1857 yılında Amerika’nın Newyork kentinde dokuma fabrikasında çıkan ve 129 kadını katleden zihniyet yıllar geçse de farklı bir zalimliğe bürünüp bugüne kadar gelmeyi başardı. Clara Zetkin, Rosa Lüksenburg gibi o dönemin lider ve radikal kadınları belki o zamanlar bu mücadeleyi anlamlı kılmak ve unutturmamak için 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününü bütün dünyaya kabul ettirmişlerdi. V e bugün, yıllarca bir çok kadın örgütü, sivil toplum kuruluşları, siyasi partiler, Belediyeler, Muhtarlıklar, çok farklı kurumlar, eşler, anneler, babalar, çocuklar, iş yerlerinde bulunan insanlar, toplumun bütün katmanları tarafından sürekli anıldı ve kutlandı. Her yıl yılda bir kere yoğun ve derinlikli olmayan, toplumda bir değişimi ve dönüşümü sağlamayan bu gün yani 8 Mart Günü bana ölen 129 kadının ölmesinin bir anlamı olmadığını anlatıyor. Gerçekten bu yaşam hakkı mücadelesinin doğru algılanmadığını düşünmeye başlıyorum. Peki soru şu eğer dört dakikada bir kadın tacize uğruyor ve günde bir kadın ölüyorsa, kız çocukları hala gereği gibi okutulmuyorsa, çocuk gelinler hala varsa, kız çocukları şiddete ve tacize uğruyorsa, hiç tanımadıkları adamlar tarafından tecavüze uğrayan ve bu toplumda korkularını aşıp bu hayatta gerçekten ne istediklerini bilemeyen kadınlar haline getiriliyorlarsa, o zaman bir şeyler yanlış gitmiyor mudur?

Bu sene ki 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü etkinliklerini farklı bir şekilde izledim. Bütün kadın örgütleri ya da kadın aktivistler ya da kadın dernekleri ya da farklı kurumlar her biri 8 Mart için bir koşturmaca halinde etkinlikten etkinliğe, programdan programa koşturuyorlardı. Her biri özel ve farklı bir etkinlik yapmak için kendilerini paralıyorlardı. Her kurum ya da kuruluş 8 Mart’ı en iyi ben andım ya da kutladım yarışı içindeydiler. Herkes bugünün anlamını unutmuş gibiydi. Bu gün verilen yaşam mücadelesi sanki bir daha verilmeyecek ya da 1857 yılında kalmış gibi yaşanıyordu. Evet bir çıkış yolu ya da mücadelenin başlangıç olayları hayatımızda çok önemlidir ve dönüm noktasıdır. Ama hayat orayı döndükten sonra durmaz mücadele özellikle kadın mücadelesi değişerek, dönüşerek ve yol alarak devam etmelidir. Yaşadığımız her yıl 1857 yılındaki acımızı aslında hiç unutturmuyor ve unutturmamalı ama biz ısrarla geçmiş acıyı anarken gündelik acılarımızdan ve yaşanılan haksızlıklardan uzak kalıyoruz. Biz kadınlar olarak toplumda yıllarca o kadar kendimiz olmadan yaşamışız ki bize küçük alanlar ve fırsatlar verildiğinde yine öğrendiğimiz korkularla baş başa kalıyoruz ve harekete geçemiyoruz. Ve kadının kadına yaptığı güçlü olma savaşı, korkularını yeni hallederek alana çıkma cesareti gösteren kadınları tekrar kabuğuna sokuyor. İçleri boşaltılan ve yarış havasında yaşanan bu tür anmalar bir süre sonra o çok kıymetli olan anlamını kaybediyor. Bu kadar farklı, bu kadar güçlü, bu kadar güzel ve farkındalığı yüksek kadınların aslında kendilerine şu soruyu sormaları gerekiyor. Bu toplumda kadınlar için gerekli olan eşit hak, eşit iş, eşit ücret, eşit özgürlük, eşit güven ve her kadının tokluğu sağlanmadığı sürece, içi boşaltılmış bu organizasyonlar ve etkinlikler bizim gerçek mücadelemizin önünü kesecek ve gölge olacaktır. Kadınlar bu etkinlikleri düzenlerken kendilerini şu soru ile uyanık tutmak zorundadırlar. BİZ NE YAPIYORUZ? Bu etkinliklerde asıl yapmamız gereken nedir? Bu kadar yıl bu kadar güçle değişmeyen, dönüşmeyen bir zihniyet ve toplum… Kadın Birlikleri olarak nerede yanlış yapıyoruz ? Dağları devirecek bir güce sahipken niye düz ovada yolumuzu kaybediyoruz? Birlik, dayanışma, birlikte öğrenme, birlikte güçlenme, farklılıklarımızı kabul etme ve ortak amaca inanma da niye sınıfta kalıyoruz? Eril güçten ve baskıdan hoşlanmadığımızı söylerken niye ezici bir gücümüz olsun istiyoruz? Kadın olmanın ve bizi biz yapan kadınlık özelliklerimiz ya da farklarımızı ortaya koymak yerine niye erkekleşmiş kadınlar olmayı seçiyoruz? Toplumdaki değişime ve dönüşüme bir kadın bakış açısı ile bakmayı kendimize çok görüyor ya da tecrübemize bilgi ve donanımımıza neden güvenmiyoruz? En önemlisi birbirimize bu mücadele de neden inanmıyoruz?

8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ ÇOK ÖNEMLİ BİR MİLAT… AMA BU MİLAT BİZE KADIN MÜCADELESİNİN MEŞALESİNİ YAKAN BİR ATEŞ OLMALI, BİR IŞIK OLMALI… İÇİNDE BİRBİRİMİZİ KAYBETTİĞİMİZ BİR YANGIN YERİ OLMAMALI…