Köyümüzün İmamı her vaazında, dosta güven, düşmana korku veren azametleriyle Hz.Ali, Hz.Ömer ve Hz.Hamza’nın adalet odaklı savaşçı kişiliklerinden ve insan üstü heybetli güçlerinden bahsederdi.

Hatta onları abartılı bir ilhamla tarif ederken, bu yiğitliklerimizin Allah’ın Arslanı olduğunu, bastıkları yerin deprem etkisinde zingirdediğini, kılıçlarıyla bir vuruşta koca koca taşları, kayaları yardıklarını anlatırdı. Dinimizin, imanımızın böyle mübarek hamilerin himayesinde olduğunu dinlerken, gurur ve güven duygularımız şahlanır, Yaradana şükreder, övünçle keyiflenirdik.

Fakat İmam, bu anlattıklarının peşi sıra, Ebu Süfyan, Ebu Cehil, Ebu Leheb gibi islam düşmalarının Müslümanlara yaptığı zulmü, Peygamber Efendimize karşı kalleşlik ve saygısızlıklarını, İslamı ve inancımızı alaya alan küçümsemelerini, garibe, yetime eziyetlerini, kimsesiz mazlumlara uyguladıkları merhametsiz işkenceleri, olup olmadık her yerde ortaya çıkıp önüne gelene dalaşıp sataştıklarını anlatırdı. Bu kafirlerin adını bile duyunca sinir krizleri geçirirdik.

Bizim Alcı Köyünde de sessizce oturup her söylenene amin diyen, takke takan, cüppe giyen, kafa sallayan, döşüne vura vura gendinden geçen, içinde aksiyon olmadıkça vaaz dinleyen az olurdu. Birazda analiz yeteneği yüksek, kafasına her takılanı sorgulayan, çabuk kızan, çabuk coşan ama analitik yorumlarada sahip ham ariflerimiz çoktu.

Sert mizacı, küfürbaz ağzı ve şiddete meyilli atarlı karakteriyle bilinen Şekir Emmi, bir Cuma Namazı öncesi minberin duvarına sırtını vermiş, dizinin üstünden elindeki tespihini yüksek sesle şakırdatıp, dişlerini gıcırdatarak çok kızgın ifadeleriyle Hocayı dinliyordu. İmam anlatıyordu; “Peygamber Efendimiz namazını eda ederken Ebu Cehil ve müşrikler geldi, Mübarekle alay ederek, üzerine pis bir deve işkembesi attıp güldüler.”

Şekir Emmi dayanamadı ve ayağa fırlayarak; “Vay anasını, avradını …. şu gavatların etdiğine bah, Yav arhadaş bu Ali, Ömer, Hamza nerdeler yav, niyannıya getdiler, hani aslanları, gaplanları, ejderhaları bızaladıyo, buğazlarını sıhıp sıhıp geberdiyolarda şu gavatları dutup buynuzlarını niye gırmıyolar?..”

İmam; “Şekir Ağa ayıp oluyo, camide böyle küfürlü ve hiddetli şeyler konuşulmaz, bi otur yerine…”

“Ayıbını yirim ulan.., niye gonuşulmuyomuş, e-biz elimiz golumuz bağlı durah, bu gavatlar ortada hingilim atsın, öjbelensin, üsdümüze deve garnı kotelesin, habire kahıç kahsın, söğsün, saysın lemii?.. Yav bu gavatların yüzünden ağzımızın dadıynan bi müslümanlıh yapamıyacığhmı?, çağar şu Hamzayı bu gavur toğmularının avurtlarını duşgalarını gırsın, eyalerini ezsin, ağazlarını, yüzlerini eyi bi üfelesin, ne bu dürzülerden çekdiğimiz yav…..”

Ne güzel günlerdi, ne masum yüzlerdi, ne şeker gönüllerdi eskiler..

Pür dikkat dinlediğimiz İmamın o ateşli vaazlarını, inancımızdaki sadakatli samimiyeti ve çocuksu masumiyetimizdeki komik saflıkları hatırladıkça gülüyor, o adaletli ve asaletli köylülerimin melek yüzlerini ve yüreklerini özlüyorum.