Saklı bir cenneti andıran efsane doğasının kompleksinde 2200 rakımlı Nalbant Dağı, Kırkgeçit Deresi, Kepicin Pınar, Horlak Şelalesi ve Ağpunar gibi emsalsiz güzellikleri barındıran Yukarı Çulhalı Köyü, ulaşımı zor bir coğrafyada olmasından dolayı bugüne kadar hiçbir kurum ve kitlenin ilgisini çekememiş, kimseye de maalisefki adını ve önemini istenildiği gibi duyuramamış tablo estetiğinde zümrüt bir köy.

Aroma ve lezzetini gurmelerin bile tarif edemeyeceği Gardını, fasulyesi, soğanı, pancarı, kelemi ve ballı meyveleriyle ünlü bu köyün, çok cömert, görgülü ve misafirperver insanları var. Dostluk, fazilet ve nimetlerle süslü detay zenginliklerinin geçte olsa farkına varan Yukarı Çulhalılar çalışkan muhtarları ve Ankara’da kurulan dernekleri vasıtasıyla nitelikli organizasyonlar tertip edip, Türkiye genelinde tanıtım atağına geçiyorlar.

Artan nüfus, yetmeyen ekonomi, iş, eğitim, istihdam ve sosyal güvence ihtiyaçları nedeniyle Yozgat genelinin kaderi olan göç, maalesefki Yukarı Çulhalı Köyünü de teyet geçmemiş. Kalabalık ailelere kifayetsiz gelen tarım alanları, hayvancılık için yaylak ve otlakların azlığı hep büyük dert olmuş. Alternatif üretim teknikleri ve detay geçim kaynakları da geliştirilemeyince çoğu Büyükşehirlerin yolunu tutmuş ve düşük gelirli vasıfsız işlerde çalışmaya başlamışlar.

Zeki ve üretken Yukarı Çulhalılar, yerleştikleri şehirlerde vasıfsız statülerde fazla zaman harcamadan, girişimci ve lider ruhlarıyla kısa sürede bir çok mesleğin kompetanı, duayeni konumlarına yükselmişler. Sıkı komşuluk, akrabalık ve hemşehrilik gelenekleriyle dayanışma içinde yardımlaşarak hepside işyeri ve meslek sahibi, eğitimli ve varlıklı olmuşlar.

Avrupa ülkelerine gidenler de öyle. Hem yurt-yuva sahibi olmuşlar, hemde köylerinden ve ilçelerinden bir çok kişiye ekmek kapıları açmışlar. Bugün o kadar varlıklı Çulhalılı var ki, isteseler çok büyük işletmeler kurabilir, kapsamlı istihdam alanları açabilirler.

Türkiye’deki refah düzeyi yükselen kişiler tatile Fethiye’ye, Marmaris’e, Bodrum’a, Antalya’ya, Paris’e, Milano’ya giderken, Yukarı Çulhalılar ise Büyük Kefenli, Küçük Kefenli, Ayılı Burun, Kırkgeçit Deresi, Sofular Deresi ve Hüsamettin Deresine gelmekten vazgeçmemişler. Ege Denizi’nde yüzmek yerine Göndelen Vadisi, Çahırın Gol, Ağcasah Ağzı, Ağri Soğüdün Dibi, Üceyarın Esik, Bilalın Gol ya da Kendir Gollerinde çimmeyi hiçbir denize, okyanusa değişmiyorlar. Bu yüce gönüllü insanlar imkanları olmasına rağmen gönüllerinde asla kibir ve vefasızlık barındırmıyor ve her zaman topraklarına sadakatle bağlı kalıyorlar.

Bu köyün insanlarını Allah eşsiz bir nezaketle donatmış. Misafirperverlikte, saygıda, cömertlikte, ikram ve muhabbette adeta birbirleriyle yarışıyorlar. Milli ve manevi değerlerine bağlı vatanı ve bağrağı için canını çekinmeden vermeye amade, yürekten sadakatli insanların yaşadığı bu köyde, gelenek ve görenekler, büyük-küçük saygı hiyerarşisi ve bireysel yardımlaşmalar çok mükemmel uygulanıyor. Y.Çulhalı’da yarım ekmeği olsa paylaşan, ordu gelse misafir etmeye kalkışan genetiğiyle oynanmamış, bozulmamış bir Türk kültürü yaşatılıyor.

Bozok Platosunda cömertliği, yiğitliği, sofrasının açıklığı ve hanedanlığı ile herkesin adamın hası diyerek hatırını saydığı Çöttünün Memed, Gara Yusuf, Didar, Sert Ahmet, Ekdi Yuksel, Pano Ahmet, Islıhlı Cemal, Cabat Memmed, Cıngıt Yusuf, Deli Bekir, Osman Kaa, Goca Hacı, Hitay, Gavur Hasan, Datlının Üsüyün, Zariğin Hasan, Garaliğlin İsmayil, Garaca Durmuş, Topuzgilin Mısdıh, Cobu Osman, Ali Çavış, Çana, Abbasgilin Adil, Deyfıh Çavış, Çöttü, Vahdiilin Hacıbâ, İzam, Tekiş, Assenin Kamil, Mavridi Duran, Mısa, Şevket Çavış, İmamın Gadir, Satının Ali, Halim, Alionbaşı, Meslaanin İsmayil ve Helmemmim hepside bu köylü.

Görgüsü, göreneği ve becerileri ile çevre köylerdeki tüm hanımların örnek aldığı Defli Şukrüye, Çıtağan Nazik, Melağan Zala, Gubuzun Safire, Garaliğlin Hanim, Topuzun Şukrüye ve Çöttünün Naciye hepside bölgenin Osmanlı hanımları olarak bilinirler. Elleri yüzleri nurlu bu böyüklerimizin omaçlı, çalmalı, çokelikli, suvanlı dürümlerini yemeyen, çalhamasını, eşgisini, içmeyen kimse kalmamıştır. Onların bişirdiği Gôo pahlayı, bukduğü siniyi, gaynatdığı bekmezi, çalmayı, eşgiyi, hazırladığı çullamayı, bozaşı, bulamaşını, pahlavuyu kimse yapamazdı. Onlar gonuşunca herkes susar suküt kesilirdi. Çünkü Yozgat yöresinin en ağır başlı, en böyük ve en Osmanlı Kadınları onlardı. Düğünlerin, düzgünlerin yemeğini Deli Zarik, Deli Hacca, Kepicin Hacca, Mamıh ve Muratgilin Nazmiye bişirirdi ki lezzetinden hepiniz elinizi, ayağınızı yer, şimşir gaşşıhları kemirirdiniz.

