Hak teâlâdan yüz çevirenlere verilen dünyalıklar, hep haraplıktır, felakettir...
İnsanlardan bazılarının, Allah tarafından gönderilen nimetlere kavuşamamasının sebebi ne olabilir?
Konu ile alakalı olarak İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Muktûbât kitabında, bir talebesine hitaben buyuruyor ki:
“Allahü teâlânın feyizleri, nimetleri, ihsanları, yani iyilikleri, her an, insanların iyisine, kötüsüne herkese gelmektedir. Herkese mal, evlat, rızık, hidayet ve daha her iyiliği fark gözetmeksizin göndermektedir. Kullarının günahlarını yüzlerine vurmuyor. Kendisine karşı gelenlerin, günah işleyenlerin rızıklarını kesmiyor. Dünya için çalışanlara karşılıklarını, fark gözetmeksizin veriyor. Fark, bunları kabulde, alabilmekte ve bazılarını da alamamak suretiyle, insanlardadır. Nitekim güneş, hem çamaşır yıkayan adama, hem de çamaşırlara, aynı şekilde, parlamakta iken, adamın yüzünü yakıp karartır, çamaşırlarını ise beyazlatır. Güneş, elmaya ve bibere aynı şekilde parladığı hâlde, elmayı kızartınca tatlılaştırır; biberi kızartınca acılaştırır. Tatlılık ve acılık hep güneşin parlaması ile ise de, aralarındaki fark, güneşten değil, kendilerindendir.
İnsanların, Allahü teâlâdan gelen nimetlere nail olmamaları, Ondan yüz çevirdikleri içindir. Yüz çeviren, elbette bir şey alamaz. Ağzı kapalı bir kap, nisan yağmuruna elbette kavuşamaz. Evet, yüz çeviren birçok kimsenin, nimetler içinde yaşadığı görülüp, mahrum kalmadıkları zan olunuyor ise de, bunlarda nimet olarak görülenler, hakikatte azab ve felaket tohumlarıdır. Mekr-i ilâhî ile yani Allahü teâlânın aldatarak, nimet şeklinde gösterdiği musibetlerdir. O kimseleri harap etmek ve daha ziyade azıp, sapıtmaları içindir. Nitekim, Mü’minûn suresinin 56. âyetinde mealen, (Kâfirler, mal ve çok evlat gibi dünyalıkları verdiğimiz için, kendilerine iyilik mi ediyoruz, yardım mı ediyoruz sanıyor. Peygamberime inanmadıkları ve din-i islâmı beğenmedikleri için, onlara mükafat mı ediyoruz, diyorlar? Hayır, öyle değildir.
Aldanıyorlar. Bunların nimet olmayıp, musibet olduğunu anlamıyorlar) buyurulmuştur. O hâlde, Hak teâlâdan yüz çevirenlere verilen dünyalıklar, hep haraplıktır, felakettir. Şeker hastasına verilen tatlılar, helvalar gibidir. Onu bir an evvel helake sürükler. Allahü teâlâ, bizleri, böyle olmaktan korusun!”

Kul haklarına riayet etmeyeni kimse sevmez

Evliya zâtları herkes seviyor da, biz birbirimizi niçin sevemiyoruz? Neden kalplerimiz kırılıyor, birbirimizden çok sıkıntı çekiyoruz? Bunların sebebi, kul hakkına riayet etmemek ve haramlardan sakınmamaktır. Allahü teâlâ, günahları ikiye ayırmıştır:
Birisi, kendisiyle kulları arasındaki günahlardır.
İkincisi de, kulların birbiri arasındaki günahlardır. Bunlara “kul hakları” diyoruz. Cenâb-ı Hak, kendisiyle kulu arasındaki günahları affeder veya cezalandırır. Bu, Rabbimizin bileceği iştir, ama kullar arasındaki günahlarda mutlaka adalet olacaktır. Yani ahirette kul haklarından herkes hesaba çekilecektir. Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Âhirette sırât köprüsünde her Müslümana yedi sual sorulacaktır: Birincisi imandan, ikincisi namazdan, üçüncüsü oruçtan, dördüncüsü hacdan, beşincisi zekâttan, altıncısı gusülden sorulacaktır. Yedinci suale gelince, Peygamberler bile mâsum oldukları hâlde, bu sualden korkarlar. O da kul hakkıdır.)
Bir kimse, Peygamberlerin yaptığı ibadetleri yapsa, fakat üzerinde başkasının bir kuruş hakkı bulunsa, bu bir kuruşu ödemedikçe, Cennete giremez. İşte, kul hakkının önemini bilip bundan sakınan bir Müslüman, kesinlikle tartışmaya giremez, kavga edemez, kalp kıramaz. Çünkü kul hakkından korkar. Hele kalp kırarak kul hakkına girmek, çok büyük günahtır. Bunun için Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Bir müminin kalbini kırmak, 70 defa Kâbe’yi yıkmaktan büyük günahtır.)
Âriflerin ışığı, velîlerin önderi, İslâmın bekçisi ve Müslümânların baş tâcı İmâm-ı Rabbânî Ahmed-i Fârûkî Serhendî hazretleri bir mektubunda bakın ne buyuruyorlar:
“Sakının, sakının! Kalp kırmaktan çok sakının. Bir müminin kalbini kırmak, 70 kere Kâbe’yi yıkmaktan daha büyük günahtır. Bizim dînimizde, kâfirlikten sonra en büyük günah, kalp incitmektir.”
İslâmın emir ve yasaklarını anlatan (Fıkıh) kitaplarında, (Hanımının haklarına riayet edemeyecek olan kimse, kul hakkına girmemek için evlenmesin!) buyuruluyor. Yani kadın, esir değildir, köle değildir, hizmetçi de değildir. Bunun için bazı din büyükleri, kul hakkı geçmesin diye, kendi hanımından ve hatta kendi çocuğundan bile, bir bardak su istemez, kalkıp kendileri alırdı. Bazı büyükler de, emir vermemiş olmak için, (Bir bardak su verir misin?) derler, kul hakkından çok korkarlardı. Sarhoştan, hırsızdan ve hatta yol kesen eşkıyadan, (Evliya) olmuş, fakat gönül incitenlerden evliya çıkmamıştır.