“Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin. Umulur ki böylece korunmuş olursunuz. O Rab ki, yeri sizin için bir döşek, göğü de bir tavan yaptı. Gökten su indirerek onunla size besin olsun diye (yerden) çeşitli ürünler çıkardı. Artık bunu bile bile Allah'a ortak koşmayın.” (Bakara, 21-22)
İnsanı yoktan var eden ve varlığından haberdar eden Allah Teâlâ, en güzel şekilde yaratıp akıl, idrak, kalp ve şuur ile donattığı insandan bu nimetlerin bir gereği ve tabi sonucu olarak kendisini tanıyıp bilmesini ve yalnızca kendisine ibadet etmesini istemiştir. Çünkü Yaratıcıya teşekkürün en güzel yolu da budur. İnsan, ancak bu yolla yaratıcısı ile irtibatını sürdürüp pusulasını kaybetmeyecek ve yaratılışındaki mükemmelliği muhafaza ederek insan olarak kalabilecektir. Bu sebepledir ki, insanoğlu gördüğü iyiliklere teşekkür etmeye meyyal ve müsait olarak yaratılmıştır. Diğer taraftan bu durum sadece insanlarda değil, bazı hayvanlar da bile, kendilerini yedirip içiren ve barındıran insanlar için, gördüğü iyiliğe karşılık bir bağlılık ve itaat şeklinde ortaya çıkmaktadır. Varlık içerisinde üstün bir yaratılış ve yeteneklerle donatılmış olan insanın bunca lütuf ve nimetler karşısında duyarsız kalması, bunları kendisine karşılıksız olarak bahşeden Allah'a şükürsüz, teşekkürsüz ve bigane kalması nasıl düşünülebilir? Kur’an-ı Kerim'de insana verilen bu nimetlerin bir kısmı hatırlatılarak şöyle buyrulur: “Sizin Rabbiniz öyle lütufkâr bir Allah'tır ki, gökleri ve yeri yarattı, gökten suyu indirip onunla rızık olarak size türlü meyveler çıkardı; izni ile denizde yüzüp gitmeleri için gemileri emrinize verdi; nehirleri de sizin yararlanmanız için akıttı. Düzenli seyreden güneşi ve ayı size faydalı kıldı; geceyi ve gündüzü de istifadenize verdi. O size istediğiniz her şeyden verdi. Allah'ın nimetini sayacak olsanız sayamazsınız. Doğrusu insan çok zâlim ve nankördür. (İbrahim, 32-34) Bu durumda insan kendisine bu kadar nimetler veren Rabbine elbette şükredip teşekkür edecektir. İşte bu teşekküre ibadet diyoruz. Şuursuz varlıkların teşekkürü sevki tabi olarak yaratılışlarına uygun olarak davranmaktan geçerken şuurlu varlık olan insan ve cinlerin teşekkürü ise ihtiyari şekilde yapılması beklenen ibadettir. Kur'an-ı Kerim'de Allah Teâlâ cinleri ve insanları var ediş gerekçesini, kendisini tanımak,ibadet ve kulluk etmek olarak ortaya koymuş ve şöyle buyurmuştur: “Ben cinleri ve insanları, ancak beni tanısınlar bana kulluk etsinler diye yarattım. Ben onlardan rızık istemiyorum. Beni doyurmalarını da istemiyorum. Şüphesiz rızık veren güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır.” (Zâriyât, 56-58)
Bundan dolayı Peygamberimiz Efendimiz, Allah'ın yüceliği ve lütfettiği sayısız nimetleri karşısında O’na daha çok teşekkür etme gereği duymuş ve çoğu zaman gecelerinin büyük bölümünü ibadetle geçirmiş ve bunun gerekçesini de şöyle izah etmiştir: Hz. Aişe anlatıyor: Peygamberimiz geceleri mübarek ayakları şişinceye kadar ibadet ederdi. Ben kendisine – Ey Allah'ın Resûlü, geçmişte işlenmiş ve gelecekte işlenmesi muhtemel bulunan günahlarını dahi Allah Teâlâ bağışladığı halde niçin bu kadar yoruluyorsunuz? dedim. Peygamberimiz:
– Ya Aişe, Allah'a şükreden bir kul olmayayım mı? (Buhari,Teheccüt, 6) Peygamberimiz efendimizin bu cevabı göstermektedir ki onun Allah’a (c.c.) ibadeti korku sebebi ile değil aksine doyumsuz bir Allah sevgisi ve ibadete olan düşkünlüğüne dayanıyordu. O bu tespiti teyit edercesine sabah namazının iki rek'at sünneti hakkında: “O iki rek'at bana dünyadaki her şeyden daha çok sevimlidir.” ( Müslim, Kitabu Salâti'l-Müsafirin, 14) buyurmuştur.
Kur'an-ı Kerim, Allah Teâlâ'nın alemlerden müstağni olduğunu bildirmiştir. Bu, Allah Teâlâ hiçbir şeye muhtaç değil demektir. insanların ibadetine de ihtiyacı yoktur. İbadetin hikmet ve faydalarını kavrayamayanlar, daha doğrusu Allah'a ibadet etmenin hazzını duyamayan bazı kimseler:" Allah'ın ibadete ihtiyacı mı vardır ki O'na ibadet edelim." derler. Evet, Allah'ın ibadetimize ihtiyacı yoktur. Aksine buna bizim ihtiyacımız vardır. Zira ibadetler insanı Rabbine yaklaştırıp önü kötülüklerden uzaklaştırır. İnsan hayatını disipline eder. İnsanın belli zamanlarda yerine getirmekle yükümlü olduğu ibadetler, insanı dağınıklıktan, başı boşluktan ve sorumsuzluktan kurtarır. Her an ve her işinde Cenab-ı Hak'ın denetimi gözetimi altında olduğu bilinci ile hareket etmesini sağlar. Böylece sorumluluk duygusu gelişen ferdin toplum içindeki davranışları da ölçülü ve düzenli olur. Haksızlıktan ve başkalarını zarara uğratmaktan sakınır. Mükafatını Allah'tan umarak herkese elinden geldiğince iyilik yapmaya çalışır. Bu sebepledir ki ibadetle, erginlik çağına gelmiş aklı başında Müslüman olan kadın ve erkek herkes yükümlü tutulmuştur. Bu yükümlülük ölünceye kadar da devam etmektedir. Hiç kimsenin, ibadet yükümlülüğünün kendisinden düşeceği bir dereceye gelmesi de söz konusu değildir. Esasen böyle bir derece yoktur. Olsaydı ona peygamberimiz yükselmiş olurdu. Halbuki o ölünceye kadar ibadetine devam etmiştir. İbadet, insanı Allah'a yaklaştıran ve Allah ile buluşturan en güzel vasıta, bir kulun dünyada erişebileceği makamların en yücesidir. Hayatımızın en değerli ve pürüzsüz zamanları ibadetle geçirdiğimiz vakitlerdir. Ne mutlu ibadet eden, onu Rabbine yakınlaşma vesilesi kılan ve ibadetle huzur bulanlara.