Bu köye yolun düşmeyegörsün. Dohuz Barnah, İbişin Datlı, Topal Osman, İrbaham Çavış, Möhreli, Çıtah Hasan Ağa, Cıfıt ve Kumük gelene gidene sofra kurardı. Zurnacı Şukrü, Hacoo, Çıtağan Ahmet, Hakkının Memmed, Zabidin Durah ve Ümmetgilin Memmed’in cömert ikramları, asaletli sofraları hâlâ konuşulur. Ağasından paşasına, Sadâcısından deşiricisine kim olursa olsun bu asilzadelerin misafiri olmayan kalmamıştır.

Yav bu köyün bağı, bahçesi, bosdanı, atı, iti, eşşâa, danası bile farklıydı. Şimdi dünyanın neresinde olursa olsun herhangi bir metropol kente veya saygın bir şehrine girdiniz diyelim. O şehri ünlendiren yada özel kılan unsurlar ya kalesidir, ya kulesidir, ya anıtsal bir yapısı, ya köşkleri, sarayları, parkları, gökdelenleri vs. gibi benzer sembolleşmiş görselleridir ya; hah işte eski Yukarı Çulhalı’nın ününü, namını, imrenilir yönlerini ise zümrüt ormanları, hanedan adamları, hörmetli hatınları, bereketli tarlaları ve sahip oldukları atı, iti, bağı, bosdanı, kağnısı, ekini, aşı, ekmaa vs. gibi sembolleşmiş zenginlikleriydi. Zaten biraz sonra size namlı atlarından, heybetli tosunlarından, yavuz itlerinden, pınarlarından, bosdanlarından bahsedeceğim.

Yav eskilerin orijinal güzellikleri ve derya gönüllü insanları daha bi başkaydı. O zamanlar televizyon, internet, cep telefonu vs gibi kirlilikler pek yok, herkes yüzyüze, can cana dost sohbetleri yapıyorlardı. Köy özellikle yaz aylarında çok kalabalık olurdu. Köyün meydanı sanki Kızılay meydanı gibiydi. Çol, çocuk bakkaların önünde oynar, koyun kuzu, inek dana, bahçe-bosdan, dağ-daş bir acayip şenlenirdi.

Eski zamanların köy tukenlerini ben size nasıl anlatayım. Zamanın ihtiyaçlarına binaen içinde nostaljik ürünler barındıran içleri naftalin kokulu, toprak yapılı birbirinden albenili tüken dediğimiz bakkallar vardı. Ladim Emmi’nin, Topuzun Osman’ın, Mahmut’un, Feyzillahın Babası’nın, Hüsnü’nün, Fadenin Ali’nin ve Hitay’ın sahip olduğu bu bakkallarda güncel ihtiyaçlara özgü satışlar yapılırdı. Tahta raflara dizili püsgut, lohum, sormuh şekeri, sadırazam, gırıh leplebi, lamba şişesi, gaya şekeri, eflatun gutulu 100 gr’lık çay pakitleri, don lasdiği, tığ, ören bayan yumahları, masıralar, bürükler, makarnamalar, vita yağ, sanayağ, sabah yağ, renkli renkli laylun kadın ayakkabıları, gıslavetler, soğukguyu ayaggabılar, horuzlu şekerler, mantar dabancası, Feza marka dabanca mantarı, lamba fitili vs. gibi şeyler satılırdı. Çocuklar hep bakkalların önünde oynar, hayran hayran içeriyi seyrederlerdi.

Bazı günler atının terbiyesinden tutup, şinanayının şıngırtısı ile içinde rengarenk öteberi oyuncak, iğde, geçi boynuzu, sarı üzümler, işlengilik malzemeler ve türlü aksesuarlarla dolu üstü örtük, at arabalarıyla Çerçiciler gelirdi. Köyün uygun bir meydanına durur, atının boynuna saman torbasını takar, oraya bir çul serip tezgah açarlardı ki, köyde çol, çocuk, yaşlı, genç, kadın, erkek kim varsa mahşeri bir kalabalıkla başına birikirlerdi.

Çerçi Zabidin Durah, Pırtıcı Topuzun Osman, Akgızın Mahmut ve Çetci Çerkez Kamil öteberileri ortalığa serdikleri melefenin üsdüne öyle bi süslü düzerlerdi ki sormayın. Kimi laylun boduç, kimi zehen, kimi humayın, kimi pazen, basma, işlengilik malzeme, tığ, orlun, kimi el ilağni, ırbıh, guşşene, ilağançe, kimi geçi buynuzu, gırıh leplebi, ığde, püsguut, kimi laylun ayaggabı, kimi soğugguyu ayaggabı, mes, goyun tıhırdaa, bürük, cilat, baş kili, soda, tursil ne alırlardı. Nakit paranın kimsede olmadığı bu dönemlerde takas usulü alışveriş geçerliydi. Zenginler uruplağ ve çinikle buğday verip alışveriş yaparken, fıhareler ise goyun yünü, gaysi çiğidi, çorap esgisi, alemiyon esgisi gibi öteberiler vererek birşeyler alırlardı.

Hepsi naylondan olmasına rağmen, sattıkları her şey hayallerimizin süsüydü. Laylun tahsi, tekerli horuz, vagınatlı motur, dingilli gamıyon; gız uşahlarına bebekler, serum lastiğinden sapbanlar, mantar dabancaları, laylun düdükler neler neler vardı.

Çocuklar Tukenlere ve çerçicilere vermek için yazıyı yabanı gezer, çalıya, çırpıya takılmış koyun yünleri toplardı. Arada teklettikleri goyunların sırtından yünlerini yolardı. Çerçiciler, bir köy odasında misafir olup kalmazsa, akşam karanlığı basmadan tezgahlarını toplar, süslü at arabalarıyla çocukların hayallerinide de peşlerine takıp, kızıl ufuklu tepelerden başka bir köye doğru aşar giderlerdi.

