Çocukluk yıllarımda camilere gidip namaz kılmayı çok severdim. O zamanlar Başçavuş Camiindeki birkaç hocamızın ettiği vaaz aradan yıllar geçmesine rağmen hiç hatırımdan gitmez. Bugün anlatmış gibi çok etkilendiğimi sizlere anlatmaya çalışacağım.
Başçavuş Camiimizin hocası İsmail SEYHAN Hoca bir vaazında şöyle anlatıyor: İtalya'nın Pompeo şehrinde fuhuş, zina aldı yürüdü. Son safhaya ulaştı. Caddeler, sokaklar açıktan açığa zina edenlerde doldu. Çekinme utanma diye hiçbir haslet kalmadı. Durumu fark eden kurtlar, kuşlar, her çeşit hayvanlar bağıra çağıra şehri terk ettiler. Şehirde hayvan namına hiçbir şey kalmadı. İnsanlar bu durumlara da aldırmadılar. Fuhuşa, zinaya devam ettiler.
Sonunda Vezüv Yanardağı çok büyük bir gürültü ile patladı. Ortalığı cehenneme çevirdi. Ne kadar insan varsa hepsini yaktı, yıktı, kül etti. Hiçbir canlıdan eser kalmadı. Bu şekilde bizlere vaaz verdi. Bir memlekette kötülükler artarsa Allah oraya sonunda büyük bir felaket verir dedi. Hocamın verdiği bu vaazı hiçbir zaman unutmadım.
Bir de Büyük Camiimizin emekli baş imamı İlyas Yazan Hocamın çok eski yıllarda anlattığı bir olayı size aktaracağım:
İlyas Hocam bir vaazında kamyonu olan bir şoförden bahsediyor. Bu şoförün evinde güvercin kuşları varmış Şoför de bu kuşları çok seviyor, onlara canı gibi bakıyormuş. Bu kuşlara mahallenin hain bir kedisi musallat olmuş. Belli zamanlarda kümese girip bu kuşları alıp kaçırıyormuş.
Şoför de çok üzülüyormuş. En sonunda bu kediyi ortadan kaldırmaya yemin etmiş. Nasıl yakalayacağını planlamaya çalışmış. En sonunda kediyi yakalamış. Arabadan aldığı benzin bidonunu kedinin üstüne döküp kediyi yakmış.
Aradan epey bir zaman geçmiş. Şoförün arabası arızalanmış. Şoför de arabasını tamir etmek için arabanın altına yatmış ve arabayı tamir etmeye başlamış. Arabasının benzin deposundan da yere benzin durmadan peş peşe damlıyormuş. Şoför buna pek aldırış etmemiş. Ağzındaki sigarasını bir ara bu benzinin damladığı yere koymuş. Koymasıyla birlikte alev alan benzin depoyu patlatmış. Şoför de yanarak feci bir şekilde can vermiş.
Hocam bizlere bu şekilde anlattı. Hayvan öldürmenin çok büyük bir günah olduğu söyledi. O öldürülen hayvanın bir tüyüne bir cami yaptırsan günahından kurtulamazsın dedi. Bir de hayvanları aç, susuz bırakmayın, eve hapis etmeyin, yiyecek vermeseniz bile bırakın hayvan rızkını kendisi bulsun dedi. Hayvanlara eziyet etmeyin, onlara çok iyi bakın diye ta o zamanlardan beri bizlere faydalı olacak şeyleri öğretirdi.
Bir de yaşlı, eli yüzü nurlu hocamdan vaaz dinledim. İsmini bilmediğim bu hocam şunları anlatmıştı: Eskiden evlerde su çeşmesi yoktu. İnsanlar gusül almak için bir saat uzaklıktaki çeşmelerden su çeker, temizliklerini yaparlardı dedi. Şimdikilerin baş ucunda su akıyor, fakat temizliğe gereken önemi vermiyorlar dedi.
Yine o zamanki hocalarımızdan saygıdeğer, ismini bilmediğim hocalarım vaazlarında bizlerin dikkatini çekecek şekilde ağır ağır, tek tek, bizim anlayabileceğimiz şekilde vaaz verirlerdi.
Ashab-ı Kehf'in mağaraya sığındıklarını burda uykuya dalıp 300 seneden sonra uyanıp kendilerine geldiklerini, çok uzun bir şekilde bizlere anlatırlardı. Bunların Adana-Mersin arasındaki mağaralarda kaldıklarını, düşmanlarından korkup burda gizlendiklerini bizlere anlatırlardı. Bu mağaraları 2 sene evvel çocuklarımla gezdim. Çok enteresan bir yer olduğu gördüm. Bugün buralar oldukça çok ziyaret akınına uğruyor.
Bir de 3 arkadaş yolculuk yapıyorlar. Yolda sağanak yağmura yakalanıyorlar. Yer gök birbirine kavuşuyor. Sırılsıklam ıslanıyorlar. Sonunda bir mağaraya sığınıyorlar. Mağaraya girmeleriyle yukarıdan büyük bir kaya geliyor. Bu mağaranın önünü kapatıyor. Bu 3 kişi mağarada hapis kalıyor. Kurtulmanın yollarını arıyorlar. Nasıl dışarıya çıkabiliriz diye düşünüyorlar.
Sonunda bir karara varıyorlar. Hepimiz Allah'a dua edelim. İnşaallah yaptığımız bir iyilik Allah'ın katında makbul olduysa kurtuluruz diyorlar.
