Türk İslâm düşüncesinde İmam-ı Gazali’den itibaren olduğu söylenen durgunluk veya gerileme konusuna gazeteci yazar Taha Akyol ile devam ediyoruz. Türk İslâm düşüncesinde meydana geldiği hep ileri sürülen duraklama düşünen her aydın-mütefekkiri ilgilendirmiştir.Bu yüzden konu ile ilgili pek çok Fikir adamımızın görüşlerini aktarmıştım. Bu yazımızda da tecrübeli gazeteci Taha Akyol ağabeyin görüşlerine başvuruyoruz. Dergi sayfalarında, küçük kitapçıların sayfaları arasında kalan bu değerli görüşleri aktarmak yoluyla milli şuurun oluşması yolunda bir adım atmış olabiliriz.Şimdi Bakalım Taha ağabey ne demiş: “Tarihimizin bizi getirdiği bugünkü durumdan memnun değiliz, değiştirmek istiyoruz, zihnimizdeki “İdeal toplum” un yollarını arıyoruz. Gerçi dünyanın her yerinde huzursuzluklar, gerilimler var. Tarihin, insan oğlu için “Asude” ve “Rahat” sayılacak hangi dönem görüldü ki.”“İşlenmiş fikirler, tefekkür ve tecrübeyle olgunlaşmış aydınlar, çok umumi laflar yerine ciddi araştırmalarla akılcı bir biçimde düzenlenmiş programlar olmadan, bu tür “Radikal” akımlar İslâm dünyasında büyük kargaşalar meydana getirebilir, getirebiliyor ama, ülkelerin zaruri ihtiyacı olan iç barışı, dayanışmayı sarsmaktan, yabancı müdahalelere fırsat verebilecek “destabilisation (Kargaşaya sürüklenme) den başka ne sonuç verebilir?”“Osmanlı devleti gerileme sürecindeyken bile Selçukludan, hele Hunlardan çok daha mütekâmil idi. Selçuklu ve Hun İmparatorluğunun gücü kendi devirlerine mahsus bir güçtü. Osmanlı’nın son güçsüzlüğü kendi derine mahsus bir güçsüzlüktü. Ama çöküntü halindeki imparatorluk, sosyal, siyasi, kültürel kurumlarıyla Selçuklulardan da Hunlardan da mütekamildi. Buna rağmen çökmesinin sebebi, daha mütekâmil bir Avrupa’yla karşılaşmış olmasıdır.”“Osmanlılar, Türkiye’nin birliğini kurdukça, fıkıh ve onun temsilcisi olan Medreseli-danişmend zümresi, toplumdaki nüfuzunu yeniden elde ederek, Anadolu Türk toplumunu tarikat şeyhi reislerinin etrafında birçok cemaatlere bölünmekten kurtarmışlardır ki, bu önemli siyasi başarı, Türkiye’deki sosyal bünyenin İran ve Arap memleketlerindeki biçimde ilkel kalmasını önlemiştir.”“Türkiye’nin bir Osmanlı harikasını yaşamış olması, dünya sömürgecilik dönemini yaşarken bile tek bağımsız İslâm devletinin Türk devleti olması ve nihayet tarihte yeni bir çağ açan Millî Mücadele’nin ilk defa Türklerce başarılması ve nihayet mazlum millet milliyetçiliğinin bütün mazlum milletleri ayağa kaldırmak üzere Türkiye’de tarih sahnesine çıkması, tarihteki bu olumlu “entegrasyon” çizgisinin, yani tribal yapılardan öncelikli olarak kurtulmanın bir sonucudur. “Akyol tarih tecrübeler üzerinde dururken Osmanlı örneği ile diğer Arap devlet ya da devletçiklerinin bakış açılarının kendi gelenek yapıları gereği bu durumda olduklarını fakat Osmanlı harikasını yaşayan Türklerin daha farklı bir devlet yönetimi ve insan yönetimi ortaya koydukları ve çok uzun ömürlü oldukları muhakkaktır.“İslâm dünyasında tribal anarşiden kurtulma, merkezi devleti güçlendirme ve böylece daha ileri bir toplum yapısına ulaşma zarureti daha kuvvetli hissedildikçe ve hele merkezi devletlerin büyük başarıları görüldükçe merkezi otorite anormal derecede kutsallaştırılmıştır. Sultan’ların “Zıl’ullah fil-arz” (Allah’ın yeryüzündeki gölgesi) olarak nitelenmesi böyledir. Böylesine bir otoriter kültüre karşı hiçbir kabile veya aşiretin baş kaldırması “Meşru” sayılamazdı.”