Gros marketler, AVM’ler, ışıl ışıl hediyelik eşya dükkanları, farklı farklı teknolojik oyun ve oyuncaklar satan dükkanlar, ne satarlarsa satsın, ne yenilik getirirlerse getirsinler hiç birisi çerçicilerin getirdiği bir avuç gırıh leblebinin, basit laylun oyuncakların verdiği mutluluğun zerresine bile ulaşamazlar. Şimdi anlıyorum ki o çerçiciler bir at arabası dolusu mutluluk getirirmiş bizlere.

İlginç bir şey daha söyleyeceğim. O zamanki çerçiciler, köydeki bakkallarla hemen hemen aynı ürünleri satmalarına rağmen, hiçbirisi çerçicilerin gelmesine itiraz etmez, “Herkes nasibini yer.” diyerek erdem, tevazu ve hoşgörü gösterirlerdi. Şimdi bir işletmenin önüne küçük bir işportacı bile gelse nerdeyse cinayetle sonuçlanan kavga ortamları oluşuyor.

Yukarı Çulhalı’nın bakkalları, kahvehaneleri, demircisi, nalbantı, değirmeni, çerçicisi, bohçacısı, zebzecisi hepside Ahilik kültüründen beslenmiş engin gönüllü esnaflardı. Birden çok bakkal, kahvehane ve farklı dükkanlar olmasına rağmen aralarında hırs ve rekabetin olmadığı mükemmel bir iletişim vardı.

Kahvehanelerde çok şendi. Anadut, yaba, dırmıh, geçgere, dirgen, pulluh, gasnah, külek, ufah-defek şeyler yapan usta adamların dükkanı andırır atölyeleri vardı. Her yer sohbet, muhabbet ortamıydı. Zaten bu köyün tüm adamları hoş sohbet.

Kahvehanelerine bi gidinde görün. Esenin Ali Baa’nın, Feyzullah’ın, Fevzi’nin ve Seçim’in kahveleri İstanbul’daki Pier Loti kahvesi kadar ünlüdür. Oralarda çay içmenin ayrıcalığı bambaşkadır. Onların çayı, çay tabağı, Erzurum gaya şekerleri ve güleryüzleri lezzete lezzet katıyor. Hepside Meropol şehirlerdeki ünlü kıraathaneleri aratmayan dekorda çok temiz ve nezih.

Şimdi çok denetimli ama Yukarı Çulhalı’da av meraklıları da çoktu. Avcıların sohbetlerini bilirsiniz. Boducu Abdılla, Nuruyanın Halilaa, Çolah Ahmet, Tayırın Ehsan, Niyazın Necat muazzam avcıydı. Bu avcıların çok cins tazıları ve meşhur gopeyleri vardı. Hatta bazılarının 15’er kğ’luk birer metre tazıları vardı ki bi av görsün gurşun gibi fırlarlardı. Hele o Gopeyler. 50 metreden kokuyu alıp, kekliğin, davşanın adresini Navigasyon gibi gösterirlerdi.

Çobanı, çelteği, çonası ayrı bir efsaneydi. Azağri Bekir, Ali Gulü, Goca Farıh, Hodunun Homar ve Yıldız köyün sığırını güderken, kadrolu ve daimi görevli gibi sürüyü en az 5 sene bırakmazlardı.

Yukarı Çulhalı’dan hergün Akdağ’a münübüs kalkardı. Ali Çavışın, Vahdiliğin, Tekin’in, Ahmet Ağanın, Hitayın, Ayangilin Bekirin, Çolağan Yuksel’in, Memoonün Ömer’in, Solağan Üsüyün’ün münübüsleri, Dağermenci Hasanın’da Otobüsü vardı. Yukarı Çulhalıların ulaşımlarını bu güzel insanlar sağlardı. Bu vesaitlere hem insanlar biner hemde bir sürü öte-berilerini yüklerlerdi. O zamanlar ev horantaları çok kalabalık olduğu için alınan nevaleler kilo ile değil batmanlarla ölçülerek satılırdı. O vesaitlere neler yüklenmezdi ki; Böyük çuvallarla gırma mal yemleri, böyük tüpler, gurbe laylunları, zavar unu torbaları, daş duzlar, geçi, goyun, tavıh, culuh, bodu, şibi, it, toğomluh zahireler, çanak, çömlek, pahla-pancar daha neler neler... Hem çok yer kaplayan hemde ağır ve zahmetli olan bu yüklere vesait saapları hiç kimse itiraz etmez, “Ehdiyaç mecbur alacah.”diye yolcularda anlayış göstererek saygıyla götürülür-getirilirdi. Münübüslerin içinde geçi-goyun melemeleri, it hırlamaları, adam bağrışmaları, çocuh ağlamaları neler nelerle karşılaşırdınız.

Bu köyde görev yapan tüm kamu görevlilerine sonsuz bir saygıyla itibar gösterilirdi. Nazmi Hoca, Ayten Öğretmen, Ahmet Çimen, Adem Hoca, Gadir Hoca, Ayşe Öğretmen, Emine Öğretmen hepside yetiştirdikleri öğrencileriyle gönüllerde iz bırakan değerler.

Güzel insanlar, Muhtarların Kralı Uğur GÖNDELEN’e gelince.. Dünyanın en misafirperver, en hoş sohbet ve derya gönüllü güzel bir insan. Başarılı, üretken ve çok vizyoner. Herkes onu yardımseverliği, cömertliği, samimi üslubu ve babacan yüreğiyle tanıyor. Köyünün muhtarlığını yaparken, bürokratik gelişmeleri, Resmi mevzuatları, sağlık, ulaşım, sosyal donatılar vs. gibi kapsamlı tüm detay bilgileri çok iyi takip ediyor, hem köyünü-köylüsünü, hemde tüm çevresini bilgilendiriyor. Hizmet ve projeleriyle sadece çevre köyler değil, Akdağmadeni’nin her yerindeki muhtarlar, belediye başkanları, meclis üyeleri vs. hepside onu örnek alıyor. Emek ve hizmetleriyle köyünü gelin gibi süslüyor. Kendi gibi asalet sahibi, çok misafirperver ve izzet-ikram sahibi hanımı İrbaham Çavışın Torunu Fazlının Gızı Züleyha Hanım ise köye gelen giden herkese üşenmeden sofra kuruyor, erdem ve asaletiyle ağırlıyor, köyünü, köylüsünü heryerde yüceltiyor.

