Çift taraflı bakmak istiyorum mevzua.

Yozgat’ın dünü, bugünü ve görebilirsek yarınına dair bir küçük bir analiz yapalım istiyorum!

Mesela konuya ‘kabuğunu kırma’ kavramı ile başlayalım.

Mesleğe başladığım yıllarda ne çok kullanılırdı; Yozgat bir türlü kabuğunu kırmıyor, kıramıyor, diyorduk, serzenişte bulunuyor, bu söz üzerinden siyaset yapıyorduk koro halinde.

Şehrin kırılmayan kabukları insanının ufkunu, yarınlarını, yatırımlarını hatta Atatürk’ün sözüm ona verdiği cezayı bile temsil ediyordu.

Şehrin üzerini çepeçevre kavrayan kabuk ne oluyorsa oluyor kaderimize karanlık bir şerh düşüyordu.

Kırılmayan kabuk yanında ‘makus talihi’ oluşturdu.

Makus talihi, Allah mı reva görmüştü acaba yaşadığım topraklara ve insanıma!

İyi ama neden!

Çok mu isyankar, yaramaz, aykırı bir milletiz!

Zamanla ‘sahipsizlik’ serzenişi yapıştı dilimize.

Son 20-30 yılda devletin en tepesinde, siyasetin kalbindeydi ama ‘sahipsizdik’. Ya da sahipsiz olduğumuz savını bir şekilde ‘kırılmayan kabuk’, ‘makus talih’ kavramları üzerinden oluşturmuştuk!

Yozgat’ı sahipsiz kılan, ya da kaderini makus kavramı ile yan yana getiren sebepleri araştırmakla geçti yıllarım. Dinlediğim yüzlerce insan, okuduğun bilgi, belgeler bir gerçeğe ulaştırdı Gazeteci kimliğimi.

O gerçek ‘sahipsizliğin’ de, ‘makus kaderin’ de, ‘kırılmayan kabuklar’ın da aslında iç dünyamızda yaşadığıydı. Orada doğmuştu orada büyüyor ve şekil değiştiriyordu!

Nasıl yani, bizi yönetenlerin hiç mi suçu yok diye bilirsiniz!

Yanıt aslında çok basit; onlar da içimizden bizden değiller mi?

Kendimiz ettik kendimiz bulduk demiyorum asla.

İçimizden, bizden, bizim gibi görünenlere inanma kabiliyetimiz, yaşadığımız olaylara sadece duygularla bakmamıza neden oldu.

Kimi zaman yarınlarımızı, birikimlerimizi iç eden dolandırıcıları bile, isteye isteye alkışladık! Kimi zaman ise siyasetçilerin yalanını gerçek yaptık bile isteye…

“Atatürk’ün ceza verdiği şehir” yalanına inandık da, bizi yıllarca kandıran, uyutan, yalanlarla avutanların yalanlarını gerçek yaptık!

Ne zaman sahipsiz olduk?

Sanırım sıra bize geldiğinde ortaya çıkıyor bu durum.

Evet evet, ne vakit beklentiler beyhude kaldı, işte o vakit memleket adına dertlenenlerden olduk. Ya da olduğumuzu zannettik. Ya da kendi yalanımızı oluşturduk!

Biz gazeteciler de aynı durumla baktık olaya.

İşimize gelmediğinde tu kaka dediğimizi yine işimize geldiğinde dağların padişahı yaptık yalanın sahiplerini.

Böylesine karma karışık bir ahvalde geçen zamana baktığımızda olaylar, yaşananlar bu kadar mı benzer birbirine.

Sorunlar bu kadar mı tıpkısının aynısı olur!

Oluyor kıymetli Yozgatlılar!

Yarın da bugünün aynısı mı olacak endişesi ile baktınız mı hiç!

Mesela yaşadıklarınızın benzerleri çocuklarınızın karşısına kader çıksın ister miydiniz?

Kırılmayan kabuk, makus kader, sahipsizlik…

Yoksa çocuklarımız yenilerini mi eklemeli bu kavramlara!

Bu toprağın çocukları çaresizliği ve olumsuzlukları aslında şehrin genlerinde var olan yaratılış gerçeği olarak mı kabul etmeli?

Şu sıra sanki daha karmakarışık daha çok kılavuza ihtiyaç duyar ve çaresizliğimi temsil edecek yeni kavramlara ihtiyacımız var gibi hissediyorum.

Bizi geçtim de çocuklarımıza miras çaresizlik olacak lütfen söyleyin!