“Rahmân olan Allâh, Kur’ân’ı öğretti. İnsanı yaratıp beyânı tâlim etti.” (Rahmân, 1-4)
Cenâb-ı Hakk yukarıda mealini verdiğimiz âyet-i kerîmelerde önce Kur’ân’ı öğrettiğini daha sonra ise insanı yaratıp beyanı öğrettiğini haber vermiştir. Bu ifâde, insanın yaratılış gâyesinin önceliğini bildirmesi bakımından önemlidir. O da Allah’ı bilme, tanıma ve O’na ibadettir. Zîrâ insanın insaniyeti, Kur’ânı hayatına tatbik edip onun ahlakı ile ahlâklanmasında saklıdır. Çünkü insan Kur’anla irtibatını, bedeni ile değil ruhu ve aklı ile ile kurmaktadır. İnsanın ruhunun yaratılışı ise bedeninden öncedir. Allah teala, inzal edip öğrettiği Kitabını, anlayıp idrâk edebilmesi için insana beyân kâbiliyeti vermiş onu da bizzat talim buyurmuştur.
Kur’ân-ı Kerîm’i hakkı batıldan ayıran hidâyet rehberi, şifâ ve rahmet olarak göndermiştir. İnanan bir mü’min için dünyâ ve âhirette en büyük saadet, Kur’ân-ı Kerîm ‘in hayata uygulaması olan Sünnet-i Seniyye çerçevesinde bir hayat yaşayıp Kur’ân hizmetinde olmaktır. Efendimiz bu uğurda gayret sarf edenleri şöyle müjdelemiştir: “Sizin en hayırlılarınız, Kur’ân’ı öğrenen ve öğretenlerinizdir.” (Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân, 21) Ebû Ümâme (r.a) Efendimizin huzurunda şahit olduğu bir olayı şöyle anlatır: Birisi Peygamber Efendimize geldi : –Yâ Rasûlallâh! Falan oğullarının hisselerini alıp sattım, şöyle şöyle kâr elde ettim.” dedi. Allâh Rasûlü (s.a.v): – Sana bundan daha kârlı bir şeyi haber vereyim mi? dedi. Adam: –Öyle bir şey var mı? diye sordu. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.): –Kur’ân’dan on âyet öğrenen, senden daha kazançlıdır!” buyurdu. Bunun üzerine adam gitti ve hemen on âyet öğrenip geldi ve bunu Rasûlullâh’a bildirdi. (Taberânî, 7/165) Rasulullah (s.a.v.) bir defasında etrafındakilere şu tespiti yaparak onları Kur’an öğrenmeye teşvik etti: “Her ziyâfet çeken, ziyâfetine insanların gelmesini ister. Kur’ân da Allâh’ın ziyâfetidir, ondan uzak durmayınız.” (Beyhakî)
Yukarıda zikredilen müjdeler çerçevesinde hareket eden bir mümin hem dünya hem de ahiret mükafat ve şerefini elde edecektir. Uhud Harbi bitmiş müslümanlar yetmiş kadar şehit vermişlerdir sıra onların defnine gelmiştir. Ashâb-ı kirâm: “—Yâ Rasûlallâh! šehidlerimiz pek çok. Bize ne yapmamızı emir buyurursunuz?” diye sordular. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.):“—Derin ve geniş kabirler kazınız, her kabre ikişer, üçer koyunuz!” buyurdu. Ashâb: “—Önce hangilerini koyalım?” diye sorunca Hazret-i Peygamber (a.s):“—En çok Kur’ân bileni önce koyunuz!” (Nesâî, Cenâiz, 86, 87, 90, 91) buyurmak suretiyle Kur’anı daha çok bilenleri öncelemiştir. Kur’an aynı zamanda anlaşılmak ve üzerinde teffekkür edilmek üzere gönderilmiş bir kitaptır. Bu konuda Iyâs bin Muâviye şu teşbîhte bulunmuştur: “Kur’ân’ı okuyup da onun mânâlarını, inceliklerini bilmeyen ve düşünmeyen kimse, karanlık bir gecede hükümdardan kendisine bir mektup gelen, fakat mektupta ne yazdığını okuyup öğrenemediği için kendisini korku saran kimse gibidir. Kur’ân’ın mânâ ve inceliklerine intikâl eden kimse de, lamba getirip ortalığı aydınlatarak mektubun içindekileri okuyan kimse gibidir.” (Kurtubî, el-Câmî, I, 26) Zira Kur’ân, Cenâb-ı Hak’tan bütün insanlığa gelen hidâyet mektubudur. Bu mektupla kullarını Dârüsselâm’a, yâni cennete dâvet etmektedir. Bu dâvete icâbet için, Kur’ân’ı düzgün okuyabilmek, muhtevâsıyla duygu derinliğine varabilmek, feyizli ve canlı bir Kur’ân hayatı yaşayıp kalb-i selîm sâhibi olmak gerekir. Kur’ân’ın muhtevâsına vâkıf olmanın zarûretini Rabbimiz şöyle bildirmektedir: “And olsun ki, size, içinde sizin için öğüt bulunan bir kitap indirdik. Hâlâ akıllanmaz mısınız?” (el-Enbiyâ, 10) Nitekim Ebû Ömer, Kur’ân hâfızını şöyle târif etmiştir: “Kur’ân hâfızları Kur’ân’ın hükümlerini, helâl ve haramını bilen ve içindekilerle istikâmet kazanandır.” (Kurtubî, el-Câmî, I, 26) Allâh’ın râzı olacağı bir kul olabilmek için Kur’ân’ın kalbde yer etmesi zarûrîdir. Kur’âna karşı bigane kalıp ondan uzak bir hayat sürenlere, âyet-i kerîmede bildirildiği üzere Hazret-i Peygamberin ahirette yapacağı haber verilen şikâyet çok ürperticidir: “Peygamber (kıyâmet günü) der ki: «Ey Rabbim! Kavmim bu Kur’ân’ı büsbütün terk ettiler.” (Furkan, 30)
Aynı şikayet efendimizin dilinde şöyle ifade bulur: “Her kim Kur’ân’ı öğrenir de (mushafı asar) onunla ilgilenmez, ona bakmaz (onunla istikâmetlenmez) ise, Kur’an kıyamet günü gelir, o kişinin yakasına yapışır ve: «–Yâ Rabbî! Bu kulun beni hapsetti. Beni terk edip benden uzak durdu. Benimle amel etmedi. Benimle onun arasında Sen hüküm ver.”der.” (Âlûsî)
Allâh Rasûlünün ahlâkı ile ahlaklanarak numûne bir nesil olan ashâb-ı kirâmın Kur’ân’a düşkünlükleri bizler için güzel bir örnektir. Onlar, Kur’ân ahlâkına bürünerek, Kur’ânî hakîkatlerin rehberliğinde bir hayat yaşadılar. Kur’ân’ın ulvî sadâsını dünyânın dört bir yanına ulaştırmak için canlarını, mallarını çekinmeden fedâ edip Rabbimizin huzuruna döndüler.
Kur’anı öğrenip hayatına tatbik ederek onun ahlakıyla ahlaklanan, Allah Rasülü (s.a.v.) ve ashabının yolundan gidenlere selam olsun.