Yıllar önce Avrupa’ya göçmelerine rağmen gönül bağlarını hiçbir zaman koparmayan, köyünden, köylüsünden, hemşehrilerinden yardımlarını esirgemeyen çok cömert insanları var. Ali Yaşar, Hitayın Akgız, Memmed Ayan, Ahmet Türkmen, Kürt Osman, Çöttünün Çahır, Gasim, Gadirin Hasan, Kosenin Nurettin, Kosenin Hayrettin, Deli Kemal, Teyfığın Osman, Möhrelinin İsmayil, Bircan Türkmen, Şükran Yahşi, Cengiz İlhan, Çetin Tunçbilek, Çolah Ahmetin İrbaham, Gocamanın Oğlu Namıh, Rahimin Oğlu Mısdafa, Teyfığın Üsüyünün Turan ve Mısdafa ile Gavur Hasanın Uşahları Oktay ve Mevlit, ,çlerindeki memleket sevdaları, cömert gönülleri ve saygın karakterleriyle hem Yukarı Çulhalı’yı, hem de ülkemizi liyakatiyle yurt dışında temsil ediyorlar.

Halk Ozanı Cihan Danış’ın yanık türkülerini dinledinizmi. Köyüne sevdası, omurgalı şahsiyeti ve yardımsever cömert gönlüyle Cihan Bey Yozgatlıların en sevdiği kral bir insan. Mustafa Turgut ve Fikri Tunçbilek’te çok kral insanlar. Köylerini, hatıralarını o kadar güzel anlatıyorlar ki, dinlemeye doyamazsınız.

Yav helede şu Ramazan günlerini ben size nasıl anlatayım. Bu mübarek günler neşesi ve paylaşımı ile mükemmel ötesiydi. Herkes pişirdiği yemeği komşusuyla paylaşır, birbirlerini sofrasına davet ederlerdi. Akşamları eşgilenen hamırlarla gece tandır evlerindeki sacda öyle bi bazlamalar edilirdi ki; tereyağıynan yağlanır, gaysi, erik, armut ve elma hoşafıynan tumdunnuydu, vay anam vay..

Zöhürde tenekeyi köyün Hashasları Ali Gulü, Yıldız ve Hodunun Ömer çalardı. Geceyi delen teneke seslerine it ürmeleri, eşşek anırmaları, inek hoörmeleri, at kişnemeleri ve horuz ötüşleri de karışınca Yukarı Çulhalı düğün yerine dönerdi.

Hacı Bekirin Mısdafa, Datlının Üsüyünün Datlı, Goca Farıh, Garaliğlin Mısdafa, Nazmiyenin Mısdafa muazzam türkü çığırırdı.

Ula gurbanınızım helede şu düğünler… Hamzanın Emine veya Sürüye, elinde hâbeyinen okuntu dağıtmaya başlayınca, anlaşılırdı ki çok yakında bir düğün olacak. Bu köyün Düğünleri dillere destandı. İnşallah ileriki zamanlarda bu düğünleri sizlere çok detaylıca ve ayrıca anlatacağım.

Ohuntu dağıtma ve Hâbe Dönderme geleneği herkesin anlayış ve saygı gösterebileceği bir detayda incelik isteyen ayrıntılar gerektirirdi. Konu-komşu, eş-dost, uzak-yakın akrabalar, köy büyükleri, resmi görevliler hepsininde ölçütlerine ve kriterlerine göre hediyeleri ayarlanırdı. Layık görülen tüm hediyeler, muhtemel bir kınama veya olumsuz eleştiriyle karşılaşılmasın diye hassasiyetle tespit edilir, okuntu dağıtımından diğer kategorilerine tüm stratejileri bilen böyüklere danışılarak belirlenirdi.

Hâbe Dönderme hediyeleri genellikle gaham, hısım ve yakın akrabalar ile köy hocasına bodu-culuh; ebil-gobul olunan sınarlara şibi, tavıh; gonuya, gonşuya ise bi galıp sabınnan, 1 metiro çit şeklinde olurdu. Diğer tüm tanıdıklara ise gabıhlı fısdıh, sormuh şekeri, gırıh leplebi, sarı üzüm, gara üzüm, gınalı şeker gibi öteberilerden ibaret bir avuç kuruyemiş karışımı tüm köye Ohuntu adında verilir ve davet edilirdi.

Adı okunan herkes, “Allah hayırleylesin” diyerek, bir sürü geleni gideni olacah düşüncesiyle düğün günlerine rastlayan sağanlarını, ağartılarını düğün evine iletirlerdi. Herkes ama herkes düğün sahiplerine moral vermek için “Allah gınıyanın başına versin yavrım, düğünün gusuru çoh olur, gormiyecaaniz, duymıyacaaniz” diye bugün bile en eğitimli insanların gösteremeyeceği erdem ve tevazuyu gösterirlerdi.

Köy yerleri asaletli insanlarla doluydu. Düğünlerde, düzgünlerde anlayışsız ve hoşgörüsüz birisinin çıkma ihtimali çok düşüktü. Çıksa bile herkes tarafından kınanır, ayıplanır ve dışlanırdı. Evlilik müessesesinin kutsiyetini herkes bildiği için sonsuz ve sınırsız bir saygıya bürünürlerdi. Herkes ama herkes gelin, damat ve düğün sahiplerine yüksek bir itibar ve kıymet verirdi. İşte bu yüzdendir ki, köy evlilikleri bir yastıkta ihtiyarlık ve ölümle biten sadakatli törelerle süslü kutsal güzelliklerle dolar ve temelleri sağlam olurdu.

Bek zorlu haley çeken adamlar vardı. Bi düğün olsada Erdal İlhan, Mısdafa Avcı, Hakkının Memmed, Mısdafa Günaydın, Sürüyenin Hasan, Zariğin Hasan ve Hacelinin Hasan bi haleye dutuşsa, ağzınız açıh izlerdiniz.

