylere yolcu taşırlardı. Babam dahil üç tane kamyoncu vardı. Sırasıyla bu köylere yolcu ve yük taşırlardı. Bu köylere yolcu taşıma sırası bitince de Baltasalılar Köyü'ne, Derbent Köyü'ne yolcu taşırlardı. Salı günleri oldukça fazla yolcu olurdu. Arabanın üstü yolcudan yükten görünmezdi. Salı günü yolcusu da sırasıyla taşınırdı. Arabalarının üçü de eski kamyonlardı.

Biz o zamanlar Köseoğlu Mahallesi Kayyumzade Sokak'ta otururduk. Şaban Kayyum Amca'nın evinde kiracıydık. Kendisine Kambur Şaban derlerdi.

Bu eve geldiğimizde 40-50 tane tavuğumuz vardı. Bunlar çok görkemli tavuklardı. Herkes satarsanız biz alalım derlerdi. Hele bunların içinde sarıgül diye bir tavuğumuz vardı. Bunun yumurtası geldiğinde kümese, holluğa yumurtlamazdı. Evin penceresine çıkar cama kafasıyla vururdu. Açın içeri gireyim dermiş gibi camın önünde beklerdi. Biz de pencereyi açardık. İçeri girerdi. Karyolaya çıkar, tam ortasına yatar, yumurtlar, karyoladan iner, kapıyı açın da gideyim der gibi gıdaklardı. Annem de kapıyı açar sarıgülü gönderirdi. Bu hep böyle olurdu. Evdekilerin hepsi sarıgülü çok severdi. Bizim tavuklarımızın hepsi de ev halkını çok iyi tanırdı. Babam eve yiyecekle geldiği zaman arka sıra koşarlardı. Babam bunların koşmasına çok sevinirdi. Elinde getirdiği yeşilliklerden verir yedirirdi.

Bir tavuğumuzun 15 tane civcivi vardı. Ev sahibinin de 10-12 tane civcivi vardı. Bizim tavuğun civcivi ev sahibinin tavuğunun civcivlerinin yanına gitse tavuk onun yabancı civciv olduğunu bilir kabul etmez kafasıyla hafifçe vurur gönderirdi. Ev sahibinin tavuğunun civcivi bizim civcivlerin yanına gelse bizim tavuk da onları gönderirdi. Her tavuk kendi civcivlerini bilir sahip çıkardı.

Akşam olunca tavuk ve civcivlerini kümese koyacaktık. Tavuk içeri girmiyor. Meğer civcivlerden ikisi eksikmiş. Sonra biri çıktı. Tavuk yine girmiyor. Bir de baktık ki diğer civciv de geldi. Tavuk rahat bir şekilde bize karşı koymadan kümese girdi. Bu hayvan 15 tane civcivinden 2'sinin eksik olduğunu nasıl biliyor? Matematik bilgisi mi var? Allah'ın verdiği bir içgüdü sayesinde biliyor. Şimdiki kadınlardan bazıları da yeni doğurduğu çocuğunu canlı canlı çöpe atıyor. Hiç üzülmüyor. Geçenlerde bir sporcu hasta 4-5 yaşlarındaki çocuğunu yastıkla boğup öldürdüğünü itiraf ediyor. Çocuğu sevmiyormuş da onun için öldürmüş. Hayvanlar insanlardan daha merhametli oluyor.

Babama "Bizim horozu mahallenin horozları dövüyor, iyi bir horoz al da dövmesinler." dedim. Rahmetlik babam da Boğazlıyan'dan güçlü, kuvvetli bir horoz getirdi. Mahallenin bütün horozlarını kırıp geçirdi. Ben de bu horozu çok severdim. Elimle yem yedirirdim. Evden bahçeye çıktığımda bu horoz hemen koşup yanıma gelir. Yem vermemi beklerdi. Bu horozun kötü bir huyu vardı. Kapının önünden geçen çocuklara, kadınlara saldırır. Üzerlerine atlar, önüne katar kovalardı.