İçlerinden biri Allah'ım eve geldiğimde yaşlı annem ve babama sütlerini içirmeden kendi çocuklarıma süt içirmezdim. Bir gün eve geldiğimde annem ve babam uyumuşlardı. Baş uçlarında bekledim. Uyandıklarında sütlerini içirdim. Senin katında makbul olduysa bizi bu mağaradan kurtar diye dua etti. Mağaranın önünden kaya biraz açıldı. Çıkılması yine imkansızdı. İkinci adam Ya Rabbi ben de akrabamın kızıyla yalnız kaldım. Ona kötülükte bulunacaktım. Son anda senden korktuğum için tövbe edip çekildim. Bu yaptığım senin yanında makbul olduysa bizi burdan kurtar diyor. Mağaranın kayası biraz daha açıldı. Yine çıkmaları mümkün değildi.
Bir üçüncü şahıs ise şöyle dedi. Benim yanımda çalışan bir işçim vardı. Bir gün işi bırakıp aniden gitti. Ben de bu işçiye vereceğim ücret kadar koyun aldım. İşçim gelirse ona veririm diye. İşçim uzun seneler sonra geldi. Parasını istedi. Ben de işte şu gördüğün sürünün hepsi senin al götür dedim. Adam gözlerine inanamadı. Benimle şaka mı ediyorsun dedi. Yok şaka etmiyorum. Senin ücretine karşılık aldığım koyunlar çoğala çoğala bu hale geldi. Bunların hepsi senin al götür dedim. Allah'ım bu yaptıklarım senin katında makbul olduysa bizleri burdan kurtar dedi. Sonunda mağaranın önündeki tonlarca ağırlığındaki kaya parçası tamamen açıldı ve 3 tane adam burdan kurtuldular.
Bu şekilde anlatılan eskiden dinlediğim bu vaazları hiçbir zaman unutmam. Bütün eski yeni din hocalarımı sever sayarım.Onlara karşı saygılı olmaya çalışırım.
Bazı insanların şaka niyetiyle hocaları kötülemelerine de çok üzülürüm. Misal; baba bahçeye camız girdi, hoca da girdi. Hangisini çıkarayım? Oğlum camız dursun hocayı çıkar. Bir başka misal de hoca çukura düşer, adamın biri gelir. Ver elini hocam seni çıkarayım der. Hoca da bizde vermek yok almak var diye cevap verir. Bu şekilde buna benzer şeylerin söylenmesine ben çok üzülürüm.
Yabancılar da rahiplerini, din adamlarını hiç kötülüyorlar mı? Sefiller romanında rahibin evine hırsız giriyor. Kıymetli eşyalarını çalıyor. Kaçarken yakalanıyor. Rahip o çalmadı. Ona ben hediye ettim diyor. Onu kurtarıyor. Yabancıların din adamlarına gösterdiği saygıyı anlatıyor. Bir yabancı filmde aile sofraya oturuyor. Anne çocuklara yavrularım ellerinizi yıkayıp sofraya gelin diyor. Çocuklar da ellerini yıkayıp öyle sofraya oturuyorlar. Evin büyüğü olan babaları dua ediyor. Duadan sonra yemek yemeye başlıyorlar. Gayet güzel, çok iyi bir durum. Örnek bir davranış.
Bir de Türk filmlerinde gösteriyorlar. Sofra kuruluyor. Sofrada içki şişesi üzerinde Yeni Rakı yazıyor. Babanın elinde içki bardağı diğer elinde sigara bu şekilde sofrada kahvaltı yapıyorlar. Bizim milletimiz de böyle hiçbir şey yok. Ben hiçbir sofrada içki şişesi ile karşılaşmadım. Bizim soframızda ayran içilir. Yemekten sonra çok şükür Elhamdülillah denir kalkılır. Allah'a şükredilir. Bunlar niye gösterilmiyor?
Yabancı filmlerde aileler tatil günü çocuklarına banyo yaptırıyorlar. Temiz elbiselerini giydiriyorlar. Ellerinden tutup kiliseye götürüyorlar. Orda ayin dinleyip geliyorlar. Onlara göre çok iyi. Haftanın bir günü ayin dinleyince bütün iş bitiyor. Bizim çocuklarımızı camilere götürüp vaaz dinletmelerimizden hiç bahsedilmiyor. Devamlı yabancılar övülüyor. Bizim milletimiz önemsenmiyor. Basite alıyor.
Yazımın başında da belirttiğim gibi İsmail SEYHAN Hocam bir vaazında şimdiki gençlere İslam'ın şartını, İmanın şartını sorsak, İslam'a büyük faydaları olan alimlerin ismini sorsak hiçbirini bilmezler. Yabancı futbolcuları, kalecileri, yabancı film artislerini sorsak hepsine şaşırmadan cevap verirler derdi.
Bir de televizyonda bir yarışmada Türk Edebiyatı yazarlarımızdan biriyle ilgili bir soru soruldu: "Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç" adlı roman hangi yazarımızın eseri diye soruldu. Adam bilemedi. Joker hakkı kullandı. Hüseyin Rahmi Gürpınar diyemedi. Anlatacaklarım bugün bundan ibaret olup yazımı Sefil Ali'nin bir mısrasıyla bitiriyorum. Hepinize selamlar. Saygılar
Sefil Ali'm dediceğin ararsan
Turnaların mevcudunu sorarsan
Yüz elli turnaya kail olursan
Verin ceremesin alın turnalar