Yüce Allah kainattaki bütün varlıkları bir hikmete mebni yaratmıştır. Bunların kullanım ve idaresi konusunda insanı sorumlu kılmış ve kullanım şeklinden de hesaba çekeceği uyarısını yapmıştır. Diğer taraftan kendi bedeni de dahil olmak üzere, insanın sahip olup kullandığı her bir nimet, birer emanet olarak görülmüştür. Bu nimetler sebebiyle insanoğlu, hem imtihana tabi tutulmakta hem de ahirette bunlardan hesaba çekilecektir. Tüketilen nimetlerin uhrevi hesabı konusunda, herhangi bir tahsise gidilmeden, en geniş manada Kur’an-ı Kerim’de şu uyarı yapılmıştır: “Sonra o gün, nimetlerden hesaba çekileceksiniz.”(Tekasür, 102/8) Bunun yanında dünya sınavı, ağırlıklı olarak şu iki nimet üzerinde gerçekleşmektedir. Sahip olduğumuz mal-mülk ve evlatlardır. Bu gerçek ayet-i kerimede şöyle ifade bulur:“Mallarınız ve evlatlarınız, sizin için ancak ve ancak bir imtihan sebebidir.” (Teğabun, 64/15) Diğer taraftan Allah tarafından bize bahşedilen hayat, zaman, sağlık, sıhhat, makam, mevki, vb. nimetler de birer imtihandan başka bir şey değildir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) bu konuda: “Kıyamet günü insanoğlu, ömrünü nerede harcadığından, yaptığı işleri ne niyetle yaptığından, nasıl kazanıp nereye harcadığından, vücudunu ve sıhhatini nerede ve nasıl değerlendirdiğinden sorguya çekilmedikçe yerinden ayrılamaz.” (Tirmizi, Kıyame,1) buyurmak sureti ile önemine binaen bunlardan sadece bir kısmına dikkat çekmiştir.
İslam, nimetleri doğru kullanma konusunda başta kanaat olmak üzere, iktisat ve itidali önermiştir. Kanaat, mala sahip olmak için aşırı hırs ve tamaha karşı önemli bir ahlaki erdem iken, sahip olunan nimetleri kullanma da, iktisat ve itidal ise önemli birer tüketim ölçüsüdür. Bunların zıddı ise israftır. İsraf, herhangi bir konuda aşırı gitmek, doğru ve hak olandan sapmak, kişiye tanınmış sınırların ötesine geçmek, imkanları ve sahip olunan değerleri, gerekli görülen yerler dışında veya gereğinden fazla harcamak gibi anlamlara gelir. Bu sebeple israf, kınanmış ve yasaklamış bir nimet kullanım biçimidir. Nitekim ayet-i kerimede “Yiyiniz, içiniz, fakat israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (Araf, 7/31 ) uyarısı yapılmış ve israfın Allah (c.c) tarafından sevilmeyen bir tüketim şekli olduğu vurgulanmıştır. Başka bir ayet-i kerime de ise, yakın akraba ve ihtiyaç sahiplerine yapılması gereken harcama üzerinden itidal çağrısı yapılmış, sahip olunan şeyleri saçıp savuranlar, şeytanın dostları ve nankörler olarak vasıflandırılmışlardır: “Bir de akrabaya, yoksula, yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere saçıp savurma. Zira saçıp savuranlar şeytanların dostlarıdır. Şeytan ise, Rabbine karşı çok nankördür.”( İsra, 17/27 )
Dinimiz, mal, mülk ve para harcamada ihtiyacı esas almış, gereksiz ve faydasız yerlere yapılan harcamaları da hoş görmemiştir. Bunun için harcamanın gelire göre değil, ihtiyaca göre yapılması tavsiye edilmiştir. Bu sebeple, gelirimiz artsa bile harcamamız ihtiyaç hududunu aşmamalıdır. Aynı zamanda bu tavır Kur’an’da, olgun bir mümin olmanın özelliklerinden birisi olarak da zikredilmiştir. Nitekim bir ayet-i kerimede: “Onlar ki harcadıkları vakit, ne israf ne de sıkılık yaparlar. (Harcamalarında) İkisi arasında orta bir yol tutarlar.” (Furkan, 25/27 ) buyrularak, bu ölçüye dikkat çekilmiştir.