“İslâm’da devlet başkanı hiçbir salahiyetini Allah’tan devralmamıştır; hiçbir ilahi sıfat ve yetkiye malik değildir. O, ümmetin diğer fertlerinden birisidir. Onu başkanlık makamına getiren, belli sınıflar içinde ona selâhiyeti bahşeden, ümmettir yahut onun temsilcileridir. Seçenler onu murakabe etmek ve gerektiğinde azletmek selâhiyeti hatta vazifesine maliktir.”“Kadızadelilerin Osmanlı devletini sarsıntıdan kurtarmak için minareleri yıkmaya kadar varan bir nevi “Bedevi” likleri tipik bir olaydır.”“Geri kalmış memleketler için en büyük tehlike, ilmi değişmez bir muhteva sanıp muayyen bir tahsilden sonra münevverlerin herhangi bir kademede, çok defa henüz başlangıç merhalesinde duraklayıp her şeyi bildiklerini zannetmeleridir.”“Her inanan aydın gerek geçmişe gerek geleceğe bakarken, zihninin gerileme devrinin zihniyetine göre mi, yoksa gelişme çağlarında temelleri atılmış olan İslâmi ve ilmi zihniyete göre mi düşündüğünü daima “Gözden geçirmek” zorundadır.”Akyol; geçmişe ve geleceğe ne sebeple olursa olsun bakarken ilim zihniyeti ile bakmak gerektiğini vurgular. Halbuki bu güm “Geçmişimizi iyi öğrenmeliyiz denildiği zaman bu durum geçmişte yaşamak anlamına gelmemelidir. Geçmişten dersler çıkartmak, geçmişin başarılarından ise hız ve ilham almak için geçmişimiz iyi bilinmelidir. Geçmiş tecrübeler asla göz ardı edilmemelidir. “Her inanan aydın gerek geçmişe gerek geleceğe bakarken, zihninin gerileme devrinin zihniyetine göre mi, yoksa gelişme çağlarında temelleri atılmış olan İslâmî ve ilmi zihniyete göre mi düşündüğünü daima ‘gözden geçirmek’ zorundadır.”“Müslümanların ilimdeki geriliği, zihniyetteki geriliğinden ayrı düşünülemez. Bu sahadaki mesafeyi kapatmak için, evrensel İslâm düşüncesini tarihin geçmiş çağlarındaki ve o çağlara mahsus bilgi ve yorumlardan ayrı olarak düşünmek ve çağımızın bilgileriyle yeniden İslâm’a eğilmek lazımdır.”Burada biraz durmak gerekiyor: Osmanlı devletinin duraklama ve gerileme konusuna Dr. Mehmet genç Taha Akyol gibi bakmaz. Ona göre bir gerilemeden söz etmek mümkün değil. Osmanlı giderek yükselen bir çizgide kendi hayatiyetini sürdürürken, batı bazı konularda farklılıkları da kullanarak yarışta öne geçmiştir. Türkler Batı’da meydana gelen gelişmelere bigâne kalmışlardı demek biraz haksızlık olur.“Devlet geleneği ve aşiret mülkiyeti geleneği olan Osmanlı toplumu, Hazreti Ömer’in ‘İkta’ uygulamasını geliştirerek bir devir için mükemmel bir toprak rejimi olan Miri araziyi ortaya çıkarmıştır. Ama böyle bir geleneğe değil, mihraceler geleneğine sahip Pakistanlı alim Mevdudi her türlü toprak reformuna karşı çıkmıştır. Gerekçesi de Hz. Peygamber’in toprak reformu yapmadığıdır. Halbuki Osmanlı, “Mademki Hz. Peygamber cahiliye devrinin toprak düzenini değiştirmedi, öyleyse bu işi ‘maslahata’ bıraktı” diye düşünmüştür.”Görüldüğü gibi Akyol; Gazali ile başladığı iddia edilen fikri durgunluk ya da fikri gerileme konusu hakkında bilgi vermek yerine daha çok İslâm dünyasının bugün içinde bulunduğu durum hakkında yorumlar yapmaktadır. Konumuz dışı olduğu halde sayın Akyol’un görüş ve düşünceleri yabana atılamaz. Derin bir bilgi birikiminden kaynaklanan görüşleri elbette dikkate alınmalıdır.…