Erol Dok; bu yaşanan darbe teşebbüsünün gidişâtı hakkında, yanında bulunan ve Başbakanlık müşâviri olan kardeşi Birol Dok’un çeşitli yerlerle yaptığı telefonla görüşmelerinden bilgiler almıştı. Bu sırda Güvenlik İşlerinden Sorumlu   
Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı Özer Kontoğlu Birol Dok’u arayarak; “Birol; durum çok tehlikeli bir mecrâda, Türkiye bıçak sırtında… Hulûsi Paşa Genelkurmay’da rehin alınmış durumda… Âcilen Genelkurmay binâsına girmek için bir şeyler yapın… Genelkurmay’ı hâinlere bırakmamak için siz orada bulunanlara, ucunda şehâdet bulunan çok önemli bir vatan görevi düşüyor, elinizden geleni yapın…” diyerek Genelkurmay’a girilmesi tâlimâtını vermiş, o gece hâin darbenin önlenmesinde çok hayâtî bir iş yapmıştı. Bunun üzerine Birol Dok da “Âbi; Genelkurmay’a girmemiz gerekiyor, durum kritikmiş, Hulûsi Paşa içerde rehin alınmış!..”  deyince Erol Dok;  lider karakterli yapısından ve teşkilatçılık tecrübesinden gelen kitleleri yönetme kabiliyetini devreye sokmuş,  Genelkurmay Kavşağı’nda biriken sayıları 500’ü aşan kalabalığı organize ederek İstiklâl Marşı’mızı okutmuş, oluşan o heyecan dalgasının ardından elindeki Türk bayrağıyla topluluğa liderlik yapmış ve kitleyi Genelkurmay Binâsı’nın önüne getirmişti… O; liderlik ettiği toplulukla Genelkurmay’ın önündeki o görkemli demir korkulukları gece saat 02.10’da sallayıp sarsmaya başlamış ve on dakika içinde demir korkuluklar geriye doğru yıkılmış ve bahçeye en önde girmiş; Prof. Dr. Emrah Şenel, Birol Dok, Dr. Vefa Aloğlu ve Mustafa İlker Kılıç’la berâber;  Oğuz Han nesli olan ve “titreyip kendine gelen” millet ve devlet sevdâlısı  topluluğu  harekete geçirip; “Yâ Allah!.. Bismillâh!.. Allâhuekber!..” nidâlarıyla Türklüğün son kalesini canı pahasına savunmuşlar ve hâinlerin ateş etmesine aldırmadan Genelkurmay’ın kapısını sarmışlardı. Bunlar yaşanırken Genelkurmay’ın önünde şehâdet şerbetini içenler ve yaralananlar olmuştu…  Erol Dok;  Dr. Emrah Şenel’e yardım ederek yaralı gâzîlere ilk müdâhalede bulunmuş, onların yaralarına Türk Bayrağıyla tampon yapmış ve o gece hâinlere karşı direnişin destanını yazan isimsiz kahramanları olarak; vatana, bayrağa ve istiklâle Türk’ün aziz ve asil evlâtlarıyla birlikte sâhip çıkmıştı. 
O gece bir ara; kulakları sağır eden F-16’ların alçaktan uçuşu, helikopterlerle FETÖ’cü hâinlerin devamlı sorti yaparak Genelkurmay önündeki kalabalığı taraması sırasında oluşan kargaşa, hengâme kaçışma ve kaos sebebiyle Dr. Emrah, Birol Dok ve Dr. Vefâ ile irtibatı kopmuştu. Onları kaybedip etrafta göremeyen Erol Dok; “Yâ Rab!.. Birol’umu koru, bir şehit gerekiyorsa beni al… Emrah’ın, Vefâ’nın çocukları küçük, onların yerine ben varım.
 Ben ‘Sonsuzluğun Sâhibi’ne ulaşan Cennetteki Muhsin Başkanımın yanına ancak şehit olarak gidebilirim. O’na orada kavuşabilirim” diye duâ etmiş ve bir sohbetimizde “O gece şehit olmayı o kadar çok istemiştim ki!..” demişti. Yukarıda özetlediğimiz hâdiseler, Erol Kardeşimizin  “Bir Daha Yaşanmaması Gereken Günler”  kitabında alıntılardır. O; 15 Temmuz gecesini anlattığı kitabına,  şehit ve gâzîlerin kanıyla bulanmış Ay Yıldızlı bayrağımızın fotoğrafını koymuş ve; “Elimizdeki bayrak, yaralı ve şehitlere tampon yapmakta kullanılmış kanlı bayraktır. Şehit kanı bir kez daha bayrağı bayrak yapmıştır. 
O gece çevrede, Genelkurmay kavşağında vatan için, millet için 72 şehit, 253 yaralı, gâzî verilmiştir.”  diyerek tarihe çok önemli bir not düşmüştü. Zaten o; din, vatan, millet ve bayrak sevdâlısı yılmaz bir ülkücü, ölümün üzerine yürüyen serdengeçti bir alperendi. O; Şanlı Peygamberimiz(s.a.v.)’in Uhud Savaşı’nda Ebû Dücâne(r.a.)’ye verdiği kılıcın üstünde yazılı olan; “Korkaklıkta ar ve zillet, ileri gitmekte şeref ve izzet var. Hâlbuki kişi korkaklıkla kaderinden kaçamaz.”[ M. Sâmi Ramazanoğlu, Uhud Gazvesi, 20-22; M. Yusuf Kandehlevî, Hayatü’s-Sahâbe,II, 24] sözünü bir hayat düsturu hâline getiren ve; 
“İnsan büyür beşikte
Mezarda yatmak için.
Kahramanlar can verir
Yurdu yaşatmak için
diyenlerdendi.