Hani dedim ya, bu köyün malı-melalı, iti-eşşaa bile bi ayrıhsı olur diye… Mesela Cabadın İriza’nın bi eşşaa vardı ki zehir gibiydi. Irıza Emmi milletin gözü değer diye eşşaa çoğu zaman dışarı bile çıkartmazdı. Vallahi bek zorluydu. O eşşek bi anırdınnıydı koyü zingirdedir, yanındaki yakınındaki tüm adamları apırcın eder goğdelerini titiredirdi. Mübarek anırırken hani o ara Es’lerdeki hıçkırıkları var ya, hah o esler aynı kağnı gıcılaması gibiydi. Hele birde keyfi yerindeyken anırsın, o efsane sesinin gürlüğü tâa Davulbaz’dan, Başçatak’tan, Ortaköy, Aşşağ Köy, Üç Karaağaç, Dokuz, Bozhüyük, Ardıç Alanı, Yazılıtaş, Veziralanı, Hüyükalanı, Kızılcaova, Çerçialan, Çağlayan, Mezere ve Akdağmadeninden duyulurdu ki; onu duyan herkes Cabadın Irıza’nın eşşek diye gıyaben adını-ününü bilirdi. Hatta Ankara’dan Sivas’a, Kayseri’den Tokat’a kadar bu eşşaen namını bilmeyen, sesini duyupta bu Cabadın İriza’nın eşşağ diye tanımayan yoktu.

Havluda-hayatta eşşek anırmıya başlayıncı Irıza Emminin avradı Topal Nuruya; “Cehennemin dibiiii, donuz şikirsiz, ne anırıyon, geberesice kafir, gönüne gaynar gatıran dolasısa, babanın bekini yiyesice “ diyi ha bire azarlardı.

Möhrelinin Eşşekte ondan geri kalmazdı. Anırmıya bi başlasın isdersen burnuna 70-80 dene diynek döşe gine susduramazdın. Hıçkıra hıçkıra anırır, yavaşlar, yavaşlar gür bir şekilde tekrar sesini yükselterek bi daha anırırdı. Eğer o eşşek kapalı bir yerde ya da ahırın içindeyken anırsın, meydanı goyuna, guzuya, mala, davara dar eder, hayvanları cin pıtırah ederdi. Öyle bi ses, öyle bi desibel ki gemi gornaları gibiydi. Sahibinden onlarca kez zopa yemesine rağmen anırması heç bitmezdi.

Zabidin Durağan Gır Eşşağe gelince, Hani İngiltere Kraliyet Sarayındaki törenlerde kullanılan otobüs büyüklüğündeki Gadana Atları var ya, hah işte o Gadana Atları Zabidin Durağan bu gır eşşaean yanına dursa sıpa gibi kalırdı. Yav bu eşşaen heybeti, azameti öyle bi ürkünçtü ki, onun geçtiği yollardan herkes gaçışır, apırcın olur, hızla gırana çekilir yol açarlardı ki bizi depeliyecek diye.

Diliğin Memed’in eşşekte bek zorluydu. Bu cins eşşeklere yörede Gırbız Eşşağ denirdi. Aslında 2,5 metrelik bu devasa hayvanın diğer eşşeklerden çok farkedilir heybetini görünce bek zorlu eşşek derlerdi ama Kıbrıs türü bu eşeklere uzun bacakları, azman yapıları ve sivri sırtları nedeniyle hem seklem atmak zordu hemde kalp ve ağır hareketleri nedeniyle pekde tercih edilen bir tür değildi.

Gel gelelim Hitayın eşşaa. Çok çılgın ve zıpkın gibi hayvandı. O eşşaa Hitay binince geçtiği yeri ve sürdüğü hedefi adeta zingirdedirdi. Herhangi bir adamın üstüne sürsün dinime imanıma o eşşek gözünü bile kırpmadan depeler ezip geçerdi. Hitayın eşşek geliyo denilince millet apar-topar yoldan gaçışır, şahır şahır gapıyı-peceyi kitlerlerdi.

Datlının Üsüyün, İbişin Datlı ve Hamza muazzam harman kaldırırdı. Kürt Osman’ın oküzler bir kamyonun çektiği yük kadar yükü çeker, besileri ve babayiğitlikleriyle görene Maaşallah dedirtirdi.

Datlının Üsüyün’ün Gağnı’nın gıcılaması siren sesi gibiydi. Helede mazısına Zabınnasına doldurduğu soba kurumundan, acıyağdan ve yoğurttan sürdünnüydü o gıcılamanın sesi tâa Akdağ’dan duyulurdu. Ortaköy, Davulbaz, Başçatak, Aktaş, Karapir ve Hüyüklüalan gibi çevre köylerin hepside siren sesini andıran bu yanık ve kesintisiz gıcılama sesini duyunca Datlının Üsüyün’ün Gağnı gine sap gotürüyo” derlerdi. Mübareğin eli uz, işi bek muazzam olurdu. Onun kağnıya yüklediği sapı şimdinin moturları, makineleri, gamıyonları bile çekemezdi.

Hacolün Gağnı, Zurnacı Şukrünün Gağnı, Topuzun Mısdıh, Ağzıağrinin Bekir, Muradın Vehbi ve İriza Çavış’da at arabası, gağnı falan goşardı amma, arabası sağlammı, tekeri, çemberi, oku, terbiyesi, yan gayışları, hamıtları, şinayları, oku, makası, marhası ayarlımı; boyunduruğu, zelvesi, mesesi düzgünmü, sal genişmi, çeten çapmı heç bahmazlar, bek umursamazlardı.

Yukarı Çulhalı’nın dağı bayırı, yazısı-yabanı yemyeşildi. Aşşaa yeliynen efil efil uğurlenen nimetlerle dolu bereketli ekin tarlalarına herkes dua ve şükürle yaklaşırdı. Ali Gulünün Üsüyün, Çolah Ahmet, Garafakalin Memmed ve Cabadın İriza’nın ekin bekçilikleri döneminde bırakın milletin tarlasına malın melalın ılgamasını, gargalar bile gonamazdı.

Namlı güreşçileri de varmış bu köyün. Memmed Tunçbilek, Halil Tunçbilek ve Memmed Bulut gibi bölge şampiyonlarının sırtını yere getiren bir babayiğit çıkmamış.

Yukarı Çulhalı’nın insanları hoş sohbet, çok hatırnaz, şakacı, birbirlerine karşı çok arif, latif ve anlayışlılar. Yardımlaşma, dayanışma, hatır, hörmet gani. Mizahi esprileri ve enstantene standartları çok kaliteli ve fıkralara taş çıkartıyor.

Yav Kangal Köpeklerinin adı çıkmış. Siz Zariğin Hasan’ın, Cıfıdın, Cobuğlin, Abdillaliğin ve Feridaliğin bi itlerini görmeliydiniz. Adını, cinsini ve huyunu duyan herkesin hayran olup imrendiği bu cins itlerin ünü bırakın Yozgat’ı, Sivas’ı, Tokat’ı, Kayseri’yi Türkiye’nin yarısından fazlasında bilinirdi. Helede Zariğin Hasan’ın ite Ortadoğu’nun en namlı iti derlerdi.

