Allah; güneşi, ayı. denizleri yıldızları gezegenleri dünyayı, yerde ve gökte bulunanların tamamını insanoğlunun hizmet ve istifadesine sunmuştur. Ve insanı: eşref-i mahluk olarak yaratmıştır. Dünyayı da insanın rızık kapısı olarak düzenleyip tanzim etmiştir. Bu sebeple Yaratanı unutmamak ve dünya işlerini çekip çevirmek- mamur etmek insan için kutsal bir görevdir.
İnsan hem maddî ve hem de manevî yönü olan bir varlıktır. İnsanı yaratan Yüce Mevla dünyayı İsteyene dünya nimetini, ahireti İsteyene de ahiret mükafaatını vereceğini beyan ediyor.İnsan aklını ve iradesini dünya ağırlıklı olarak ya da ahiret ağırlıklı olarak kullanabilir. Tercih kendi elindedir. Şüphesiz ki: çalışmayı emreden İslâm’ın özü kişinin hayatını alınteriyle meşru yoldan- helalinden kazanıp, saçıp savurmadan ve kardeşleriyle paylaşarak harcamasıdır.
Hak din olan İslâm: inananlara asıl ve nihai hedef olarak ahiret mutluluğunu gösterir. Dünya hayatını ise, bu mutluluğun kazanıldığı yerdir. Hayattan ve yaşantıdan pişman olmamak için insanın bu ömrü Hakkın rızasına uygun olarak yaşıyor olması gerekir.
Dünyada insanın kazandığı mal ve servet- imkanlar birer araçtır. Nihayi amaç değildir. Müslüman, dünyayı imar etmek ve mal kazanmak için çok çalışmak zorundadır. Bu çalışma Hakkın rızasına uygun olmak durumundadır. Helalinden mal kazanmak elbette mübahtır. Fakat kişi bu ölçüyü kaybetmemeli; Aksi takdirde mal ve servet insanın asıl amacını unutmasına vesile olabilir. İşte o zaman kişi malın ve servetin de esiri konumuna düşer.
Ayette buyruluyor ki: “Gerçek şu ki, insan kendisini kendine yeterli görerek azar. Kuşkusuz dönüş Rabbinedir...” Yani gerçekten insan, kendisinin hiç kimseye muhtaç olmayacağını zannettiği zaman azgınlaşır. Bu bakış açısıyla Kur’an’da, mal ve evlatların. “Dünya hayatının geçici bir zineti” olduğu belirtilerek," insanı mal fitnesine düşmekten sakındırılmış ve Allah katında olanların daha hayırlı ve daha kalıcı olacağı ifade edilmiştir.
Bir diğer ayetin meali ise : “Size verilen şeyler dünya hayatının geçim vasıtası ve süsüdür. Allah katında olanlar ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır...” Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya ve yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışmayı teşvik eden; iki gününü birbirine eşit olarak geçirmemeyi telkin eden ve her gün, bir önceki güne göre daha faydalı işler yapmayı öğütleyen bir peygamberin ümmeti olduğumuzu unutmamamalıyız. Çalışıp helalinden kazanmayı emreden İslâm; israf ve savurganlığı da yasak eder ve cimrilikten de sakındırır .
Malı kazanmasını bilmek kadar, harcamasını ve kazandığını iyi değerlendirmesini bilmek de önemlidir. Yine Kur’an-ı Kerim’de, Yüce Allah malların insanlar arasında haksız yollarla yenilmemesini ve rüşvet, çıkarcılık vb. yollara peşkeş çekilmemesini de emreder ve şöyle buyurur :
“Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Kendiniz bilip dururken, insanların mallarından bir kısmını haram yollardan yemeniz için o malları hakimlere (idarecilere veya mahkeme hakimlerine) vermeyiniz.”
Yüce Allah, varlıkların en şereflisi olarak yaratmış olduğu insanoğlunun, insan onur ve haysiyetine yaraşır bir şekilde yaşamasını istemektedir. Bunu gerçekleştirmek için de çalışmanın şart olduğunu beyan etmiştir. Dolayısıyla çalışmak, Allah’ın ezeli ve ebedi kanunudur. “İnsan için çalışmaktan başka bir şey yoktur” şeklindeki ilahi prensip herkes için geçerli olduğu gibi, “çalışan mutlaka karşılığını görür” ilkesi de, Allah’ın iradesi ve İslâm’ın ruhuna uygun düşmektedir.
“Allah’ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu gözet. Dünyadaki nasibini de unutma. Allah’ın sana ihsân ettiği gibi sen de (insanlara ihtiyaç sahiplerine) ihsanda bulun. Yeryüzünde bozgunculuk yapma. Doğrusu Allah, bozguncuları sevmez.” (Kasas Suresi: Ayet: 77)
İbadetleriniz makbul, cumanız da mübarek olsun!