Geçen gün pencereden gelirken gördüm. Yazdığım günden bu yana değişen çok şey vardı, babasının ardından annesi de vefat etmişti. İş hayatında ise iyi kötü çalışarak yıllar sonra emekli olmuştu Murat. Lakin bir büyük baş tutmayınca, iki kardeşin yalnızlığı ve aile hasreti ömür boyu sürecekti.

Tarih 29.9.2012…

Önceleri kendimce hayatın çok kısa olduğunu düşünüyordum. 50-60 yıl bana oldukça kısa bir zaman olarak geliyordu. Yaş ilerledikçe düşüncelerimde değişmeye başladı. 50-60 yıllık bir ömür insanı insanlıktan çıkardığını görünce düşünemiyorum. Bu hayat, 150-200 yıl olsaydı insanlar birbirlerine daha neler yaparlardı?

Şu bir gerçek ki, şu ömür kimi için oldukça muhteşem, kimi için ise oldukça çilekeş bir yaşam, kimi için günler birbirinden güzel, kimi için ise her gün yeni bir işkence. Evet, kimi için hayat çok kısa kimi için ise sonu gelmeyecekmişçesine oldukça uzun. Kimimiz çok şanslı, kimimiz ise aksine hayatın tüm darbeleri sırtına değiyordu.  

İşte bu iyi tarafın kötü yanını yaşayanlardan biriydi bizim Murat… Ayaküstü her gördüğümde görüşemediğimizden yakınırdım. Bilmiyordum içinde bulunduğu durumu. Uzun bir aradan sonra cumartesi akşamı görüşme fırsatı bulduk… İşten bir türlü zaman bulamadığını söyledi. O kadar dolmuş ki anlatmaya iş durumundan başladı. “Orhan sen bir gün çalışıyorsan ben iki gün çalışıyorum. Sabah 6-7’de iş başı yapıp gecenin 10’unda çıkıyorum…” Çalışma şartlarının zorluğunu anlattı, anlatı. İşe girip dayanamayıp çıkanları anlattı.

İnsan hayatı bu kadar ucuzdu. Allah’ın verdiği canın dilediği gibi yaşam hakkı yoktu. Bir asgari ücrete 3 asgari ücretli performansı istenmesinin üzerinde yarattığı etkileri anlattı. Artık sağlık sorunları yaşadığını ayağında oluşan ağrıdan dolayı kaç yıldır ne zorluklarla yürüdüğünü anlattı.  Muayene olmak için özel hastaneye gittiğini, oradan Araştırma Hastanesi’ne gittiğini, günlerce kendisinden kan ve sıvı alınmasına rağmen bir türlü ayağındaki acının sonlandırılamadığını daha sonra birinin vasıtasıyla başka bir doktora götürüldüğünü Araştırma Hastanesi’nde ameliyat olduğunu anlattı. Halen ayağındaki ağrının durmadığını ve öyle büyük bir acıya karşın çalışmak durumunda kaldığını söyledi.

İşi bırakıp ayağının tedavisini yaptırmasını aksi halde kalıcı bir hasara neden olacağını söyledim. Boşa bir talepti benim ki… Burası Türkiye idi burada öncelik iş, öncelik geçimdi. Yanıtı oldukça karamsardı. Bu haline alışmış ve kurtulmasının çok zor olduğunu düşünüyor olmalı ki verdiği cevapta bunu açıkça gösteriyordu… “İyi kötü burada çalışıyorum beni bu halimle kimse işe almaz. Faydalı olmam da oldukça zor.”

Kısacası gittiği yere kadar, yolu düşeceği yere kadardı. Konuyu değiştirmek istedi, laf babasından açıldı. 2 yıl önce kanserden hayatını kaybetmişti. Bir yıl kadar da tedavi süreci sürmüştü. Babasının ağabeyi ve ablası olmasına karşın ailesinin büyüğü olarak kendini gördüğünü ve her Kayseri’ye gittiklerinde hastanelerde yaşadıklarını anlattı. Koridorlarda nasıl sabah ettiğini.  

Yine lafı değiştirelim dedik… Bu sefer de geçmişte ki hatalarına değindi. Sigortasız çalıştıranlara kızdı çaresizce. Sadakatinin karşılığı, verdiği emeğin karşılığı bu olmamalıydı. Kul hakkı hani nerde?

Az bir sürede o kadar çok içini boşalttı ki gözlerimdeki yaşı gecenin karanlığı saklayıverdi.

Yaş olmuş 33...

Kendisi bekar, 31 yaşındaki kardeşi bekar. İş desen yok, sağlık desen bozuk, umut desen yok…

Önceki gün Nohutlu Seyir Tepesi’ndeki toplu nikah aklıma geldi, kafamı Nohutlu’ya çevirdim. 3 çocuk önerisi aklıma geldi… Onlar çok şanslılardı. Ya da oradaki hayatın göstermelik yüzüydü.

Gerçek olan Murat karşımdaydı her şeyiyle.

Yazımın başında belirttiğim gibi hayat kimine güler kimini ağlatırdı. Hayat kimine kısa kimine oldukça uzundu. Hayat kimi için iyi, kimi içinde oldukça zordu.

Halime şükretsem, kendimi ne kadar şanslı olduğunu düşünsem de o bu haldeyken bunun hiçbir önemi yoktu.

Yaradana onun için duâ ediyorum.