Bir gün eve bir kadın geldi. Kadın bana "Yavrum içeri gireceğim. Köpeğiniz var mı?" diye sordu. Köpeğimiz yok teyze dedim. Kadın bahçeye girdi. Benim horozum da tavuklarıyla birlikte eşiniyordu. Kadını görünce hemen toparlandı. Kanatlarını gere gere koştu. Kadına arkadan bir atladı. Kadın bir çığlık attı. Anammm! diye bağırdı. Sizin evde köpekten daha beteri varmış diye bağırdı. Aradan 3-5 gün geçti. Eve başka bir kadın geldi. Onu da aynı şekilde karşıladı. Kadın: "Horozunuza bir şey söyleyin de üzerimize atlamasın." dedi. Sanki horoz bir insanmış da bir şey söyleyecekmişiz. Kadın korkusundan ne dediğini bilmiyordu.

Sabah ezanı okunmadan benim bu kırmızı horozum öterdi. Arkasından da sabah ezanı okunurdu. Bu ezan okunmasını hiç şaşırmazdı. Allah'ın bu hayvanlara verdiği bir mucizesiydi.

Aradan 5-6 ay geçti. Babam eve iki adamla geldi. Bu adamlardan biri Paytoncu Kazım Amca diğeri Kahveci Mustafa Amca kendisine İzmirli derlerdi. Bunlar bizim tavukları almaya gelmişlerdi. Babam da bunlara tavukları verip bunların getirdiği inekle buzağısını alacaktı. Getirdiği ineği bahçenin kayısı ağacına bağladılar. Bütün tavukları tutup tutup ayaklarını bağladılar. Getirdikleri at arabasına yükleyip alıp götürdüler.

Annem tavukların götürülmesine çok üzüldü. Hele karyolaya yumurtlayan sarıgüle de çok üzüldü. Keşke onu vermeseydim diye günlerce ağladı. Evin çocuğu gibi alışmıştık ona. Küçük civciv iken hastalanmıştı. Biz de bunu aldık eve getirdik. Evde battaniye arasında sarıp sarmalayıp yatırdık. Sıcak sobanın yanında buna iyi olana kadar baktık. Her türlü bakımını eksik etmedik. Bu tavuğumuz iyileşti ve eve alıştı. Hiçbir zaman holluğa yumurtlamadı. Hep eve gelip yumurtlar giderdi.

Annem bu sarıgül dediğimiz tavuğa çok üzüldü. Ben de babamın Boğazlıyan'dan getirdiği kırmızı Rodeylant horoza ve sarıgüle ikisine de çok üzüldüm. Aldığımız inekle buzağısını hiç sevmezdik. Sonra bunları da sevmeye başladık.

Babam kamyonuyla köylere gittiğinde bu ineğimize 2-3 çuval saman getirirdi. O zamanki köylüler para almaz ikram olsun diye verirlerdi. Usta istediğin harmandan istediğin kadar al götür derlerdi. Arada da babam Musabeyli Boğazı'na giderdi. Burdaki köylüler de sandık kasalarla babama ayva, elma, kayısı gibi şeyler ikram ederlerdi. Hiç para almazlardı. Babam da bunların yüklerinden para almazdı. O günler tatlı bir hatıra olarak kaldı.

O günlerde bir de erkek kardeşim dünyaya geldi. Adını Kemal koyduk. Bu kardeşim doğduğu günden beri çok sancılanırdı. Uyumazdı. Bağıra bağıra ağlardı. Battaniyeye yatırır sallardık. Sallayınca susardı. Bırakınca tekrar ağlardı. Bunu doktora götürdük. İyi edemedi. Ara ilacı kullandı. Onunla da iyi olmadı. Doktorların kimisi sünnet olunca geçer dedi. Kimisi de mayasır var çocukta. Sünnet olursa temelli azar diye bizi sünnetten vazgeçirdi.

Bu kardeşimi sabahlara kadar battaniye içerinde sallıyorduk. Ben babamla beraber sallıyordum. Annem de ablamla beraber sallıyordu. Böylece sabah oluyordu. Işığımız hiç kararmıyordu. Bıraktığımız zaman bağıra bağıra ağlıyor. Hiç susmuyordu.

Bir gün annem babama Sıddık rüyamda sen yaşlı, sakallı, zayıf, üstü başı dökük, zavallı bir adamla eve geliyorsun. Eve girdiğinde bu yaşlı adam: "Yavrum bu çocuk niye ağlıyor?" diye bana sordu. Ben de: "Hacı Amca idrar yollarından çok rahatsız duramıyor, sancılanıyor" dedim. Adam da: "Verin çocuğu kucağıma." dedi. Aldı çocuğu içinden sessiz bir şekilde dualar okudu. Bana geri verdi. Ortadan kayboldu gitti diye babama rüyasını anlattı.