Zariğin Hasan’ın itin ünüde Bozok Platosu’nu aştıydı. Sahibine olan sadakati, sürüde üstlenmiş olduğu görevi, evde-yazıda titizliği, hassasiyeti, verilen yumuşlara riayeti, çevikliği, ataklığı, gücü ve akılalmaz yetenekleriyle adeta tek başına bir ordu gibiydi. Bu sadık ve efsane ite sahip olabilmek için çevre illerden, çevre köylerden onlarca talip uçuk tekliflerle habire gapısını aşındırırlardı. Ama, hepside elleri boş dönerdi. Zariğin Hasan “Ben bu iti dünyalara değişmem.” derdi.

Çobanlara gelince; Zariğin Çane, Zariğin Cıfıt, Kumük, Pala Duran, Cobunun Uşaa ve Feridenin Uşaanın güttüğü goyunları, geçileri, şişekleri, tohluları dana gibi babayiğit ve etli olurdu.

Köye ilk moturu Vahdiilin Hacıbâ, Şevket Çavış ve Memo ile Fahri getirdi. İlk dağermeni Ayangil ve Acemler kurdu.

Muradın Efendi, Arifin Oğlunun Memiş, Assenin Kamil, Düdük Gamer ve gişisi Dönüşün Bekir köyün ilk hacıları oldu. Hocaalin Orhan Oğuz ve Seyfettin Emmi camide güzel müzezzinlik yapardı. Nazimin Memedin Hediye, Çöttünün Naciye, Saniyalin Nazmiye çok güzel deyişler, diyeşetler yazar-söylerdi.

Halk hekimliğindede efsane mütehassısları vardı. Mesela Cobulun Fahri milletin guluçlarını gırardı. Hacı Memmed bel çekerdi. Gıçı gırılan, hotu sökülen, golu dirşağ bükülen, çıhan, çatlıyan herkes Dilki Yusufun Deyfıh’a gelirdi. Deyfıh Emmi kırılan kolu, bacağı, beli her neyse oyannı, buyannı göz kararı büker, gıvradır, hartadan yerine otutturur, yımırtaynan, bekmezinen, çalmaynan, melefe sarılı tahtalarınan sarar goyururdu. Milletin bi yeri gırılsa, ortopedik bi travma geçirse önce Sınıhçı Dilki Yusufun Deyfıh, Ziyabağ ve Abdillaliğin Salim’e gelirdi.

Diyelimki Eya gemiklerinde bi ağrı var, bi yerine bi baba çokmüş, depen ağrıyo, hotun sızlıyo, yağarnın gicişiyo, gooden bozulmuş, guluç kahmış, yüraaan bulanıyo ne derdin olursa olsun dünyadaki tüm eczacılardan, farmakologlardan daha bilgili ve isabetli teşhis ve tedavileri olan Saniyeliğin Nazmiye Bibiye geleceksiniz. O size dağdan daşdan topladığı otunan, çöpünen nerenize bi baba çöktüyse derhal iyi edip guverirdi. Depen ağrıyosa çitime ne yaptırmah için bu hastalıkların mütehassısı Akgız Hala’ya gelecaan. Paraya-pula önem vermeden, garibi-gurebayı duası karşılığı tedavi ederlerdi.

Çulhalının ve tüm çevre köylerin diğer sağlık sorunları da emin ellerdeydi. Gözünde it dirsea çıhan, gızıl yurük olan veya gafasını çititmek isteyen, ağrısı dutan, yel giren, bi yerine bi baba çöken tüm mağdurlar Deli Zarik Bibiye, Şeref Halaya, Deli Hacca Eme, Mamıh Nene ve Muratgilin Nazmiye Bibiye gelirlerdi. Diyelim ki Gızılyurik oldun. Doğru neriye gideceğan, bu alanın en uzman mütehassısı Deli Zarik Bibiye. Deli Zarik Garı önce tavanın altını gızdırır, Gızıl Yurük olanın suratına coss diye basarak, parpılar ve tukürürdü. İt Dirsaa çıhtı diyelim. Onunda tedavisi hemen hemen aynıydı. Böyle hastalıklara tükürüğü iyi geldiğinden, günde en az 3-5 kişi Mamıh Neneye tukütdürmiye gelirdi. Çocuğu olmayan avratlarda belini çektirmek ve bağlatmak için Nazmiye Bibi’ye gider bellerini çektirirlerdi.

Yukarı Çulhalı’da halk sağlığı konusunda isabetli teşhisler koyup, tanı ve tedavilerini çoh büyük cesaretle uygulayan ilginç halk hekimleri vardı. Örneğin Halil Kâa ve Hamza elinde çantası ve çivi kerpeteniyle köy köy gezer diş çekerdi. Adamın ağzında iltihap mı var, enfeksiyon mu kapmış, şekeri, tansiyonu varmı, kalp sağlığı yerindemi, yaşı, kilosu, kan değerleri ve omurga yapısı uygunmu hiç bakmadan kaç tane çürük dişi varsa hepsinide demir pense ve kerpeteniyle çekip çekip kotelerlerdi. Üstelik paslı kerpetenle çektiği alanı dezenfekte bile etmeden oyuh yere kirli bi çapıt deper “Haydi geçmiş olsun.” der adamları guverirdi. O zamanki insanları Yaradan daha bi şefkat ve merhametle koruyordu galiba. Allah’tan ellerinde ölen yada müzmin hastalıklara yakalanan kimse olmadı. Şimdi olsa kerpeteni görenin akıl sağlığı bozulur, enfeksiyonel rahatsızlıkları depreşir ve olan olmayan tüm deprosyonik travmalar nükseder.

