İnsanların birbirine muhtaç olmaları, karşılıklı olarak yardımlaşmaları zorunluluğunu ortaya koyar. Yardımlaşma, toplum hâlinde yaşamanın doğal bir sonucudur.
Bunun için İslâmiyet yardımlaşmayı, bütün maddî ve mânevî hayatımızı kapsayacak şekilde en geniş sınırları ile ele almış ve dinî-ahlâkî bir görev olarak addetmiştir.
Allah rızası için yapılan, maddi ve manevi her iyiliğe, sadaka denir. Şeytan verdirmek istemese de sadaka vermek fedakarlıktır. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
“Şeytan, fakirleşirsiniz diye korkutup, size cimriliği, çirkin şeyleri emreder, sadaka verdirmek istemez. Allah ise kendi lütfundan size mağfiret ve bol nimet vadediyor. Allah'ın ihsanı geniştir, her şeyi hakkıyla bilendir.” (Bekara 268)
Bizler mal sevgisi ile Allah rızasını kazanmak arasında bir tercih yapmak zorundayız. Şüphesiz ki, dünya imtihanından geçiyoruz. Mallarımızdan sevdiklerimizi, sırf Allah rızasını umarak, yoksullara, ihtiyaç sahiplerine, fakir ve muhtaçlara verirsek bu imtihanı kazanmış olacağız.
Sadaka Allah rızası gözetilerek, başka hiçbir çıkar ya da kazanç beklenmeksizin temiz ve helal olan maldan verilmelidir. Sadaka eda edilirken gösterişten uzak durulmalı, mütevazilik esasına göre hareket edilmelidir.
Yardım anlayışının özünde insani fedakarlık vardır. Maldan sevgiye kadar her şeyi kardeşiyle paylaşma söz konusudur. Bu paylaşım işi bazen, zekât ve fitrede olduğu gibi mecburi olsa da, çoğu zaman tamamen isteğe bağlıdır. Yine zekât belli bir miktarda alındığı halde sadakanın sınırı yoktur. Dileyen dilediği kadar verir. Böylece Müslümanlar arasında en geniş manada yardımlaşma yapılır. Bu maddî yardımın dışında, Müslümanlar başkalarına söz ve davranışları ile de iyilik yapmak, onlara sevgi ile bağlanmak durumundadır.
Dinimiz İslâm bir yardımlaşma dinidir. İslâmiyet'ten önce de sonra da hiç bir din ve fikir sistemi onun kadar bu konuya eğilmemiş, yardım anlayışı ve bu anlayışın uygulanışını bu kadar geniş boyutlara taşımamıştır. Allah Teâlâ, Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyuruyor: "Rabbinin rahmetini onlar mı bölüyorlar? Dünya hayatında insanların geçimlerini aralarında dağıtan biziz. Birini diğerine iş gördürmesi için kimini kiminden zengin kıldık. Rabbinin rahmeti onların topladıkları yığınlardan hayırlıdır."(Zuhruf, 43/32).
Müslümanın eli ve dili ile başkalarına zarar vermemesi bile iyilik (sadaka) sayılmıştır. "O kimseler ki, gayba inanırlar, namazı gereği gibi kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan infak ederler (başkalarına verir ve yedirirler)... İşte böyle kimseler, Rablerinden olan doğru yol ve hidayet üzeredirler ve bunlar azapdan kurtulup sevaba erenlerdir." (Bakara, 2/35)
İnançlı bir Müslümanın, mal hırsını yenerek, cimrilik duygularını alt ederek, Allah'ın kendisine bir ihsan, bir lütuf, bir nimet olarak verdiği malından hayır yolunda, Allah ve Rasûlü'nün emrettiği şekilde harcaması, şüphesiz ki çok asîl bir davranış olacaktır. Böylece nimetin kadri bilinmiş, şükür edâ edilmiş ve Hakk'ın rızasına ulaşılmış olur.
Cenab-ı Hakk'ın gerçek anlamda bir yardımda bazı özellikler aradığını görüyoruz. Âl-i İmrân sûresinin 92. âyetinde Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:”Sevdiğiniz şeylerden sadaka vermedikçe, siz, cennete eremezsiniz. Allah yolunda her ne harcarsanız muhakkak Allah onu bilir." (Âli İmrân, 3/92).
“Sadaka vererek iyilik eden erkekler ve kadınlar, bir de Allah'a gönül hoşluğu ile ödünç verenler yok mu, Allah onların mükafatını kat kat verecektir. Onlar için çok şerefli bir karşılık vardır." (Hadid, 57/18)
Herkesin yararlanabileceği çeşme, köprü, cami, okul, yol, hastahâne, dispanser gibi hayır kurumları yaptırmak da mal ile yapılan yardımlardandır. Bu tür hayır eserlerine sadaka-i câriye (devamlı sadaka) denilir ki, sevabı da çok fazladır. Sadaka-i câriye anlayışı, vakıfların ortaya çıkmasında çok büyük etki yapmış ve İslâm dünyasının her tarafı halka hizmet götüren vakıf kuruluşları ile dolup taşmıştır.