Aradan kısa bir zaman geçti. Babam köyden sabahları erken gelirdi. Eve yaşlı bir amca ile geldi. Adam kapıdan içeri girer girmez annem çok sevindi. Hacı Amca ben seni rüyamda gördüm. Aynen bu şekilde. Sen kapıdan giriyorsun bu çocuk niye ağlıyor diye sordun. Ben de sancılandığını söyledim. Sen de bu çocuğu kucağına aldın, okudun , dua ettin bu çocuk iyi oldu. Rüyamda bu şekilde gördüm dedi. İsmine Hacı Ağa dediğimiz bu amcamız Kırık Köyü'ndendi. Kırıklı Hacı Ağa derdik. Bu Kırıklı Hacı Amca: "Yavrum ben böyle rüyalara girecek kadar büyük bir adam olduğumu bilmiyordum." dedi. Ver yavruyu da dua okuyayım dedi. Hacı Amca kardeşimi aldı. Uzun uzun dua okudu. İnşallah Allah'ın inayeti ile iyi olur bir şeyi kalmaz dedi. Çocuğu anneme verdi. Sonunda da babamla birlikte kahvaltılarını yapıp gittiler. Aradan 2-3 gün geçti geçmedi. Kardeşimin sancısı kesildi hiç kalmadı. Biz de sabahlara kadar ışığı karartmadan sallamadan kurtulduk. Kırıklı Hacı Amca'ya babam da biz de çok saygı gösterdik. Babam kamyonuyla devamlı götürüp getirirdi. Köye gittiğinde şehirden erzak alır verirdi. Hiç para almazdı. Bu Hacı Amca gizli velilerden birisiydi. Hiç böyle bir şeyle karşılaşmamıştık. Allah rahmet eylesin. Makamı cennet olsun. Annem ölene kadar bu Kırıklı Hacı Amca'ya dua etti.

Başka bir gün babam kamyonuyla Yerköy'e sığır taşıyor. Sığırları Yerköy'ün tren istasyonunda indiriyor. Gidip bir güzel karnımı doyurayım diye lokantaya doğru yol alıyor. Yolda Allah'ın garibi Boyacı Burhan'ı görüyor. Ona da gel sana yemek alayım diyor. Boyacı Burhan bırak yemeyi neyi. Hemen kamyonuna bin burdan çabuk uzaklaş, haydi durma daha burda mısın diyor. Rahmetlik canım babam bunda bir iş var. Tamam Burhan haydi gidelim diyor. Burhan'ı da alıp ordan ayrılıyorlar. Yerköy'ün Kanağının köprüsünü geçer geçmez bir sel geliyor. Her tarafı kaplıyor. İçerideki araçlar içerde kalıyor, dışarıdaki araçlar dışarıda kalıyor. Rahmetlik babam beni Garip Burhan kurtardı diyor. Burhan'a yiyecek içecek şeyler alıp ikramda bulunurdu.

Bir gün yine Yerköy'de Burhan'ı buluyor. Sen git ben seni yoldan alırım diyor. 5-10 dakika sonra babam arabaya binip Yozgat'a doğru yol alıyor. Bakıyor Burhan yolda gözükmüyor. Herhalde vazgeçti gelmeyecek diye düşüne düşüne gidiyor. Duldöken Yokuşu'nu çıkıyor, Shell'i geçiyor ortada yok. Bir de yukarıya Elmahacılı'ya geliyor. Burhan'ı görüyor. Şimdiki maraton sporcular olsa buraya gelemezler. Bu nasıl gelmiş diye hayrette kalıyor. Burhan'ın da Allah'ın veli kullarından olduğuna inanıyor. Allah rahmet eylesin makamı cennet olsun.

Bugünkü anlatacaklarım bundan ibaret olup yazımı İbrahim Hakkı Hazretlerinin meşhur sözü ile bitiriyorum. Gelecek hafta buluşmak üzere... Selamlar... Saygılar...

Harabat ehlini hor görme Zâkir

Defineye malîk virâneler var