Akdağmadeni başta olmak üzere çevredeki tüm köyler Çatlak Seyfettin Ağa, Ömer Efendi, Zurnacı Şukrü, Nazimin Memmed, Çöt Alinin Ömer, Çipili Fadimenin Ömer, Güreşci Mılla Nurunun Halil, Ali Çavış, Vahdilin Hacıbaa, Fadenin Ali, Mevlüdün Hasan, Hacömer Seyhan, Güccalinin Nazimin Memmed, Deli Osmanın Şeref, Deli Haccanın uşahları Necati-Adem-Uğur, Cobu Osmangil, Ayangilin Topal İsmail, Dağermenci Goca Faruh, İbişin Hacı, Zariğin Torunları, Feridin uşahları Duran-İsmail, Assenin Kamil ve çocukları, Bodugiller, Mısdıkgiller, Garaca Durmuş ve Galahlı Ali gibi sofrası açık, hanedan, hatır-hörmet saabı asaletli adamların selamını baş üstüne alır, referanslarını anında kabul eder ve gönderdiği herkese ne istiyolarsa çekinmeden verirlerdi.

Bu köyün hanımları ellerinin bereketindenmidir, yüreklerinin cömertliğindenmi yoksa yiğit anası olduklarındanmıdır nedir, hepsininde yemekleri çok güzel ve lezzetli olurdu. Medinenin Meliş size bi Gabah Çiçaa dolması yapsa, parmaklarınızı yerdiniz. Tayırın İpek bi arabaşı yapsın nerdeyse hamırın öte tarafını görürdünüz. Hepimizin bildiği yemekler burda bambaşka bir lezzete bürünür. Memonun Gades Hala bulamaşıyı, Zahide Gôo gırmızı aşını, Çıtağan Iraz iç pahlayı, Ümmetgilin Hasibe suvannamayı, Urhuya cıbır mantıyı, Celalın Fadime’de hasideyi bek iyi yapardı.

Fatişin Emine’nin bukdüğü siniyi heç kimse bukemezdi. Saniyalin Nazmiye çanak çanak çokelik yapar guma yatırır, her öyünde sufraya deri torba yoğurdu getirirdi. Şeref Hala’nın külek külek acıyağsı (Tereyağ) olurdu. Mendife keli pancarından bek tavatır cacıh bişirirdi. Emirlağan Anşa omaçlı, şekerli, çalmalı, pilavlı, yımırtalı ve yoğurtlu dürümünü köyde yemeyen çocuk bulamazsınız. Kel Anşa zorlu bosdan eker, Dursunun Emine ise muazzam çörek yapardı.

Hürü Halanın, Goca Hacının Hanife’nin ve İbişgilin Zala’nın Hüsamnettin Deresindeki bosdanlar, Çıtağan Iraz’ın Mezerliğin Altındaki pahla, Topuzun Şukrüye’nin Sooların Deredeki gardoolar bişekilidi vallaha. Öyle bereket, öyle görsellik ve öyle aromayı hiçbir ziraat teknokratı yakalayamaz.

Modern şehir hayatının stresinden uzaklaşmak, doğayla başbaşa vakit geçirmek isteyen Hiking ve Trekking tutkunları Nalbant, Ağaçal, Esik Bel, Geçi Galesi, Soğluh, Çatalan, Böyük Otluh, Kürt Yurdu, Araplının Bel, Çıhın Yurdu, Guccüğün Yurdu, Kündurmaz, İsli Dere, Ağalın Yanı Dere, Çoketlidere, Gara Sivri, Evci Yurdu, Mal Aşıran ve Horlah’a doğru bir gezi terip etseler, yürüyüş sporlarının en kralını gerçekleştirmiş olurlar.

Ağa Pınarın Çam, Bozsüğün Örence, Hat Deresi, Bandiğin Dere, Çıhrıhcı ve Koprünün Dere’nin güzelliklerini gören zaten bu doğayı asla terkedemez. Helede Haşimin Pınar, Kor Pınar, Hamam Pınarı, Uzun Oluğun Gaya, Nazimin Memmedin Pınar, Horlağan Pınar, Kepicin Gaynah ve Yaylanın Dip’in billur gibi sularından içseler 20 yaş birden gençleşirler.

Göndelenin Özde, balık tutmanın zevkini yaşayan, Hüsamettin Deresinde hıyar, kelek yolup, Ağpunar, Caminin Önü ve Aşşağa Mahledeki Pınarda su içen Çulhalılar, Cenab-ı Allah’a yürekten şükrederken, Vatanın, milletin, memleketin, büyüğün, küçüğün, ezanın ve bayrağın kıymetini iyi bilip, milli ve manevi değerlerimize asaletle sadakat gösteriyorlar.

Yukarı Çulhalı’ya yolu düşüpte Çıtağan Memmet, Solah Ahmet, Geçi Duran, Hacomar Çavış, Hacı Memmed, Tilki Yusufun Deyfıh, Celal ve Sami Baççavış’ın ekmeğini yemeyen yoktur.

Köyde merhumelerin ölülerini Muratgilin Nazmiye ve Celalın Fadime yıkarken, Diyeşetleriylede ağlatmadığı adam kalmazdı.

Köyde doğanların çoğunun ebesi Mendife, Ümmetgilin Hasibe ve Goca Farığın Fatma’dır. Yukarı Çulhalı ve çevre köylerdeki onlarca çocuğun ebesi olan bu melek yüzlü hanımların eli herkes tarafından saygıyla öpülür. Bunlar aynı zamanda bek eli işli, ağzı laf yapan, oturaklı kadınlardı. Köyün Hanımağaları olarak bilinen Hocaal ve Ayangillerin horantaları çay içirmeden, ekmek yedirmeden kimseyi salmazdı. Çocuklarının, torunlarının hepsinin de haneleri açık, sofraları cömert insanlardı.

Bu köyün güzellik ve zenginliği mütevazi, dostluğu ve komşuluğu yürektendi. Tüm yiğitler lakaplarıyla anıldığından, hepsininde adı, namı ve şanı tam orijinaldi.

Arazi çok verimliydi. Nalbant, Ağaçal, Böyük Otluh, Kürt Yurdu, İsli Dere, Ağalın Yanı Dere, Çoketlidere, Gara Sivri, Evci Yurdu, Mal Aşıran ve Horlah’a can ekseniz can biterdi.

Araplının Bel, Çıhın Yurdu, Guccüğün Yurdu ve Kündurmaz’ın nohudu, mercimaa, arpası, buğday alım ofislerine götürüldüğünde hemen farkedilir ve bütün tüccarlar başına üşüşürdü. Yılbırt yılbırt yanan Yukarı Çulhalı mahsüllerini görenler Şu Esik Bel’in ekinimi, Geçi Galesi’nin mercimaami, Soğluğun, Çatalan’ın nohudumu diye tüm arazinin mahsülünü ve kalitesini tanıyıp saabına sorardı.

Zaten arazinin çoğu sulak, toprağı tavlı, pınarıyla, eşmesiyle, çeşmesiyle köy adeta bir cennetti. Büyüğünden küçüğüne herkes yazıda yabanda, işinde gücündeydi. Köyün çocukları mal gütmeye gittiklerinde Göndelen Vadisi, Çahırın Gol, Ağcasah Ağzı, Ağri Soğüdün Dibi, Üceyarın Esik, Bialalın Gol ya da Kendir Gollerindeki golmeklerde sabahtan akşama kadar çimerdi. Helede Gayalıpınar, Çadır Oluğu, Çorağan Çayır, Atoluğu, Üç Oluh ve Kilisenin Yanı denilen eşmelerinden döşlerinin üzerine yatarak gürp gürp su içtiklerini bi gorseydiniz.

Diyelim ki şimdi Yukarı Çulhalı köyüne yolunuz düştü. Bu köyün en hanedan, en hatırnaz, yardımsever ve misafirperver kimlikleriyle herkese sofralarını açan Ali Yaşar, Ahmet Ağagil, Gara Aslanlar, Ayangil, Ali Karaaslan, Saffet Aktaş, Muhittin Murat, Seçim Şencan, Mustafa Şimşek, Fevzü Şencan, Bekir Göndelen, Kenan Yaşar, İsmail Günaydın, İsa Demirel, Necati Şencan, Yafes Uslu, Murat Irmak, Fahrettin Türkmen, Tatlı Göndelen ve Duran Bulut gibi hepsi birbirinden değerli gönül insanları var. Bu köydeki herkes ama herkesin hanesi açık, sofrası meydanda, gönlü yüce, alicenap, eli cömert çok asaletli insanlar. Zaten Mustafa Günaydın, Necati Şencan, Galın Hacının Musdafa, Murat, Yuksel Danış (Ekti Yuksel), Zurnacının Abdılla, Niyazın Necat, Datlının Üsüyün, Hacoo, Zariğin Hasan, Topuzun Mısdıh, Çöttü, Pala Duran, Çanenin Abdılla, Gülahmet ve Yafes’in tatlı sohbetlerine bi koyulsanız sabahlara kadar yerinizden kalkasınız gelmez.

Sadece köylülerine değil, kim olursa olsun yardımını, emeğini, gönlünü hiç esirgemeden tüm imkanlarıyla yardım eden Bircan Türkmen ve Ali Yaşar’ın asaletlerini ben anlatmakta güçlük çekiyorum.

Yukarı Çulhalıların Ankara’da Oğuz ÖZBEK’in başkanlığında, Hayati BULUT, Şerafettin YILDIRIM, Uğur TAŞKIRAN ve Duran ŞİMŞEK gibi hepsi birbirinden kaliteli, kalibreli ve karakterli şahsiyetlerden teşkil çok çalışkan, üretken ve vefalı bir dernekleri var. Ayrıca Efsane Muhtar Uğur GÖNDELEN’de fahri üye statüsüyle köyünde ve derneğinde her zaman fedakarca koşuşturuyor, emeğini, zamanını onlardan hiçbir zaman esirgemiyor. Bu derneğin tüm yöneticileri ve emektarları köylerini, köylülerini ve Yozgatımızı yürekten seviyorlar. Dürüst kişilikleri ve samimiyetleriyle hemşehri kimliğimize her yerde saygınlık kazandırıyorlar. Ekonomik, sosyal, kültürel, geleneksel ve kabul görmüş tüm görenek ve törelerimiz doğrultusunda o kadar zahmetli emeklerle köylülerine ve şehrimize hizmet veriyorlar ki, Ankara’da, İstanbul’da faaliyet gösteren başka illere ait dernekler bile onların çalışmalarını örnek alıp uyguluyorlar.

Yukarı Çulhalı Köyü ve etrafı tarihi değerler ve doğal güzelliklerle dolu. Çeşme zengini bir köy. Adeta 50 metrede bir pınar, eşme, kaynak, golmek ne derseniz bir sürü hayrat var. Sadece hanelerinde izzet ikram sahibi değil, arazilerinde bile su, sebze, meyve ikram eden anlayışlı bir asalete sahipler. Tat Deresi Mevkii, Sofular Deresi, Fındıcah Deresi ve Çıhrıhcı mevkileri kültür ve tarih tutkunları tarafından bu zamana kadar nasıl farkedilmemiş anlamış değilim.

Bizler Yukarı Çulhalı Köyü ve çevre güzelliklerine tabiri caizse hayran kaldık. İnsanıyla, ikramıyla, izzetiyle, irfanıyla, doğasıyla, tarihiyle, elit gelenekleri ve ilginç konumuyla efsane bir köy. Babam Rıfat ÇAKIR ile zaman zaman bu bölgeyle ilgili araştırma yazılarımıza devam edeceğiz.

İnsan kalitesinin en yüksek olduğu, erdem ve tevazunun en yücesi, paylaşım ve himayenin en samimisi, dostluğun en sadakatlisi ve yardımlaşmanın en şahsiyetlisi yine bu köyde uygulanıyor. Helal ekmekleri, bereketli doğaları, zümrüt coğrafyaları ve misafirperver gönülleri hürmetine Cenab-ı Allahın bereketle süslediği bu köy, onurlu, omurgalı, vatansever ve dürüst insanlarıyla Yozgat’ın yüzünü her yerde ak ediyor. Sevginin, bereketin, lezzetin merkezi aziz ve asil soylu bu güzel köyün ebediyete intikal etmiş tüm geçmişlerine Allah’tan rahmet, yaşayan birbirinden faziletli değerlerine sağlık, afiyet ve uzun ömürler diliyorum.

Milli ve manevi değerleriyle, hemşehri kimliğimize özünden bağlı örnek kişilikteki vatansever çocuklarınızın, layık oldukları en yüksek makamlara gelmesi temennilerimle Dünyanın her yerindeki Yukarı Çulhalılara sonsuz sevgi, muhabbet ve hayranlıklarımı sunuyor, eşsiz misafirperverliğiniz için gönüller dolusu teşekkür ediyorum. Hepinizde herzaman baştacımız olacak ve herzaman gönüllerimizde kalacaksınız.

Varolun yiğit ve cömert Yukarı Çulhalılılar.